Yazı

Ağustos 28, 2005

Saçmasapan olsa bile yazıyorum işte diye düşündü. Oh! İyi ediyorum. Yazmayı seviyorum. Hala sevdiğim birşeyler varken neden yapmıyor muşum? Kime ne zararı var ki yazdıklarımın? Yazacağım. Çama sarılmış asma dalını yazacağım, içerden gelen türkü sesinin ezikliğini, masamın üzerindeki oyuncak spor arabanın dururken bile hissedilen hızını , ellerini cebine sokmuş yavaş yavaş bakkala giden adamı, zarif hareketlerle etrafı kolaçan eden kediyi yazacağım. Yazmadığım şeyler uçup gidiyor hemen. Yazdıkça daha bir benim oluyorlar sanki. Dut ağacının çıplaklığını yazacağım, parmağımdaki yüzüğün küsmüşçesine ters döndüğünü, ağır yük altında ilerleyen kamyonun inadını, beyaz vosvosun hımhımlığını, yukarı çıkan taksidekinin annem olması ihtimalini yazacağım. Gözlüğümdeki lekeyi, uzaktaki evin bacasından çıkan dumanın pervasızlığını, kırmız bileziğin şekere benzediğini, otobüsün yeknesak hattında gururla ilerleyişini, pembe fotoğraf makinasının unutulmuşluğunu yazacağım.
Canı ağlamak istiyordu. Yalnızca yazdıkça geçiyordu bu. Harflerin dökülmesi, kelimelere, cümlelere dönüşmesi rahatlatıyordu onu. Ne önemi vardı anlamlı birşey yazmanın. Yazmak, onu rahatlattığı sürece anlamlı bir eylemdi zaten.

13 Şubat 1993

Benzer yazılarım

1 Yorum yap

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil