Kısmet

Bu sabah kitap instagramıma koymak için fotoğraf çekiyordum. Shinrin Yoku kitabından da kısaca bahsederim diyerek onun da fotoğrafını çekmeyi düşündüm.  Evde bir iki çekerken, e kitap ormanda yürüyüş kitabı hadi çantama atayım koruya gideriz annemle dedim.

Annemle koruya yürürken Adile Sultan Kasrı'nın kapısına çok güzel ışık vuruyordu. Orada fotoğraf çekildim.( İlk defa boştu :D) 


 O sırada bir hanım da durup bizi gülümseyerek izleyip işimiz bitince beni çeker misiniz diye sordu. Tabii dedim.

Ben onu çekerken bir bey geldi o da binayı çekmeye başladı ama bu arada hanımı da kadraja almış benim arkam dönüktü.

Neyse kadıncağızın keyfi kaçtı,  adama söylendi. Birlikte yürümeye başladık. 

Hastaneden dönüyormuş, tahlil göstermeye gelmiş ama doktor yokmuş bugün. Bunu anlatıyorum çünkü ilginç olan orada karşılaşmamızın olasılığı ne kadar düşük onu vurgulamak istedim. 

Biraz yürüdük, sonra bizi rahatsız etmemek için iki arkadaş konuşacaklarınız vardır diyerek ayrılmak istedi. Dedik biz ana kızız :) Rahatsız etmiyorsunuz,  her sabah yürüyüş yapıyoruz böyle.

Yürüdük, sohbet ettik, açık havada çaycı var orada bir çay ısmarladı bize. O arada ben de kitabımın fotoğrafını çekeyim dedim. 

Kitap ilgisini çekince size hediye edeyim dedim. Yok, kitabınızı saklayın,  almayayım dedi. Ama bu kitap bugün size gelmek içşn çantama girmiş, çok mutlu olurum alırsanız, ben seviyorum kitaplarımı hediye etmeyi deyince kabul etti. Bir şey öğrendim sizden, ben de böyle hediye edeyim kitaplarımdan dedi.

İşte böyle bir sabahtı. Hiç aklımda yokken kitabı çantama atmam, güneşi görünce koruya gitmeye karar vermemiz, kasrın güzel ışığında fotoğraf çekelim dememiz bizi birisiyle yan yana getirdi. Birlikte keyifli vakit geçirdik. Kitap yeni sahibini buldu. 


Kim bilir belki buna ihtiyacı vardı biz de aracı olduk. Kim bilir belki bizim buna ihtiyacımız vardı o bize geldi.

Dualarımın arasında en çok söylediğim "Allahım birisinin dar bir vaktinde ona nefes olmamı nasip et." tir. Çok şükür,  tabii ki kendi kavgalarım  ve kendimle kavgalarım olsa da şanslı bir insanım, bana cömert davranmış bu hayat, buna teşekkür etmenin en güzel yolunun birilerini mutlu etmek olduğunu düşünüyorum. Evdeyim çoğunlukla, fazla insanlarla iletişimim yok,  ama umarım yolumun kesiştiklerine dokunuyorumdur kıyısından.

Çok şey öğrendim sizden diyerek giden bugünkü hanımefendi belki de dualarımın bir cevabıydı, hepsini bilemezsin ama bu hayatı boşa geçirmiyorsun dendi bana.  

İşte böyle. 

Haftanız güzel geçsin. Yollarınız hayatın mucizeleriyle kesişsin. Her nefes alımı içinize huzur dolsun. 



Avustralya Açık Tenis Turnuvası, Nadal , Hayranlık, Djokovic ,Aşı Dayatması

Ehehe içeriği başlıkta özetledim. Ayrı ayrı yazmaya üşendiğim için çorba yapıcam.


Bugünkü bütün plânlarım turnuvanın final maçı nedeniyle yattı. Beş buçuk saate yakın sürdü, akşama kadar tv karşısındaydım ama izlemediğim zamanlar daha çok olabilir, heyecanlandıkça televizyonu kapatıp açtım.

Nadal en sevdiğim tenisçilerden. Bir o bir de Federer'e bayılıyorum. İkisinin karşılıklı maçlarında mest oluyorum. 

Nadal ilginç bir insan. Sağ elini kullanıp yazdığı halde sol eliyle tenis oynuyor. Takıntıları, ritüelleri var,  seyrederken insanı deli ediyor her sayıda tekrarlanan  bu ritüeller. Ama gördüğüm en sportmen en centilmen insanlardan. Kimseye aşırılığını görmedim. Raketini kırmaz, karşısındakine saygılı, konuşmaları her zaman kimseyi kırmayacak şekilde. 

Geçen senenin ortasında sakatlanmış, ayağından ameliyat olmuş. Bu turnuvaya katılıp katılmayacağı bile kesin değilmiş. Ve final oynadı ve beş buçuk saat final oynadı ve karşısındaki kendisinden on yaş küçük, en son grandslami kazanmış şu anda dünyanın iki numarası olan tenisçiye karşı oynadı ve ilk iki sette iki sıfır yenik olarak oynadı. Ve kazandı. 21.  Grandslam şampiyonluğunu kazanarak şu anda en çok kazanan ünvanına ulaştı. 

Nadal'ın sinirleri çelik gibi. Sinirlenerek veya aşırı sevinerek duygularını gıpraştırıp halden hale girmiyor. Vayy şimdi ne yapacağım demiyor. Kendi deyimiyle her sayı için ayrı oynuyor. Tenis izleyenler bilir, son sayıda bile hâlâ şansınız vardır. Bitmeden bitmez. Nadal bunu sonuna kadar kullanır. Artık nasıl bir adrenalinse ödül töreninde neredeyse adım atamayacak durumdaydı ama yenmeyi başardı. Hepimize ilham versin.

Djokovich'e gelince. 

Turnuvaya katılamadı. Aşı olmadığı için.

Hayatımda gördüğüm en saçma neden olmalı bu.

Zaten erkenden gidip karantinaya giriyorsan, zaten test olup hasta mısın değil misin ölçülebiliyorsa kimseye zorla aşıyı dayatmamaları gerek bence. Sonuçta aşılı olduğunda da hasta oluyorsun ve bulaştırıyorsun. Bu kadar aşı olmayanlara yüklenmenin alemi ne. 

Bakın ortalıklarda gereksizce dolananlara, maske takmayıp sokakta sigara tüttürenlere ne kadar sinirleniyorsam, aşılıyız diyerek korunmadan şapır supur öpüşenlere de aynı şekilde sinirleniyorum. Ama aşı olmayan kendi tercihi, olmaz olmaz.  Genetik mutasyona uğrayacağız diye saçma sapan sebep göstermelerine çok gülüyorum o ayrı. Yine de bu kadar önemli bir turnuvaya bu kadar önemli bir tenisçinin alınmaması cidden kötü. 

Söyleyeceklerim bu kadar. Uykusuzluktan başıma ağrı girdi,  gidip yatayım artık :)

Günaydın


Enerjiyle uyandığım günler şükürle dolu oluyorum. Bir yandan da enerjinin sebebini bulmaya çalışıyorum.

Dün gündüz uyumadım -ki kesin sızarım bir yerlere - gece de geç yatmıştım. Yatmam gerek falan demeden "Özgür gecem"  diyip gülerek oturdum. (Bir Metos hikâyesi, anlatmışım,  bulursam eklerim linkini).  Buna rağmen saati kurmadığım halde sabah sekiz gibi uyandım. Pazara gittim. Dönüşte fırına uğradım. Ee geldim sıcacık ekmeğin kıyısını götürdük Metos'la. (Anahtarımı evde unuttuğumdan kapıyı bana açmak üzere zil sesine uyanan tek erkek olmanın ödülünü aldı :) Ispanağı hemen yıkamazsam sonsuza kadar kalacağını bildiğimden ayıklayıp doğrayıp sirkeli suya bastım. Bütün çamurları akıp gidiyor. Yeşil mercimek haşladım. Kahvaltılık domatesleri doğradım. Çayı demledim. Ispanak bir su daha yıkanacak. Soğanını sarımsağını da hazırladım. Ocağa koyulacak bir tek. Pazar alış verişi de yerine yerleşti. Artık Nadal Medvedev maçını izleyebilirim. 

Bugün beni ergen günüm. Evim düzenli, yemeğim hazır. Çok şükür. Bunları yazarken bi uyku bastırdı gerçi. Hemen kendime nazar değdirmiş olabilirim. Neyse biz iyi düşünelim, gidip simitimi peynirimi domates ve çayımı alayım.  

Allahım sen bize yaşama sevinci,  coşkusu, huzuru ve mutluluğu ver. 

Hepinize günaydın. Fotoğrafa tıklayıp keyifli şarkıyı dinlemeyi unutmayın :)

Kendi Kendimi Gaza Getirmeye Uğraşma Yazım (Okumasan da Olur :)

 Sabah yürüyüş dönüşü kahvaltı hazırlama ve yeme sonrası bende enerji tükeniyor. Salon dandini. Şuracıkta uyuklamak çok cazip gelse de şu dağınıklığın negatif çilerinden etkilendiğim kadar hiçbişeyden etkilenmiyor olabildiğimden kalkıp da işleri bitirmeden huzur bulamayacağım. (Cümleyi bir daha okuyup düzeltmeye çalışsam sanırım gün bitecek, o dağınık kalsın :D) 

O zaman hemen bi liste hazırlayıp şuraya iliştirivereyim.

Amaç bütün işleri bitirip yarın öğleden sonra ergene bağlamak. 

1. Çamaşırları topla

2. Ütüle, yerlerine yerleştir.

3. Tülin'e göndereceğin paketin posta fişini doldur. Aklınızda olsun işinize yaramayan artık yünleri, kumaşları,  boncukları,keçeleri velhasıl her türlü  malzemeyi gönderebilirsiniz arkadaşıma. Nefis şeylere dönüştürüp serçev adına satış yapıyorlar.( Bakınız)

4. Kitapları paketle,  göndermeye hazırla.

5. Yapbozları Şule istedi, ona göndermek için hazırla. (Yazıya yorum yapanlar arasında başka yapbozu istiyorum diyen olmadı) 

6. Karavandan gelen tabakları ve suları oraya götür.

7. Salonun tozunu al.

8. Kıyma kavur. Becerebilirsen bol sebzeli olsun.

9. Mutfağı topla.

10. Arkadaşına aldığın hediyeyi paketle 

11. Yarın sabah pazara git.

E hadi başlayalım o zaman.

Saat 13.15, bakalım kaçta bitecek. 

Saat 17.00 ; salon -yerdeki postalanacak ve karavana gidecek çantaları saymazsak - toparlandı. Birazdan mutfağa gireceğim. 

Saat 17.20, nachos pişti, bulaşıklatı kalktı, şimdi servis yapacağım.Can'la Metos film seçmeye çalışıyorlar. Filmden sonra da ailece kitap okuma saati yapacağız. Bilgiç istedi . İyi akşamlar dostlar.

What the Dog Saw (Köpeğin Gördüğü)


Uzun zamandır okumakta olduğum kitabımın sonuna yaklaşırken hakkında yazayım dedim. Zira ne zamandır Kitap Salı yazmayı unutup duruyorum,  kitaplar birikti, biri aradan çıksın.

Bu kitap bana hediye gelmişti sanırım ben almayı aklımın ucundan bile geçirmezdim. 

Yazarın The New Yorker dergisindeki yazılarından derleme. 

İlk yazıyı okurken bırakıp devam etmek arasında kararsız kaldım. Çünkü inanılmaz karışık geldi. Birisinden bahsederken bir anda dedesini anlatıp oradan amcasına geçip derken sizin kimi anlattığını unuttuğunuz bir anlatımı vardı. Ve fakat biraz daha şans vereyim dedim.

Pazarlama taktiklerinden,  doğum kontrol haplarına, mamografiden körfez savaşına, Picasso'dan J. Safran Foer'e konudan konuya atlarken hiç düşünmediğim şeyleri düşünüp bakmadığım bakış açılarını görmekten keyif aldım.

Dünya olaylarına çok meraklı bir insan değilim, bu konuda genel kültürüm oldukça zayıf. Aslında bu tarz şeyler daha fazla okusam güzel olabilir.

Suçlu profili çıkartanların medyumdan farkı olmadığına karar verdiği bölüm gülümsetti. Sanatta erken deha ile uzun yıllar süren çabaların sonucunda bir yerlere gelenlerin karşılaştırılması. Öğretmen olmak için öğretmenlik yapmadan eğitim verilemeyeceği. İstihbaratta aşırı bilginin zararları. Büyük felaketlerin nedenleri. 

Elime alıp uzun uzun okuyamasam da (anlatımın karmaşası, konuların dikkat istemesi nedeniyle zihnimin temiz olduğu anlarda kitabı elime aldım) düşündüğümden çabuk bitirdim.

Sanırım beni en çok vuran geriye dönüp olayların sebeplerine bakıp bunu nasıl göremedik demenin yanlış olduğu bölümüydü. Olaylar gerçekleştikten sonra onların olacağının işaretlerini çözmek kolay ama olmadan önce hiç de öyle belirgin olmuyorlar. Geriye dönüp kendimizi yıpratmanın alemi yok.



🐩İstedikleri şey henüz ortada yoksa,  ne istediklerini bileceklerine inanmıyor. 
" Zihin dilin ne istediğini bilmiyor "

🐩Bir grubun daha mutlu olmasını sağlarsam,  bir diğer grubun ilgisini kaybediyorum. Tek kahve üretmeniz durumunda tüm segmentlerde elde edebileceğiniz en iyi sonucun -eğer şanslıysanız - 60 olduğunu gördük. Bu herkese büyük mutlu bir aile gibi davranmaya benziyor. Oysa duygusal segmentasyon yaptığımda 70, 71, 72 elde edebiliyorum. Bu büyük bir fark mı?  Ah,  evet. Çok büyük bir fark. Kahvede 71 gibi bir skor için ölürsünüz.

🐩İnsanın damak tadında beş temel lezzet söz konusudur : Tuzlu, tatlı, ekşi, acı ve umami. Umami tavuk çorbasının, kurutulmuş,  tuzlanmış, tütsülenmiş etin, balık suyunun, eski peynirin, anne sütünün, soya sosunun, mantarın, deniz yosununun ya da pişmiş domatesin proteinli,  ağır ve kuvvetli tadıdır. "Umami" yoğunluk katar.

🐩Polykoff'un reklâmları "diğerlerinin yönlendirdiği reklâmlardı ; grubun ne dediğiyle ("Boyuyor mu,  boyamıyor mu?")  ya da kocanın ne düşünebileceğiyle ilgiliydi ( "Ne kadar yakınlaşırsa sizi o kadar güzel bulur")  Specht'in cümlesi bir kadının kendi kendine söylediği bir şeydi.  ("Çünkü ben buna değerim") 

🐩İşin anahtarı fikir sahibi olmak değil, fikirlerinizle başa çıkacak reçeteye sahip olmak.

🐩İnsanlar "Seni seviyorum" anlamına gelmeyen bir dokunuşla "Seni seviyorum" diyorlardı. Insanlar yatıştırıcı olmayan jestlerle "Geçti, geçti"  diyorlardı.

🐩Her kim benden bir fikir alırsa,  benimkini eksiltmeksizin kendine bilgi kazandırır her kim benim mumumdan kendi mumunu yakarsa, beni karanlıkta bırakmaksızın aydınlanır. (Thomas Jefferson)

🐩Geçmişe bakıldığında açıkça görünen bir şey, gerçekleşmeden önce nadiren açıktır. 

🐩 Zekâları konsunda sabit bir görüşe sahip öğrenciler, akıllı görünmeyi,  aptalca davranacak kadar çok önemsiyor "

İşte böyle bir kitap Köpeğin Gördüğü. Malcolm Gladwell'in 22 yazısından oluşuyor. Siz kendinizi bir anda ketçapın içeriğini, çok doğurmanın rahim kanserini engellemesini,  uzaya fırlatılan roketin contasındaki faciayı düşünürken buluyorsunuz :D

Komorebi















 Shinrin Yoku kitabından yeni bir kelime öğrendim.  

Anlamı güneşin ağaçların arasından süzülüp yarattığı ışık gölge oyunları.  Ezberlemek için çok uğraştım :) Umarım aklımda kalır.

Tabii ki fotoğraflara şarkı sakladım,  sevdiğiniz bir tanesine tıklayıp şarkınızı alın :)

Hayatın Küçük Keyifleri


Hayatın küçük keyifleri var. Öyle küçük ki her istediğin zaman yapabileceğin şeyler.  Kalkıp yapayım demene bakan şeyler. Ama bazen büyük maceraları bekler, büyük mutluluklar hayal ederken burnumuzun dibinden geçip giden o çok değerli anlar değerlenemeden kaybolur. 


Şu şekeri şu çöpe takıp ateşe tutmak öyle kolay ki. Kıkır kıkır gülüp çizgi filmlerdeki gibi eğlenmek de.  Yeter ki o şekeri alıp o ateşi yak. Neleri yapamayacağına odaklanma, neleri yapabileceğine bak. O kadar.


Sucuk ekmekleri göstermiyorum, hehee:D Üç şekerle doyacak değildik herhalde. 


Tatile gidemiyorsak tatili arka bahçeye getiririz dedik, fena mı ettik. Aferim bize.


Elhan-ı Şita


İşte bu manzaraydı beklediğim ❤


Kar yağdığında bir kozanın içine girmiş gibi oluyor insan. Sesler dışarıda kalıyor, renkler birleşiyor, kenarlar törpüleniyor, kusurlar gizleniyor, kokular yerini taze bir havaya bırakıyor. Ne geçmiş ne gelecek, o âna odaklanıyoruz. Ve bu çok iyi geliyor. Elbette kozadan çıkmamız gerekeceğini biliyoruz ama ruhumuzu biraz sarıp sarmalaması şifa veriyor. 


Hepinize günaydın. Musmutlu bir haftaya açılsın sabahınız.





 Not : Elhan-ı Şita kış ezgileri demek. Cenap Şehabettin'nin harika şiirinin ismi. 

Bu şiiri, anlamını ve bendeki özel hikâyesini şurada yazmışım. Gidip okumanızı isterim :)

O yazının altındaki yorumdan şu bloğa ve yazıya ulaştım ki,  onu da okumanızı tavsiye ederim :)

Son olarak da dün geceden minik bir enstantane ile bitireyim.



Ezca Dolabına Bir Baktım

Herkes evde tepemdeyken büyük işlere kalkışasım gelmiyor ama bir yerden geçerken tek dolap, çekmece falan bakmak güzel oluyor. Sizin de çekmece dökmek gözünüzde büyüyorsa benim gibi yapabilirsiniz.

Geçen gün portmantonun üzerindeki kutuyu dökmüştüm masanın üzerine meselâ. Bu akşam da tuvalette ecza dolabıyla göz göze geldim. Güya yeni dökmüştüm, yoktur içinde gereksiz şey diyordum. İnanmazsınız neredeyse on kutu son kullanma tarihi geçmiş ilaçla dört beş kutu da vakti zamanında doktorların yazdığı ama benim ne işe yaradığını bilmediğim, ihtiyacım olursa asla aklıma gelip de almayacağım ilaç çıktı. Hepsini pazartesi günü sağlık ocağına götüreceğim. Aklınızda olsun, evdeki gereksiz ilaçlarınızı dolapta durmasındansa götürün sağlık ocağına birilerinin işine yarasın. 

Hâlâ nasıl o kadar son kullanma tarihi geçen çıktı ona hayret ediyorum,  düzenli olarak veriyorum güya.

Evet bugünün temizliği bu kadardı. 

Sabah yürüyüşte çektiğim videolarla iyi geceler dileyeyim size. 


Sonradan Not : Mutfakta bulaşık makinası boşaltırken paketinden hiç çıkmamış fincan takımı ile kupa buldum. Hediye geldikleri için duruyorlardı. Baktım. İhtiyacım yok diye kaldırmışım ama ihtiyacım olsa kullanırmıyım, ııh, içimi mutlulukla doldurmuyorlar. Verilecekler arasına girdiler. 

Her Sene En Az İki Kere Kıyafet Verince Zannedersin ki Hiç Fazlalık Kalmamıştır

Ama üç torba çıkartmayı başardım.

Bazı kıyafetler var verememişim.

Yıllar önce birileri hediye etmiş, sevmişim ama hemen hiç giymemişim. Ya da giymişim eskimiş ama hatırası var diye ayrılamıyorum. Kondo yöntemi ile kendilerine teşekkürlerimi sunup onlarla vedalaşmaya çalışıyorum. 


Her sene sürekli kıyafetlerimden giymediklerimi ayıklarım. Fazla kıyafet de almam gerekmedikçe ama nasıl hâlâ bir sürü var bilmiyorum. Çok da kaliteli almamak mı gerek nedir. 

Geçen senelerde öyle ayrılamadığım ama fazla da giymediğim bir çoğunu deprem yerlerine göndermiştim.  Yine de zayıflayıp da giyerim dediğim bir iki kıyafetten ayrılamıyorum. Bir de sadece tek çanta kullansam da iki lacost bir de kipling çantam var, üçü de hediye, kendilerine kıyamamaktayım. Bir de babacığımın aldığı hasır gibi bir çantam var ona kıyamıyorum. Ayakkabım zaten pek yok. Hatta bir tane kışlık aakkabıya ihtiyacım var ama botla idare ediyorum diye almıyorum. Yani ev kırtasiye dolu ama ayakkabı ve çanta yok :D


Metehan'a küçülen gömlekleri ayırdım, alıp da giymediğim elbise, pantolon. En çok kullandığım üç çarşafı tutup diğerlerini çıkarttım. Zira biz sadece lastikli penye çarşaf kullanıyoruz, her tarafı lastikli olmayanları yatak üzerinde tutamadığımızdan duup durmaktaymış. Yastık yüzü bir sürü varmış, onlardan vermek üzere koydum çantaya. Can'ın neredeyse hiç giymediği lakost tişörtleri gitti. 


İşte böyle. Şu an hava lodostan soğuğa döndü. Yağmur yağıyor. Kar bekliyoruz bakalım. Televizyonda Nadal'ın maçını izliyorum. 

Bu sıralar inanılmaz yemek yiyesim var. Haftasonu kendime karbonhidrat ziyafeti çekme hayallerindeyim. 

Seneler önce başladığım bir örgüyü buldum (sanırım on seneyi geçmiş)  barbi bebeğe elbise örüp gülümsettim kendimi. Onu şiş küçük diye fazla ilmek arttırım uzatamadım,şimdi yeni bir tane başlayacağım. Güzel bir meditasyon oldu bana.


Bir de kar yağarsa kar manzaralı yapbozumu çıkartacağım :)

Bu sıralar yine hormonlarımın mıymıntılığıyla uğraşmaktayım, hiç enerjim de keyfim de yok, bi bitse şu haller de kendime gelsem diye bekliyorum. Arada kocaman offf puff çekiyorum. Sonra Yalova'daki komşumun lâfı geliyor aklıma "Off çekme, şükret"  derdi her ofladığımızda. Kar gelse de geçmiş, gelecek, btün kötülükler, çirkinlikler o beyaz tabakanın altında kalsa, sessizliğin ve beyazlığın tadını çıkartsak biz de.

Işte böyle.

Haa, pasaportlarımız geldi, bu kadar çabuk beklemiyordum doğrusu :)

Hepinize keyifli haftasonları olsun. 

Aa okullar da tatil oldu bugün. Eskiden ne çok sömestir tatili önerileri hazırlardım bizimkiler için araştırırken. Hatta etiketlerin içinde var, güncel olanlar artık işe yaramasa da belki hoşunuza giden etkinliklerimiz olabilir, gidip bir bakın isterseniz.

Haleluyaaaa

Evde günlerdir pasaport yenileme fırtınası esip duruyordu. Can pek sever böyle işleri :D Bir de geçen sene Metehan'la başlarına gelenlerden sonra iyice gerilmiş adam. (Bakınız) 

Aslında pasaportun süresi nisanda doluyordu ama Can'ın Amerika vizesi alması gerekiyordu, bu da en az altı ay kalmış pasaport gerektirdiğinden pasaport yenilemeden vize baş vuramıyordu. Biz de ana oğul peşine takıldık zira hazır o giderken bizimki de aradan çıksın dedik, çünküm yeşil pasaportu o olmadan yenileyemiyoruz, illâ yanımızda olması lâzım. 

Bunlar genel konular ama tabi arka plan karışık. 

Bakınız bir önceki pasaport maceramıza. O zaman da nüfus cüzdanlarımızı yenilememiz gerekmişti. (Gülmek isteyenler buraya) 

Son altı aylık resim gerekyormuş, var mı resimlerimiz ile başladı benim adam. Heee, iki senedir biz ihtiyaç olursa diye altı ayda bir fotoğraf çektiriyorduk zaten dedim. Nese en azından saça boya beklemeye gerek yoktu, ben bizimkinin vıdı vıdıları başlamadan gidip ertesi gün yürüyüş yaparken çektirdim. Ben çektirdim de Bilgehan 'a tıraş oldurup o fotoğrafçıya gönderme işi meşakkatli iş. Oğluşum aman oğluşum baban dellenmelere başlamadan şu işi hallettirelim diyerek tıraş oldu ama tek başına gitmek istemiyormuş. Neyse babası da gitti (aslen son on senedir kilo almak dışında değişmediğinden bence çektirmese de olurdu)  ilk "ohhh bu kısımı atlattık" duygu selini yaşadım.

Derken randevu alıp eksikleri tamamlama moduna girdik. Randevu alacağız da yine prens veliahtlarının sınavına felan denk düşmesin diye programına bakması için bir gün uğraştım. Öğrenci belgesi de gerekmez mi. Söylene söylene e devletten alıp bana yolladı. Zira printera yollasa olmaz, oyun oynuyor, işi zor. Bir de hes kodu gerekmesin mi? Artık beyzademiz bağrınmaya başladı . Zira telefonunda yok kod. Yeniden e devlete girecek, incileri dökülecek. Neyse şifresini bahşetti, onu da çıkarttık. Allah için Can çok sabırlıydı da bir de kavga modu çekmedim.

Randevu alındı eksikler tamamlandı. Randevu günü oğlanın kalkma sorunsalı için üç gün önceden onu baymaya başladım. Zira bizimkinin uyku düzeni hepten saptığından günü gecesi karışık.

Bu arada Can da düzenli aralıklarla orada otopark bulamıycaz, neyle gitsek, taksi mi tutsak, karşıya geçip bir yerde bırakıp ordan mı taksi tutsak, veya şöyle mi yapsak (yani bi Zimbabve'den aktarma yapmadık alternatif planlarında) modunda. Ya dedim sen ki her bir yere gittiğimizde benim park yerim hazırdır derdin, noldu böyle?  Etrafta bir sürü park yeri var buluruz birinde yer.

Neyse Bilgiç gece yatmamış sabah keyfi yerinde ve ayaktaydı. Dokuz buçukta evden çıktık. Onda randevumuza bir saat kala oradaydık. Yakında bir park yeri bulup hemen park ettik. Binanın içinde açık avlu gibi bir yerde oturup saati bekledik. Randevuya yarım saat kala sıra numarası alınabiliyor, sıramızı aldık. Beş dakika sonra içeri girdik. Öğrenci belgesi ve bilimum ıvır zıvır istenmedi bile, ekranda gözükmüş. En uzun süren iş benim parmak izimi çıkartmaktı, okuyamadı makina bir türlü. Eliniz suda uzun zaman geçirmiş dedi görevli hanım, Allah Allah,  yoooo :D

Saat 10.50 de işler bitmişti. 

Kimse kimseye girmeden, benim yüreğimi tüketmeden, çok şükür bu işi de atlattık.

Günün geri kalanı tembellikle geçti. Bir de film izleyelim dedik ama Anne / Android isimli film ööğk moddaydı. Hiç izlemeyin bence.

Bir kaç gündür atma listesi yazmadım. Yoğun bir temizlikte bulunmamakla birlikte iki çanta çıkarttım.

Can'ın hababam alıp durduğu ama hiç kullandığını görmediğim polar boyunluklardan ikisi 

Bol miktarda kasket şapka

Metehan'a küçülen iki gömlek

Alınmış ama hiç giyilmemiş pantolon

Yine Can'ın giyilmeyen şortu eşofman altı falan.

Korona diye alıp hiç kullanmadığımız siperlikler

Pandeminin ilk günlerinden demlik poşet bulamayıp aldığım sallama poşet çaylar 

Can'ın kalemliğinde bulunan on küsür kalem, yeni kalem almasının siniriyle boşalttım kalemliği  

Karavana diye aldığım ama işime yaramayan kapı arkası organizer 

Başıma küçük gelen saç bantı.

İki tane eskimiş tek kişilik yatak çarşafı. 


Şu sıralar legoları nasıl taşıyacağımızı düşünmekteyiz. Bozacak mıyız, koruyacak mıyız. Hâlâ oğlanların odasına girmedim. Girersem nasıl çıkarım bilmiyorum :D

Bu kadar uzun yazıyı buraya kadar okuduysan valla bravo. Eğer istersen yorumlara yaz da sana bir puzzle göndereyim. İki tane yapıp bozduğum kutusunda duran yapbozum var. Pek sanmıyorum ama isteyen kişi ikiden fazla  olursa kura çekerim.

İyi geceler millet.

Üç Film Önerisi (Ehehehe, Başlığa Bak Beee :D)


Bu filmi teeee ne zamandır izlemek istiyorduk, bir türlü denk düşmemişti. Bu akşam başardık. Gerçek hayat hikâyesinden esinlenilerek çevrilmiş.  Çok yetenekli,  varlıklı zenci bir müzisyenle ona turnesinde hem şöförlük hem korumalık yapan italyan asıllı kaba saba bir korumanın hikâyesi.  Böyle filmleri insanların empati yeteneğini arttırmak için daha çok çevirmek gerekiyor belki de.


Bu filmi dün izledik. Hiç mi hiç izlemeyi düşünmediğim bir filmdi. Sıradan saçma sapan bir macera diyr düşünüyordum. Metos filmlerle ilgili izlediği bir videoda görmüş. Güzel olabilir dedi. Gerçekten de sevdik.  Müzikleri, (ilk sahnede şarkının sözlerinin duvar yazılarında olması çok keyifli bir ayrıntıydı örneğin),  karakterleri, kovalamaca sahnelerinin ne bıktıracak kadar uzun ne de saçma derece kolay olmaması, olay örgüsü falan gayet güzeldi. 


Bu da geçen gün izlediğimiz çıtır çerez. Kahkahalı keyifli nefis manzaralarda geçen kafa dağıtmalık film aradığınızda izleyiniz. Zaten Dwayn Johnson varsa gülmemek mümkün mü :)


Yalnız, babababa, her zevke uygun film bulmuşum heeee. 

Ne çok yönlü bi bilogum, keşfedilemedim gitti anacım. Yıllardır yerimde sayıyom :P

Haydi iyi geceler, gidip biraz daha kitabımı okiim ben.

Vücudum Ne Zaman İhtiyaç Duyuyorsa Sinyali de Veriyor

Otuzlu yaşlarımın sonuna kadar yüzüme krem mrem sürmedim. Ne zaman ki alnım kaşlarım pul pul olmaya başladılar, bende de krem sürme ihtiyacı ortaya çıktı.

Güneş kremini sürüyordum ama Bilgiç'e hamileyken yüzümde lekeler çıkmaya başlayınca özen göstermeye başladım. 

Ellerim keza bol miktarda deterjanla birleşip de hatır hutur olmadıkça krem sürmek aklıma gelmez.

Şu aralarda da vitamin hapına ihtiyaç duyduğumu kabullensem iyi olacak. Dışarıdan doping alıp vücudumu alıştırmak istemiyorum ama hapı içinde enerim ve moralim yerine geliyor.  

İlk evlendiğim sene annem bana Osman Müftüoğlu'nun Yaşasın Hayat kitabını almıştı. Ellili yaşlar vitamin, mineral destekleri vardı bir sürü,  bu da ne demiştim ama o yaşlara gelmiş olarak, hımmm, hafiften birşeyler alınabilir sanırım modundayım şu an. 

İşte böyle. 

Bir pazar akşamı. Can televizyonla bişiler yapıyor. Ben de müzik dinliyorum. Müziğin enerjisiyle (bi de multivitamin :) mutfağa girip oraları temizledim. Çamaşır yıkamak ve yemek dışında bugün yaptığım tek iş oldu. Güya hiç iş yapmayacak ergene bağlayacaktım bugün ama etraf dağınıkken olmuyor ki keyif. 

Yine de inatla Avrupa Buz Pateni Şampiyonası'nın gösterilerini izledim. Öyle güzel ki o pırıl pırıl gençleri izlemek. Bir tarafta da tuhaf, ilk izlediğim zamanlarda yarışmacılar benden büyük olurlardı şimdi oğullarımdan bile küçük olanlar var :)

O arada çamaşır yerleştirirken iki şort, bir pantolon, diş fırçaları (bu diş fırçası ve macunu istifçiliğim de nereden çıkmış bilmem, her yerden bişiler çıkıyor), kremler falan ayırdım. Ayakkabı içine keçe istemiştim karavanda patiklerin içine sokuşturmak için, tabii ki eşim bey onlu paket almış, napcaksak o kadarını. Kalanı da verileceklerin içine girdi. Biraz da atacak eskiler buldum. Can'ın on tane paketi açılmamış uçuş gömleğine ne yapacağım bilemedim. Son gelenler vakko, sağ olsunlar pek pamuklu kumaş kullanmışlar, ütülemesi bir zulüm. Eskileri mis gibiydi. 

Yünlerime şişlerime baktım. Paketinden çıkmamış kasnaklarla gözgöze gelip başımı çevirdim. Kasnak isteyen varsa gönderebilirim anacım, ne akla hizmetle almışsam onları. 

Saat 22.30 olmuş. Biraz da kitabıma bakayım. Genel kültürümü arttırmaya devam. Evin içinde tuvalet temizlerken ne işe yarayacaksa bi şirketin bilançosunu nasıl şişirmiş olduğu bilgisini ben. Komik Handan. 

Haydi iyi geceler. Birileri varsa ve okuyorsa tabe :P

Birlikte Çığlık Atıp Oh Bee Denilecek Şarkılar

Bir sabah erkenden kalkmama gerek yok, onda da hortluyorum. Hayır dinç bir şekilde kalksam amenna, ne uyuyabiliyorum ne uyanabiliyorum. Arafta.

Dişim apse yapmış. İçeriden apse yaoan dişi de ilk defa görüyorum. Dilimi oynattıkça acıyor meret.

Bu aralar yine depresif hallerimdeyim. Oysa buz pateni izleyip kitabımı okuyorum, insan daha ne ister. Tek başıma bir hafta tatile gidip,  tek başımalığımdan sıkılıp dönmek istiyorum sanırım. Kendimi karavana mı kapatsam bir kaç gün acaba,  ne güzel olur. Telefonu falan da evde bırakayım,  kitaplarım, defterlerim ve ben. 

Çekmece dökme işini bu haftalık bıraktım. Pazartesi beklenmedik yatıya misafirim gelince koştur koştur evi düzelttiydim, biraz onun tadını çıkarttım. Sonra da bu berbat havalarda gece kalanların çarşaflarını nevresimlerini yıkayıp kurutmaya çalıştım. Neyse dün güneşli ve rüzgârlıydı da kalın örtüleri kurutabildim.

Pasaportumuzu yenileme işlemlerine giriştik. Aslında nisanda bitiyor süresi ama Can'ın vize almak için ihtiyacı var. Biz de o gelmeden alamıyoruz kendimizinkini, bari hazır giderken peşine takılalım dedik.

Dikkat dağınıklığından muzdarip birisinin podcastlerini dinliyorum bu aralar. Teşhisinden yedi yıl sonra olayı kavramaya başlamanın utancı mı mutluluğu mu olsun bilmiyorum.  Bunca zaman hep obsesifliği öne almıştım (hoş onu da uzun uzun araştırmamıştım ya)  ama dikkat dağınıklığı bizim asıl sıkıntımızmış. Bu konuyla ilgili uzun uzun anlatacağım bir ara. Ve fakat anlamaya başlamak işi kolaylaştırmıyor, tepemin tasının atmasını engellemiyor, sadece sinirleneceğim şey kişi değil hastalık. Bir de bunu evdekilere anlatabilsem. 

Leyla Navaro'nun Gerçekten Beni Duyuyor musun diye bir kitabı var, herkes alıp tekrar tekrar okumalı. Hatta bloğun ilk yıllarında buraya yazmıştım içinden bir yeri. Dur bulayım da linki ekleyeyim. İşte şuradaymış. Birileri bize derdini anlatırken hemen kendimizinkini ortaya atmamız, bizim başa çıktığımızla karşılaştırmak ne bileyim iyi niyetle de olsa derdi hafifletmek adına önemsiz göstermek falan karşımızdakşne yardım etmiyor onu yalnızlaştırıyor. Anlatmaktan vazgeçmesine, anlatamamanın verdiği ağırlığı taşımasına neden oluyor.

Ay neyse, sonra anlatacağım demiştim bodoslama daldım. Sonra kafamı toparlayıp anlatırım ama siz şu kitabı bulup okuyun lütfen.

Kitap demişken yılın dördüncü kitabına başladım.Köpeğin Gördüğü. Malcolm Gladwell isimli bir adamın bir yerde yazdığu yazılardan derlenmiş. İlk yazıda bırakmaya karar vermiştim, öyle dağınık gidiyor ki kimden bahsettiğini anlamak için dönüp dönüp tekrar okumak zorunda kaldım. Ama biraz daha şans verdim. İlginç konulardan, pazarlama stratejilerinden bahsediyor. Hardalın değişik modelini pazatlamak için neler yapıldığu, ketçapın içeriği, iki farklı saç boyası markasının farklı reklamlarının sosyal mesajları,  sokak satıcılarının ya da şimdiki haliyle televizyonda pazarlama yapanların taktikleri, hedef kitle seçimi falan. İşletme Mühendisi olan,  hayatımın tozlu raflarına hapsedilip unutulmuş benliğimi mutlu etti. 

Neyse, pek cumartesi sabahı keyfine uygun olmayan tatsız tuzsuz yazımı burada sonlandırırken. Böyle sıkkınç zamanlarımda içimdeki çığlığı benim yerime attığı için çok sevdiğim bir kaç şarkıyı buraya ekliyorum. 


Bu iki şarkı da aynı. Ben üsttekine alışık olduğumdan onu daha çok seviyorum ama alttaki de filmden, onun da sesi çok güzel, sadece söyleyişi değişik geliyor.  Siz kendimizinkini bulun bakalım hangisi dha güzel gelecek :)



Bu şarkıyla az sabahlamadım. Masum ilk kısmından sonra sapıtıyor ve ben oradaki her notanın sanki beynimdeki bütün negatif şeyleri sıyırıp attığını hissediyorum. Hehehe, sizi deli de edebilir, dinlemeden bilemezsiniz.

Bunu bilmeyen var mı ki acaba, inanılmaz çığlık, ne varsa içimdeki savrulup gidiyor dinlerken. (Yukarıdaki ilk şarkıyı söyleyen adam zaten) 

Bu da diğerlerine göre daha sakin,  çığlıksız, umut veren bir şarkı. Hemi de Manowar, nasıl yapmışsa böyle şarkıyı.


Son olarak bir Manowar şarkısı daha ekleyeyim, kalk ve savaş diyen. Ben de kalkıp yürüyüşe gideyim.

İyi ki müzik var, kitap var, film var, resim var, spor var. İyi ki.


Dünya İçin Küçük Bizim İçin Büyük Bir Adım

Dün hava buz gibi ve yağmurlu olunca annem masasını salona kurmuş. O koridorda biz salonda yaşgünü kutlaması yaptık. Pazartesi uzun yoldan gelip cenazeye katılan akrabalarımız bizde kaldığından maaile gitmedik zaten ne olur ne olmaz diye. Şirin salonumuzu özlemişiz. 


Uzun zamandır abla kardeş fotoğraf çektirmemişiz. 



Tabii ki mum üflemeden sönüyor. Zaten maskemizi çıkarttık diye nefes almadan fotoğraf çekilmeye çalışıyoruz :D


Sıcacık bir kış sabahı oldu bize.

Bu sabah ise annemle yine yürüyüşteydik.


Pek tutacak gibi değil ama şöyle akşama kadar bir güzel yağsa da seyretsek.


Ömel Kiltat

Küçüklüğümden hatırladığım çok az şey vardır. Ama "Hah hah haa çatlasın düşmanlar, benim de artık bir kardeşim var"  diye evin içinde hoplayıp zıplayışımı hatırlıyorum.

Öyle çok bir kardeş istemiştim ki. Ve öyle güzel bir kardeş geldi ki bana. 

Düşünsenize altı yaşındasınız ve canlı bir bebeğiniz var :D

Bebek büyüdükçe oyun arkadaşınız oluyor. Sizin kurduğunuz oyunlara sizin kadar hevesli, kâh ayaklarınızın üzerinde zıplatıyorsunuz kâh bir kutunun içine sığışıp maceradan maceraya koşuyorsunuz. 

Bazen tepesinin tasını da attırıyorsunuz,  "Sen sus, DELİİİİ!!" diye bağırıyor (Napsın çocuk iki saniye susmayan ablasından fırsat bulup babasına üç kelime diyememiş :D) ,  bazen o sizin tepenizin tasını attırıyor bir tokat aşk ediyorsunuz (anasından babasından yememiştir) . 

İlaç kutusundan evler yapıp iskâmbil kâğıdından yollarla şehirler kuruyorsunuz. Siz kâğıt bebekler çizerken o da kâğıt polisler çizip kesiyor :) Okulculuk oynarken bir bakıyorsunuz okuma yazma öğrenmiş. Satranç öğretiyorsunuz bir bakıyorsunuz yenemez hale gelmişsiniz. 

Minicikken sürekli kandırıp eğleniyorsunuz da tabi.  Eh o kadar da olsun.

-Sigara içmiyorum Kürşadcım. 

-İyi.

-Ama içsem de içiyorum demezdim tabi.

-Ablaaa.

Dinlediğiniz şarkıları paylaşıyorsunuz. Filmleri. Ağzında bakla ıslanmayan çocuk ketum bir sırdaşa dönüşüyor. Bir gün sinemada film izlemeye çalışırken bir bakıyorsunuz boyu sizi aşmış.

Babamın genlerinin çoğunu almış. Müziğini almış, resmini almış, hafızasını almış. Yetenekli mi yetenekli, baktıkça gurur duyduğum bir adam. 

Ablaaa deyişi ömre bedel, canımın içi, ilk gözağrım, oyuncağım oyunum, biricik kardeşim. 

İyi ki doğmuşsun. İyi ki benim kardeşim olmuşsun. 


Sabah Sabah

Dün gece uyku tutmadı bir türlü. Kitap okudum ben de. Üç kere uyumayı denedim üçünde de içimi sıkıntı basıp kalktım. 

Dolayısıyla haftaya çöp gibi uyandım.

Uyanmasaymışım da olurmuş.

Sekiz buçukta dersi olan Bilgehan kalkmadı. (Bu aşamada çaresizlik ve sinirden ağlıyorum. Ne yapacağımı, çocuğumu nasıl hale yola sokacağımı bilmemenin verdiği gerilim hayatımın tam orta yerinde duruyor)

Spor da iptal oldu. Normalde ben kendi kendime yapardım ama hem uykusuz,  hem ayın muayyen günleri olunca boş verdim.(Bütün bileşik sözcüklerin nasıl yazıldığına sürekli bakan bir ben miyim? Kafam basmıyor bir türlü bunlara. Boşvermek bana öre bitişik yazılmalı sonuçta boşu vermiyorum ama ayrı ayrıymış. Ne diyorum ben yaa) 

Yatıp uyuyayım bari yürüyüşe gidene kadar dedim ama hâlâ uyuyan oğlanın derdi beni boğdu, kalkıp mutfağımı toparlayayım bari dedim. O arada 12 tane çay bardağını paketleyip koymuşum verileceklerin arasına. (24 tane daha var :/)  

Şu an tam zombi gibiyim. İçtiğim kahve de beni ayaltamadı. Çaresizlik hissim ayyuka çıktı. Açım. 

Demişim. Sonra biraz blogları okudum, ardından yürüyüşe gittim. Kahvaltımı yaptım. Saat 13.50,  oğlan hâlâ uyuyor. :/

Neyse hemen uyumak niyetindeydim ama misafir gelme olasılığı çıktı. Pek küçük bir olasılık ama benim evimde bir haftadır süpürge açılmadı, dökülen kutulardan her yer dandini. Azıcık toparlayayım bari. Ne dağıtmıştım oysa ki beeee.

Bu arada ikili paket kalitesiz bir iskâmbil kâğıdı seti ile bir paket de eksik iskâmbil kâğıdını atılanlara ekledim. Bugün işler kesat ama bugün zaten çekmece dökmüyordum, yine de bayağı bir şey attım sayılır.

Gidip şu evi süpüreyim şimdi,  sonra belki uyurum azıcık. 

Gece gece güncelleme : Saat geceyarısını geçti.Uyuyacak vakit bulamadım. Evi süpürüp toparladıktan sonra mutfağa daldım. Yemekte dört misafirim vardı. Üçü yatıya kaldı. Şimdi yatağa gelebildim. 

İyi ki Doğdun Canım Annem


Sabahları çiçeği böceği gözden kaçırmadan yürüyüşlerimizi seviyorum.



Mahallemizin sokaklarının tadını çıkartmamızı seviyorum.



Kıkır kıkır gülüşmelerimizi seviyorum.



Dört mevsimin de güzelliklerini görmemizi seviyorum. 



 Ama en çok yanımda olmanı seviyorum.

Canım annem.

Sağlıkla, huzurla, mutlulukla,  şiirle, şarkıyla, bolluk bereketle, nice güzel yılların olsun.

Cumartesi Gecesi Atışı Bebek :D

Dün akşam nostaljimi yapıp şarkıları dinledikten sonra takı kutularıma el attım. Küpeleri ve kolyeleri astığım şeyi fi tarihinde anahtarlıktan yapmıştım ama ipin altına bir şey çakmadığımdan ağırlığından düşüyordu onu düzelttim. 


Kopmuş zincirimi Can tamir etti. Uzun zamandır kullanmadığım kolyeleri, elimin en son gittiği küpeleri vermek üzere ayırdım ama çok fazla şey ayırdığımı söyleyemeyeceğim, zaten her sene eliyorum. 

Ve ne yazık ki takılarım sadece bunlar değil, üç kutuda daha var, küçük vidalı küpeler, bilezikler ve diğer kolyeler. Hımm yüzükler. Tokalar. 

Oradan kozmetik kısmıma geçip (bak o gerçekten az :D)  tarihi geçmiş yağları kremleri attım. Ne hikmetse alıp alıp bir kenara koyduğum kullandığımız üç tanesi haricinde üç tane de açılmamış diş macunu çıktı. Birisini vereyim bari dedim. Fi tarihinde yine bir atölye için almışım her yerden kâğıt mendil çıkıyor, onların da bir kısmını vermek üzere ayırdım. İlaçların içinden kullanmadıklarımı da pazartesi günü sağlık ocağına bırakmak üzere seçtim.

Şu anda saat gece yarısı olmuş. Gidip yatayım artık, sabah erkenden pazara gideceğim. Sebzelikteki son yeşillikle de salata yaptım her şey bitti. Sanırım 15 günde bir gitmek iyi oluyor, ben aldıklarımı bir haftada bitiremiyorum. O zaman daha az alsam daha iyi olabilir tabi ama pazara gittiğimde gözüm dönüyor :D

Listeme yarın kaldığım yerden devam ederim. Sizi de gıpraştırıp evlerde bişey bıraktırmayacağım :D 


At At Bitmiyordu

*Çocukların resim defterleri. 

*Anasınıfında öğretmenlerinin yaptığının belli olduğu bilimum elişi şeyleri (zaten birer ikişer saklamıştım sadece onlar da gitti) 

*Kimin ne zaman yaptığı belli olmayan resimler.

*Lise okul yıllığıma yazdıklarımın olduğu defter sayfaları. Yıllık bende olduğuna göre onlara gerek yok.

* Gazetelerden kesilmiş bilgilendirici şeyler. 

* Ödevler.

*Ortaokul matematik defterim (Üniversiteden iki tane kalmış, onları bıraktım artık.)

Bugün çıkarttığım kutuları yerine yerleştirdim. İşin tuhafı, dört eş çanta eşya attım ama kutular hâlâ dolu ve sayıları da aynı, ne işe yaradı bu yaptıklarım diye sorgulamadım değil.

Günlerdir bekleyen ütüyü yapıp kaldırdım.

Yemek bulaşık falan derken oldu bu saat (20.06) kılımı kıpırdatasım yok. Evin gündelik yemek bulaşık döngüsünden fazlasına enerjim yetişemiyor resmen. Bir haftadır etrafı süpürmedim bile. Yarın da süpüremem ihtimal,  pazara gideceğim. Ancak dağınıklık toplasam yeter. 

Bu aralar kitap da okuyamıyorum hiç canım çekmiyor. Yanıma aldım bir tane,  kapağını açarsam bir fırsat vermiş olacağım. Bakalım.

Şimdi biraz nostalji yapacağım,  gecenin ilerleyen saatlerinde müzik keyfine beklerim efenim :)

Bugünün Atılanları

* Kapadokya'dan alınmış kaya parçaları (sorgulamayın bak, sonra yazmam ama :D) 

* 24 yıldır birikmiş haritalar, broşürler, otobüs çizelgeleri felan. Kitap gibi olan Kapadokya ve Bergama dışındakiler gitti.

* Origami dinozorlar, kuşlar. (Bak hâlâ sorguladığını hissediyorum :D)

* Tee tenis maçı izlemelerinden kalma balonumsu tuhaf şeyler,  pakette ve açılmamış.

*Periyodik cetvel. Napiim, çok seviyorum,  duvara asarım diyordum.

*Arkadaşımın sen ayölyede kullanırsın belki diye verdiği kına mumlukları. Kullan kullan bitmedi.

*Doksanlı yıllarda gazetelerden kestiğim film açıklamalarını yapıştırdığım defter.

* Yakmak üzere ayırdığım bilimum vize işlemi belgesi. Artık ilk kampta büyük kamp ateşi olacak.

* Bilgehan'ın baştan savma yaptığı okuduğu kitaplarla ilgili ödevleri.

* Bir adet new york times gazetesi. Nereden gelmiş niçin atılmayıp saklanmış,  bunu ben bile sorguladım :D

* Yıllardır kullanılmamış resim çerçeveleri (birilerine verilmek üzere ayrıldı) 

Ev hâlâ aynı dandinilikte. Zira ben üç şey çıkartıp sınıflayıp sonra patlayacak hale gelip koltuğa atıyorum kendimi. Acaba bu iş bu hızla ne zaman bitecek? 

Rüyalardan Yorulmak

İnsan rüyalardan yorulur mu?  Ben yoruluyorum vallahi. Sabaha kadar o kadar çok rüya görüyorum ki. Bir sürü arkadaşım oluyor rüyalarımda, canlı ve renkli rüyalar ama gözümü açar açmaz kayboluyorlar aklımdan. Hani bari tamamıyla kaybolsalar, sanki dilimin ucunda gibi,  bir var bir yok gibi, deli ediyorlar beni.

Eskiden regl öncesinde olurdu bunlar şimdi hep böyleyim. 

Bu sabah aklıma şu geldi. Bilgisayar oynadığım zamanlarda oyundan kurtulamazdım gece boyu. Gözümü kapattığım anda üzerime üzerime gelirdi hatta bir çok oyunu oynamayı bırakmışlığım var bu yüzden. 

Ders verirken de rüyamda vermeye devam ederdim.

Şimdi de izlediğim instagram videoları falan mı beni etkiliyor da böyleyim acaba.

Bugün denemeye başlıyorum.

Bir hafta,  kendi yazımı yazmak dışında instagrama bakmayacağım, bakalım bir fark olacak mı?  

Umarım başarırım.

Şimdi şu süprüntü halimi şurdan kaldırıp spor matımı yere sereyim.

Hepinize günaydın. Gününüz, ruhunuz, haalleriniz ve umutlarınız aydın olsun.

Sabah Duası


 Dikkat ettim de ne zaman yataktan çöp gibi kalkıp kendimi hasta gibi hissediyorsam böyle fotoğraflar çekiyorum. Sabahın köründe kalkmışım,  kılımı kıpırdatasım yok, nane mollayım, evim dandini ötesi yapmam gereken çok iş var, daha da kötüsü benim hiçbir şey - yatmak, gezmek gibi keyifli şeyler de dahil olmak üzere - yapasım yok.


Kendimi zorla duşa attım. Sabah bakımımı yaptım (yani dişimi fırçalayıp yüzüme madecassol sürdüm :D) Gözüme biraz far.  Ve en iyi gelen şey biraz parfüm sıktım. Hâlâ iç güveysinden halliceyim ama en azından ter kokmayan bir iç güveysiyim ;)


Allah'ım bana güç ver, enerji ver diye dua ederim böyle zamanlarda. Bu sabah durup bir düşündüm,  ben dayanma gücü değil heyecanla yaşama sevinci istiyorum. Allah'ım sen bana yaşama sevinci, umudu, heyecanı ver. İçim kıpır kıpır olsun, dudaklarımdan sebepsizce gülümseme belirsin, yüreğimde bir sıcaklık oluşsun beni sarsın sarmalasın...



Not: Kolyem Tülin 'den, tam enerji vermelik :) 

Evin Halini Görseniz


 Hatta oturduğum yerden manzarayı göstereyim. Nereye el atsam elimde kalırken bir de hava güzel diye çamaşır yıkayınca tam oldu :D

Not defterlerinden alınmış ama kullanılmamış bilumum şeye kocaman bir çanta kapıcıya vermek üzere ayrıldı.

Kocaman iki çanta da çöp oldu.

Soda kapakları ve antep fıstığı kabuklarımı bile attım :D Hatta Metos'un sekizinci yaş Orman Partisi'nden kalma renkli fon kartonlarıdan  bilumum hayvan ve yaprak keserek yaptığımız asma süsünü bile neredeyse 15 yıl sonra atmayı başarmanın haklı gururu var içimde :D

Ama daha sulu boya, akrilik boya, kumaş boyası, porselen boyası, her şeyi boyayan boya,  kara tahta boyası gibi benim gibi bilumum boyalarımı başka yerlere mi tıksam oldukları yerde mi bıraksam sorusuna cevap bulmam gerekiyor. 

Allah'ım ya her bi şeyi saklayan yapım olmayaydı ya ben kalabalık eşyadan sıkılmayaydım, üzerime üzerime geliyorlar şu an. Gerçi bak çok güzel istiflerim, eve gelenler onca şeyi nerede sakladığımı merak ederler :D

Dedim, o arada ayağa kalkmam gerekti, kalkmışken iki çekmece daha döktüm. Boyaları aynı yerlerinde bıraktım. Bu arada kurumuş bir sürü akrilik boya da çöpe gitti. Bir küçük kutuda mozaik yapılan camlardan bile varmış, teee Metos ortaokulda bişi yaptıydı ondan, sene bitince kâğıttan hepsini yırtıp geri aldıydım. Çok pahalıydı o camlar yav.  Pahalıydı da ne yapayım ki ben şimdi onları? Bir avuç bişey.

İşte böyle. 

Gidip bir ıvır zıvır kutusu daha dökeyim en iyisi. Vıyyyyy. Hepsini balkondan savurtup atasım var şu an :D

Önce bi çay alayım ama. Enerji versin azıcık. 

Bu Akşamın Masalı


Hemen her akşam gün batımı fotoğrafı çekip instagramda paylaşıyorum. 

Her birisi ayrı masal gibi.

Bu akşam evin içini de kattım masala.



Bu akşamın masalını ay yıldız taçlandırmış. 

Can eve geldi, canı sıkılmış. Yemek az sonra hazır,  yediğinde keyfin yerine gelir dedim, yerine geldi. 

Tavuk şinitzel yapmıştım, çok tavuk çıkartmışım, bir kısmını yapmasam mı dedim, baktım kalan kısım sonra pek işime yaramayacak. Hepsini kızarttım. Sadece bir tanesi kalmış, o da gecenin ilerleyen saatlerinde birisinin midesini boylar. Etoburlarım benim:D

Sofrayı toplarken ay yıldızı görüp balkona çıktım. Fotoğrafı çektim. Bir baktım e ben çamaşır asarken unutup gitmişim, selede duruyor çamaşırların yarısı. Onları astım. 

Çayım demlendi. Birazdan pötibör bisküvi bandırarak yiyeceğim. 

Hâlâ vitrinin çekmeceleri ortada, umarım bir ara yerleştirmeyi başaracağım. Evde öyle çok ıvır zıvır var ki? Yani bir ev hanımının bir çekmecede neden beş kalem kutusu dolu kalemi olur, üzerine boya kalemleri, üzerine kalemliktekiler ve diğer kalemliktekiler ve öteki kalemliktekiler ,  aaaa  beriki de var. 

Can balkonda telefonla konuşuyor,  Bilgiç bilgisayar başında sohbet ederek kod yazıyor,  Metos bilgisayar başında kıkırdıyor, evin her yerinden bir ses geliyor. 

Bizim akşam masalımız böyle. Sizinki nasıl? 


Bakın bakalım bir etrafınıza,  koşturmaların arasında gözünüzden kaçırmayın.



 Ve sevdiğiniz gün batımına tıklayıp şarkınızı almayı da unutmayın.

Deri Montum Şekil Önümden Çekil



E he he,  Metos kilo alıp bir de spor yapıp normal insan boyutlarına ulaşınca bi baktık çok sevdiği deri montuna sığmıyor :O 

Bi baktık annesi sığıyor :D Hayatımda hiç deri montum olmadıydı. Hiç istedim miydi,  yok ama olsun. 

Bu sabah bi aklıma geldi,  aa benim deri montum vardı dedim. Uzun süredir giyilmemiş durduğundan mıdır nedir, kazık gibiydi,  ıyk yaptım ama neyse sanki yumuşadı sonradan sonradan :)

Ben yazıyı yazana kadar akşam oldu :)

Kendime çay demleyip yılbaşı süslerini toplayacağım şimdi.

Ama giderken size bu akşamın masalını da göstereyim.



Bir Günü Daha Yedim


Akşama kadar kitabımı okudum. Asimov'un Şafağın Robotları sürükleyici bir polisiyeydi. 



Sonra Timbuktu'ya başladım.



Akşam güneş çıktı ufuktaki denizde bu güzel manzara belirdi.



Salondaki dolabın çekmecelerini döküp öyle bıraktım. Çekmecelerden birisinde hâlâ teyp kasetlerin doluydu onları kutuya doldurdum. 



Ne çok peçete, örtü falan var onları ne yapacağım bilmem.



Defter çekmecesini açmadım daha ,evdeki kırtasiyenin haddi hesabı yok. Defterler, kalemler, kağıtlar, dosyalar, yapıştırıcılar. 


İçimde bi sıkıntı var. Ayın muayyen günlerine Bilgiç'in abuklukları eklenince yaşam enerjim solup gidiyor.  



Mutfak karman çorman, bulaşık makinası boşalacak, ev dandini, yılbaşı gecesi anneme götürdüklerimi bile yerine yerleştirmedim daha. Süsler de kalkacak.



İşte böyle bir akşam. 

Dün Kate diye bi film izledim bu arada, Metos'la acaba bunu izleyip da şaşıran, meraklanan, beğenen kimse var mı dedik. Hani çıtır çerez istiyordum ama bu da bayatlamış çerezdi.

Ay be  bir ara 2021 de sevdiğim şarkıları, filmleri ve kitapları anlatayım. Daha derken üşendim. 

Şu fotoğraflara şarkı ekleyeyim ben. Güzel manzara ile güzel şarkılarımız olsun.

 Bu arada ben şarkı ararken Metos bulaşık makinasını boşaltmaya başlamış. Canım oğluşum benim. O da olmasa napardım bilmem.