Sadece Yemek

Yemek yemek dışında da birşeylerden zevk alıyor olmam gerekmiyor muydu benim ?

 Evet nefsime hakim oluyorum. Ramazanda zaten hakim oluyorum. Onun dışında da zaman zaman bunu başarıp kilolarımdan kurtuluyorum. Ama elli iki yaşımda artık bir üst seviyeye ulaşıp nefse hakim olmayı aşıp başka bir yola sapmış olmam gerekiyordu sanki. Nefsimin bu döngüden sıyrılıp kendini bulması meselâ , ne güzel olurdu.

Film izleyelim, dur yanında çerez alayım. Kitap okuyorum, dur çayla bisküvimi de alayım. Balkona iftardan sonra çıkıyorum, neden, yiyip içmeden ağaçlar güzel gözükmüyor mu ?

Sabahtan akşama yaptığım tek iş akşam yemeğini düşünmek.

Allah sizi inandırsın aklıma yemek gelmeyen bir aktivite var : temizlik ve ev düzenlemek. Bu yaşımdan sonra temizlik delisi tiplere dönmesem bari.

Hayatımdan yemek çıktığında geriye kalan tek zevkim uyumak.

Bi yerlerde bi hata var sanki.

Bırak dağınık kalsın diyorum bazen. Ben bıraktıkça açlığım artıyor. Ne kadar çok yersem o kadar doymuyorum. Doyma hissim yok. Çatlayıp gideceğim at gibi . İnanın doysam da oh desem boş ver, ye diyeceğim kendime. Olmuyor.

Yemek yemeyi unutacağım bir uğraşım olsaydı keşke. 


Eee Da Da Naber Millet ?

Sabahın altısı. Sanırım Bilgehan okula gitmeyeceğim demişti onun için onu uyandırmak için beklememe gerek yok aslında ama bu sessiz saatler hoşuma gidiyor.

Bu sene gece on iki gibi yatıp dört gibi sahura kalkıyorum. İlk gün daha geç kalkmıştım ama ben ayalamadan ezan okununca biraz daha öne çektim. Bilgehan'ı sekize doğru yolcu edip tekrar yatıyorum. 

Sabah yürüyüşüne de çıkmıştım ilk bir iki gün ama kırk yılda bir giydiğim spor ayakkabısı olmayan ayakkabı topuğumu vurduğundan şimdilik evden dışarı çıkmıyorum. İlk gün vurdu, ertesi gün yürümeye kalkınca kan içinde kaldı. Vakti zamanında topuğumu kütüphaneli divanda sürtüp ( Kütüphaneli divanları hatırlayanınız varsa, kesin topuğunu bir kere halletmiştir kenarında :D) ( Sahi ya, ne kullanışlı şeylerdi onlar, koltuk olur yatak olur, kütüphanesi, kapaklı dolabı olur, altı da baza. Niye yok ki şimdi ?) sonrasında o ince sıyrık mikrop kapınca bir hafta ayağının üzerine basamamış biri olarak tırsmış da olabilirim tabi.


Ayakkabı da şuydu ha, hani topuklu, sert bişi felan sanılmasın.

İşte böyle.

Metehan bana yüzlerce fotoğraf yolladı. Sakuralardan video hazırladım.


Daha bir sürü harika fotoğraf var, onları da yükleyeceğim.

Balkonumdaki yasemin açmaya başladı. Mis gibi kokuyor :) Hava yeniden buz gibi oldu ama sahurda çayımı alıp yağmur sesi eşliğinde balkonda oturmak huzur veriyor. Geçen seneki ramazan geldi de aklıma şimdi. Yere çatal düşecek gerilimi, balkona çıktığımda önüme dikilmiş olan devasa gazuleti görmezden gelme çabaları,  kuş seslerini bastıran trafik uğultusu falan. Alt kat komşuma ne kadar teşekkür etsem az :D


İki akşamdır film izliyoruz Can'la. Genelde o izler birşeyler ben pek bakmam. Bu sefer izlemeyi başardım. 

İlki Johnny diye Polonya yapımı bir filmdi. Bir rahiple (Jan Kaczkowski) kamu hizmeti yapmak için gittiğinde tanışan bir suçlunun hikâyesiydi.  Lehçe kulağı biraz tırmalıyor gibi hissettirdi ama seviyorum değişik ülkelerin filmlerini izlemeyi. Konusunda yazmıyordu ama filmin sonunda gerçek kahramanları görünce anlıyorsunuz . Değişik müzikleri, tablo gibi görüntüleri, suçluyu oynayan Piotr Trojan'ın oyunculuğu (şimdi baktım da Polonya'da ödülleri varmış) ile sevdim filmi. 

İkincisi de Call Me Chihiro isimli Japon filmiydi. Bir zamanlar seks işçiliği yapmış ama günümüzde bir bento dükkânında çalışan Chihiro'nun öyküsü. Geçmişini saklamayan, ânının tadını çıkartan, insanlarla iletişimi güzel bir kadın. Onun ve çevresindekilerin ve tabii ki kedinin hikâyesi. Yaşlılar, çocuklar, gençler, evsizler, bekâr anneler, otoriter babalar içinde her şey var. Ve de kedi :D

Film festivali de yaklaşıyor. Film seçmeye çalışıyorum. Benim gibi kısa sürede sıkılan bir insan için uzun bir süreç oluyor film seçimi. Bakayım pandemi sonrasında eski havamı yakalayıp yine güzel filmler bulabilecek miyim.


Bayramda Can'ın Maritus uçuşu varmış, bir kaç gün kalıp oradan uçuş yapıyor falan. Bana sen de gel dedi. Oteline yanlayacağım :D Gerçi bayramda uçak dolu olur ve bana yer kalmaz ama pilot beyimiz yine beni hostes koltuğunda uçurur belki. Dokuz saat ? Hımmm, pek de cazip gelmedi ama bilmiyorum. Handan bir gezi olasılığına tereddütlü bakıyor, yaşlanıyor muyum ne sayın seyirciler. Bi de ben bayramda tatile gitmem hiç. Ve fakat adam uçuşunun saatini değiştiremeyeceğine göre başka şansımız yok.

Neyse , göreceğiz bakalım.

Saat 7.20 olmuş. Bilgehan'a hazırladığım kahvaltı soğudu. Kalkmayacak herhalde. Ben de kendime kıvrılacak köşe bulayım madem. 


Sonrasında evi falan toparlarım belki. Akşam pilates var. Tavuk çıkarttım şinitzel yapıcam iftara. 

Günler uzuuun ve sakin geçiyor. Seviyorum ramazandaki bu boşluk hallerini . Sanki senenin koşuşturması durup ruh dinleniyor.

Magda Szabo'nun Katalin Sokağı 'nı nihayet dün akşam bitirdim. Çok hüzünlüydü. Artık biraz seri kitaplarıma bakacağım. Eskileri tekrar mı okusam okumadıklarıma mı baksam, onu düşünüyorum.

Oyyy. Çeneme vurdu. Haydi ben gidiyorum. Hepinize harika bir gün olsun.

Ortaya Karışık Dimash


 














Bu sıralar sürekli dinliyorum. Aslında seslendirdiği bir sürü çeşit çok şarkı var. Bir sürü yarışmada değişik türlerde seslendirmiş ama son senelerde oturmuş tarzı. Meselâ bayılarak dinlediğim S.O.S. i ilk söylediği zamanlarda henüz sesi tam oturmamış , kesinlikle gırtlağı tam terbiye olmamış, çok kısıtlı  bir söyleyişi varken yaşıyla birlikte sesini kontrol etmeyi öğrenmiş ve sanırım benim en sevdiğim pes sesleri de ortaya çıkmış. 6 oktav inanılmaz bir ses aralığı. Üstelik öyle kolay gidip geliyor ki sesler arasında hayran olmamak elde değil.

Bir çok dilde söylemiş şarkı. Kazakça söylediklerinde dedikleri hem tanıdık hem anlaşılmaz geliyor :)  Ben dönüp dönüp Mademoiselle Hyde ( ki Lara Fabien asıl seslendirenmiş, onu da muhakkak dinleyin :), Olympico ve Opera 2 yi dinliyorum şu sıralar.  Olympico tam gaza getirici bir şarkı. 

Barış ve sevgi üzerine söylediği şarkılar da çok güzel. 

Sakın show must go on u dinlemeyin ama, hahaha, o yorumu hiç beğenmedim. Rap bile yapmış, çıstak çıstaklar da var. Ortaya karışık anlayacağınız. 

Hadi bakalım, siz en  çok hangisi sevecesiniz. Bana da söyleyin ama merak ederim :D 

Borcam Felsefesi Giriş Dersi :D


Az önce çok saçma bir şeye bakıp mutlu oldum. Güllaç yapmıştım, küçük yuvarlak borcamda. Ağzına streç film sarmak çok güzümde büyüyordu. Bir an, pilav tenceresinin kapağının borcama uyduğunu gördüm. İkisi de yirmi beş senedir kullandığım şeyler. Güllaçı da her ramazanda yaparım. Şimdiye kadar hiç fark etmemişim bunu. 


Her şeyi biliyorum hissi var ya o his insanı yaşlandırıyor. Şu fotoğraftaki şabalak kız gibi yeni şeyler keşfedebileceğimi düşünmek harika. 


Ne var bunda Handan diyebilirsiniz ama demeyin. Yaşımız ilerledikçe deneyimlerimiz bizi duvarların içine hapsetmeye başlıyor. Olmaz diye kestirip atmalarımız, hemen yargılamalarımız, yiten heyecanlarımız hep bu yüzden. 


O kapak o borcamın ağzına tam uyuyormuş. Bunca yıldır bilmemişim. Ah, daha bilmediğim neler neler var. Çok güzel değil mi bu :)

Her Gece Bir Yazı Yazsam Dedim

Dedim de başlayamıyorum.

Bu akşam Japonya yolunda olmayı plânlamıştım. Uçaklarda yer olmayınca gidemedim. Sakura mevsimi diye mi bu kadar dolu uçaklar bilemedim. Vardır her işte bir hayır. 

Sahura çok var, sabah erken kalkıp  Bilgehan 'ı yolcu edene kadar uyumam dedim. Can'ın sabah beşte uçuşu olunca o plân da yattı. Onu yolcu edip yatarım artık .

Kitabım önümde bekliyor ama elim gitmiyor. Magda Szabo'nun Katalın Sokağı'nı okuyorum. Başı çok karışık geldi. Kişiler, hayal mi gerçek mi ne olduğunu anlayamadığım olaylar. Geri gidip tekrar okudum falan. Neyse en azından kişilerin kim olduğu oturmaya başaldı. Daha önce iki kitabını okumuştum bu yazarın. Seviyorum kitaplarını. 

Bugün Kahve Zamanı ve Yürekten Kaleme şekerleriyle uzun bir aradan sonra buluştuk. Çok iyi geldi. Blog dünyası hayatıma ne güzel insanlar kattı / katıyor :)

Geçen sene bu zamanlar taşınmak üzereydim. O evde başıma geleceklerden habersizdim henüz. Ama ayaklarım geri geri gidiyordu. Başımıza gelecekler içime doğduğu için mi ağlayıp duruyordum yaksa ağlayıp durduğum için mi başımıza geldi olanlar karar veremedim henüz. Ama onca karmaşa, sıkıntı, üzüntünün peşinden ilk görüp penceresinin manzarasına aşık olduğum evdeyim ya, evrenin işleyişi çok ilginç. Yere çatal düşecek diye gerildiğim, yataktan hırsız gibi parmak uçlarıma basarak sahura kalktığım ramazandan sonra nihayet düzgün adımlarıma ve her gelen sesi bana bağırıyorlar gibi algılamamaya başlamama mutluyum.

Karman çorman bir odada kulağımda kulaklık omzumda buzla bacak bacak atmış spotifyın kendi kafasına göre çaldığı bilimum klasik müziğimsi şey dinliyorum. Dimash'la başlamıştı ama her sese döndü peşinden :)

Huzurlu, kalabalık sofralı, sevdiklerimizle birlikte, bereketli, güzel bir ramazan olsun.  Kendimizi bulalım. Yaşadığımızdan ve yaşamadığımızdan utanmayı bir kenara bırakıp sadece yaşayalım. Bize verilen her günün tadını çıkartmayı unutmayalım . Bir sürü saçmalık oluyor dünyada. Evet görmezden gelmemize imkân yok ama sürekli onlara odaklanıp kendimizi kaybetmenin de kimseye faydası yok. Bir durup silkelenelim. 



Tam Ortasındayız Hayatın

Yaşama iştahımı kaybettim bir süredir. Bahar mı çarptı, menopoza giriş dersleri mi , memleket halleri mi bilmiyorum. Feci çarptı ama. Her akşam yarın sabah toparlanıyorum artık diye yatıp her sabah çöp gibi kalkıyorum. Bir de reklamsız candy crush tarzı oyun buldum telefona, hayatımı onunla öldürüyorum.

İçimde kıpırtı yaratan tek şey konserler. Geçen seneden kalan Manowar biletim meselâ. Daha duyar duymaz aldığım Hollywood Wampires. Satışa çıktığı gün David Garret. Var gücümle bunlara tutunuyorum. İlk Metallica konserine gitmek için tek altın bileziğini satan Handan 'dan bu yana değişmeyen coşku. Ne ayakkabı, ne çanta, ne mutfak eşyası ne makyaj malzemesi. Hiçbirine para harcamıyorum ama konser, gezi, sinema, müze :)

Sinema dedim de film festivali de geliyor. En son 2019 da gitmişim. Yarın filmler belli olacakmış. Oturup film seçme keyfi yapayım. 

Mayısta Dimash geliyormuş konsere. Can'la Antalya kaçamağı yapsak, hem sevdiklerimizle buluşsak hem konsere gitsek. 

Bugün baharın ilk günü. Depresyonun üzerine çıkıp zıplayasım var. De get artık, başıma sarıp durma, bir kısacık hayatım var, tadını çıkartmak istiyorum. Herkese her şeye inat, kendime rağmen, hayatımı istiyorum. Çok şey mi istiyorum yaaa. Yetti gari...


Not: Fotoğrafa tıklayıp nefis şarkıyı dinlemeyi unutmayın. 

Oradan Buradan Fotoğraflar

 


Bu sabah yürüyüşten.


Dün sabahtan.


Sabah salona günün ilk ışıkları vururken.


Günbatımı göremiyorum artık ama dolunay tam balkonun hizasında.


Geçen gün hastaneden dönerken. Bu arada üzerime bilimum aygıt takıp bir gün boyunca hem kalbimi hem tansiyonumu ölçtüler. Allahım, o tansiyon aleti gece çalıştıkça yatakta zıpladım, ertesi gün eşeğimi kaybedip bulmuş şekilde ağrılarım ve sakat eklemlerimle mutlu mutlu uyumuşum. Doktor kayda değer bişey bulamadı ama kanda plak oluşuyomuş koruma amaçlı kolestrol ilacı ve aspirin yazıp altı hafta sonra gel, yaz başında kolonoskopi yok endoskopi kontrolleri de ol diye yazdı da yazdı. Hee hee diyip çıktım odadan. Kolestrolüm ve ben geçinip gidiyoruz, hasta olmadan ağır ilaç içmek bana hiç mantıklı gelmiyo anacım .


Ev küçük olunca gençler salona doluşuyor. Yatak odasında otururken Can'a hadi dışarıda yürüyüşe çıkalım dedim. Bu saatte mi dedi. Saat daha yediydi. Yaşlanıyoruz Sebastiyan. ( Tabii ki çıktık :)


Şu çocuk ağabeyinin yanında bir hafta kaldı. İlk tek başına uçuşunu yaptı. 


Aylardır peynir yüzü görmeyen oğluş Fransız arkadaşlarıyla paylaştı peynirleri .


Okul sene sonu tatiline girdi, dansa devam.



Kızlar toplandık.


Yıllar sonra palto almayı başardım.


Penceremden manzaram. Umarım böyle kalmaya devam eder. 


İki arkadaşım geldiler. Tam gitmek üzereyken birisi masayı toplamaya başladı ben de "Elleme bırak " diye seslendim. Bu arada diğeri tam da meleğe dokunuyormuş, hahaha, yerinden zıplamış ben seslenince. Zamanlama çok komik.


Bir ara kar yağmıştı.


Kendi dizayn ettiği odasında, masası, renkli ışıkları, tam istediği gibi.


Ferhan Ablam (Bakınız altta solda) şapka, kaşkol örmüş, fincan da koymuş pakete, balkon keyfim için her şey tamam.


"Beni yedil" diyen oğluşun seneler sonra oğluşuyla bize geldiği akşam geçmişi yad ederken.


Zıplayan arkadaş ortadaki :) Ortaokuldan beri devam eden dostluk. Bir eksik vardı , bir sonraki buluşmada hepimiz toplanırız.

Hayat.

Bugün kendimi pek manasız hissettim, biraz güzel anlara bakmak iyi geldi. Bir de şarkı bulursam bu fotoğraflara harika olacak.

Bazen de böyle hissediyor insan. O zamanlarda ruha iyi gelecek şeylere tutunmak gerek.

Kendime Çeki Düzen Vermem Gerek

Yine !

Dün kitap listeme şöyle bir kitap ekledim. 

 


Geçtiğimiz ayda hem annemin katarak ameliyatı , üzerine ülkede yaşananlar falan derken ben yine alıp başımı gitmişim. Üzüldükçe kendimi yemeye veriyorum. Ama ne yemek. Kesinlikle açlıkla alâkalı bir şey değil, hani at gibi çatlayabilirim. Sürekli yiyorum. Olayın psikolojisine inmem gerekiyor ama insem ne olacak, hayatımdaki sinir bozucu şeyleri atabilecek miyim ? Hayır. 

Neyse böyle sermiş giderken tabii ki vücudum imdat sinyalleri vermeye başladı hemen. Sırt ağrısı, kalça topallaması, burun tıkanması.

Geçen hafta üşenmeyip, ertelemeyip bilimum doktor randevusu alıp gittim. 

Burun tıkanıklığı alerjik. E gündemdekiler alerji yapıyor bende tabi.

Ciğerim sağlammış, o daraltı da başka yerden geliyormuş .

Yarın kalbime baktırıcam. Her kan tahlilinde kolestrolüm yüksek çıkıyor, ona da baktırıp rahat edeyim bari.

Kalça MR ı çektirdim. Doktora göstereceğim 

Her ne kadar hastane doktor işlerinden nefret etsem de bunlar kolay kısımlardı.

Asıl hayatımı hale yola koyma kısmı, burna fıs fıs sık, ilaç içle olmuyor ne yazık ki.

Yeme düzenine ne yapacağımı bilmiyorum.

Şu halimden nefret ettiğimi biliyorum ama.


Handan Hanım Teyze moduna geçmişim. Ruhuma uymuyor anacım. 

Oturup elimde olmayan şeylere üzülüp, gerileceğime, kendime çeki düzen verip toparlanıp, elimde olan şeylere odaklanmaya karar verdim.

Siyaset de beni şişirdi iyice. Hayır şişiyorum da noluyor.

Dünya üzerinde daha kaç günümüz var, belli mi ? Olaylar bitsin dersek, bitmeyecek. Hiç bitmemiş. En kötü dönemi yaşıyoruz diyoruz. Bence hayır. Her dönem böyle. Kötü insanlar biz iyileri şişiriyor. Bizden öncekiler de başka şeyler yaşıyorlardı. Ha, gençken biz ilgilenmiyorduk, göremiyorduk, şimdi görmeye başladık. 

Yarın Bilgehan'ın okulu açılıyor. Şansımıza hibrit eğitim yapacaklar. İsteyen okula gidecek.  Bilgehan online eğitime uygun değil, onun insan görmesi, iletişim kurması, hocasını sevmesi, onunla muhabbet etmesi lâzım. 

Sabahları sekiz buçukta başlıyor dersleri. Erkenden kalkacağım onun için. Bu erken kalkmalarda, yedi buçuğa kadar onu yolcu edip, günlük yemeğimi ayarlamayı. Sonrasında sporumu yapmayı hedefliyorum. Umarım MR sonucundan kalçam için bir tedavi çıkar ortaya. Gerçi umudum da yok, henüz herhangi bir ortopedik sıkıntım iyileşmedi hiç, hep ben onlarla yaşamayı öğrendim ama , kim bilir .

Örgü grubu bahar okuma şenliği yayımlamış, az önce gördüm. Ona katılayım da kitap okumaya başlayayım yeniden.

Çiçeklerimi düzenleyeceğim. 

Çizmem gereken dolap dizaynları var, hazırını bulamadım, yaptırırız belki.

Ne bileyim, internetten uzaklaşıp kendi yapabileceklerime odaklanmalıyım.

Yaza kadar hafiflemiş, durulmuş, yaralarıma merhem olmuş olacağım. Bu benim ruhum, onu benden başka kimse kurtaramaz. 

Ben Handan. 52 yaşındayım. Oburum. Bu işten nasıl sıyrılacağımı bilemiyorum. Du bakalım. Çözeceğim bir gün elbet.

Aklımdan Geçenler

Öyle çok düşünce geçiyor ki aklımdan .

Meselâ o oyuncaklar girişte kutularda direk toplanamaz mıydı , niye tirübinlerden fırlatmak igibi bir şova ihtiyaç duyuyoruz illa ki. O şov yapılmasa daha az mı etkileyici olacak ? Gerçi sırf şu atma işi için oyuncak getiren bile olabilir , belki de mantıklıdır, bilemiyorum.

Niye slogan attıldı diye taraftarlar stada alınmıyor. Nolucak, o zaman özür dileyip yapmıycaz bi daha mı diyeceğiz. 

İnsan insan şarkısı benden başka kimseyi şişirmedi mi ? Fonda bu şarkıyla bir gece önce evimde şöyle şeyler yaparken ertesi gün böyle olacağını nereden bilebilirdim videoları çekenlerden neden içim soğuyor. Gerçekten acısı olan bunu yapmaz diye mi geçiyor aklımdan. Belki de yapar mı ? Bilemiyorum.

Tırların üzerine kimin yardımı gönderdiğine dair devasa pankartlar asılmasa ne olur ? Sonra vay benim parkartımın üzerine o yazdı bu başka astı demek bir tek bana mı çirkin geliyor. İllâ afiş afiş göze sokmamız mı lâzım ?

Niye herkes kim ne yaptı dedektifi oluyor. Sizin başka işiniz yok mu ? Kendi yapacağına bak. Devletin yapıp yapmadıklarını eleştir ama vay şu ünlü makyajlıydı, bunun hiç sesi çıkmadı falan , sana ne ?

Zavallı Taha'nın üzerinden daha ne kadar geçinmeye çalışacak herkes. Çocuk öldükten sonra bi rahat bırakmadınızdı videoları çekmelerinin sebebi hiç kusura kalmasınlar sadece kameralara oynamaktır.

Bizim olduğumuz yerde yangın çıkmadı, sel olmadı, deprem olmadı diye daha ne kadar suçluluk duyacağız . 

Yarın akşam hangimize ne olacağı belli mi ?  Şimdi mi fark ettik ölümlü olduğumuzu ?

Acınızı anlıyoruz diyenler neyi anlıyor acaba ? Elbette üzülüyoruz, içimiz acıyor ama bazı acıların yaşamadan anlaşılmayacak şeyler olduğunu da bilmek gerek. Allah yaşatmasın, anlamamızı sağlamasın, ne diyeyim.

Kızılay , isminden Türk'ü attığı zaman bitmişti benim için, ama bu yaptıkları hayal gücümün çok ötesinde .

Siz Atatürk'ü depremzedelere cebinden tomar para çıkartıp dağıtırken düşünebiliyor musunuz ? Neresinden tutsam elimde kalıyor . Yuh artık.

Muharrem İnce'ye en ufak bir güveni olmayan tek ben miyim. ? 

Towandaaaaa diye bağırasım, birilerinin gidip yakasına yapışıp sarsasım var. 




Neyse. Bahar geldi. Sabahları hava aydınlanıyor . Akşamları geç kararıyor. Elbette mart ayı soğukla geldi. Yağmur da getirsin de su kaynakları dolsun diye bakıyoruz. Doğa uyanıyor , çiçekleniyor. Biz de uyanıp çiçeklenelim inşallah .