29 Şubat

Dört yılda hayatımıza katılan ekstra bir gün.

En sevdiğim şeylere yoğunlaşmayı, kitap okuyup, müzik dinleyip, sevdiğim yemekleri yemeyi,  insanlıktan nasibini almamışları dışarıda bırakıp acılarımı sevgiyle sarıp sarmalayıp özel bir gün geçirmeyi istiyorum.

Çok şey mi istiyorum?

Kendimizce yaşadığımız dünya üzerindeki sayılı günlerimizi savaşlara, ölümlere, zulümlere boğanlara huzurlu bir uyku, derin bir nefes nasip olmasın inşallah.

Kapıları kapatma Sebastiyan. Kuş seslerim kesilmesin. İnadına bağıra çağıra şarkı söyleyeceğim.


Patates Çuvalı Olmak İstiyom Şu Köşede Durucam Öyle

Bu sabah bir iç sıkıntısıyla kalktım, hayırdır inşallah. Hiçbir şey yapasım yoktu . Spora gidesim yok, uyuyasım yok, kitap okuyasım yok, yatasım yok, kalkasım yok. Gezmeye gidesim bile yok. Uleyn depresif mi oldum, gezmeye gidesim bile olmaması ne demek.

Neyse sabah kahvaltılarını, beslenme çantaları felan hazırladıktan sonra haydi gidip bir tur yürüyeyim. Spora da bakarız artık diyerek kendi zorla dışarı attım. Perşembe de en sevmediğim hareketlerin olduğu gün, zaten zorla gidiyorum bir de keyfim yokken hiç cezbetmedi. Üzerine geçen gün hızla yürürken yine sol kalçamdaki ağrı nüksetti. Üzerine gece burnum tıkanmış. Pencere açık yatıyoruz,  çarpıyo bazen. Bla bla bla.

Çıktım dışarı. Yarım saat gezindim. Sonra pilatese gittim. Oramı buramı kaldırıp zıplayıp hoplarken iç sıkıntımı terle attım azıcık. Üzerin yürümezsem bacaklarım çok ağrıyor diye yarım saat yürüyeyim dedim. Hadi kırk dakika olsun. Dur beş kilometre bitsin derken en sevdiğim şarkıya gelince on dakika daha uzadı,  bi saat yürümüşüm. Yürümeyeydim iyiydi ama neyse artık.

Yürüyüş yaparken şarkı seçimi çok önemli. Sevdiğin, ruh haline uygun ve ritmik şarkılar olacak. Ben mesela Depeche Mode havamdaymışım bu sabah,  yarım saat fazladan yürüttü beni :D

Şimdi eve geldim. Dünkü hareketlerde ağrıyan karın kaslarım ve pestili çıkmış bacak kaslarım ile ben attık kendimizi koltuğa. Hâlâ pek bir şey yapasım yok ama en azından gönül rahatlığıyla bi sucuklu yumurta yerim öğleyin. Bir ara da tartılmalı 74 de ulaştım mı acaba.

Saçımı da boyatmaya gitmem gerekiyor ama hiiiç canım istemiyor bugün.  Dur bakalım. Hele bi kendime geleyim de.

Tembel Ev Modu ( Çamaşır Asıp Börek Sararken Ne Kadar Tembelsem Artık)

Mideyi tıka basa doldurdum, gözlerim kapanmaya başladı ama bugün koltuk örtüsü için ölçü almaya geleceklerdi, onu bekliyorum. Kimseden de ses soluk çıkmadı, umarım gelirler.

Beklerken börek sarayım bari. Dünden kavrulmuş patatesim vardı. Evdekiler pek mutlu olur.

Yorulmuşum üç gündür,  bugün temizlik memizlik ilgilenmiyorum. Kitaplarımı okumak istiyorum. Üşenmezsem ıspanak ayıklayıp pişiririm belki cümlesini bitiremeden üşendim :) Börek sarıcam o kadar,  yetsin gari.

Hava harika, tam bahar gibi. Yarın Can bir yerlere gitmezse azıcık İstanbul içi turistlik yapsak onunla. Giderse de ben kendim yapayım bence :D 

Hadi örtücüler gelin artık siz de.

Bu koltuklarıma diktirdiğim dördüncü örtü olacak. Senelerdir örtü kullanmıyordum ama en son kaplattığım kumaş beni çileden çıkarttı. Yeniden kaplatsam mı diye düşünürken vazgeçip örtüye karar verdim. Birebir ölçülerinde dikecekler. Kendi kumaşı gibi duracak. Çıkıp yıkayıp yeniden takabileceğim böylece.

Uyumadan şu köşede kalkıp gideyim mutfağa.

Çüüz.

Kitap Salı


Hâlâ aynı kitaptayım. Ama açıklayabilirim. Bahar temizliğine ucundan bulaştım. E bu kitap da yavaş okunması gereken bir kitap.

Orlando'nun ilk kadın olduğu zamanlar düşündükleri çok hoşuma gitti. Bakmayın alıntılara, pek kolay değil alıntılamak kitabı, oturup hepsini yazmak gerekiyor :)


"Büyüyorum"  diye düşündü mumunu eline alırken. "Hayallerimi kaybediyorum,  belki de yenilerini edinirim"

Zihin ne biçim bir görüntü oyunu, birbirine benzemez şeylerin buluşma yeri!  Bir an soyumuzdan konumumuzdan pişmanlık duyuyor ve çileciliğin yüceliğini arzuluyoruz ; bir an sonraysa eski bir bahçe yolunun kokusundan etkileniyor,  ardıçkuşlarının şakımasını duyunca gözyaşı döküyoruz."

"Cinsler farklı olsalar da birbirine geçişlidirler. Her insan ruhunda bir cinsten öbürüne gidip gelir. "

"Konuştuklarını yazıya dökmenin gerçekten bir yararı yok, çünkü birbirlerini o kadar iyi tanıyorlardı ki,  hiçbir şey söylemeseler de ya da omlet nasıl pişirilir, Londra'da en iyi çizmeler nereden alınır türünden, yani bulundukları yerden alındığında ışıltısını yitiren ama yerinde bırakıldığından kesinlikle harika bir güzelliğe sahip şeyler türünden budalaca,  yavan şeyler söyleseler de hiç fark etmezdi. Çünkü doğanın bilgece tasarrufu sayesinde   çağdaş ruhumuz neredeyde dile ihtiyaç duymaz hale geldi ; hiçbir ifadenin yetmediği yerlerde en sıradan ifadeler yeterli oluyor; en sıradan sohbet çoğunlukla en şiirsel olan sayılıyor; ve en şiirsel olan da yazıya dökülemiyor. Bu nedenlerle bu noktada kovaman bir boşluk bırakıyoruz, bu da boşluğun aşırı dolu olduğunun işareti sayılmalı."

"Kuşkusuz, o bir kadın, hem de güzel bir kadın,  altın çağında bir kadın olduğundan,  çok geçmeden böyle yazarmış ve düşünürmüş gibi yapmaktan vazgeçecek,  en azından bir av alanı bekçisini düşünmeye başlayacaktır ( bir erkeği düşündüğü sürece kadının düşünmesine itiraz eden olmaz).  Ve sonra erkeğe bir pusula yazacaktır (pusulalar yazdığı sürece bir kadının yazmasına kimse itiraz etmez)" 

"Ama -erkek romancıların betimlediği şekliyle aşkın - ne de olsa onlar tam bir otoritedir aşk konusunda - nezaketle,  sadakatle, eli açıklıkla ya da şiirle bir ilgisi yoktur. Aşk insanın iç etekliğini sıyırıp- Ama aşkın ne olduğunu hepimiz biliyoruz."

Nostaljik Pazartesi

Yerde bir anahtar görürsen almalısın :)

Bozuk para görürsem alırım kısmetim kapanmasın diye ama anahtar almak aklıma gelmezdi Metehan demeseydi :)

Gelin Büyükada'da bir tur atalım, anahtar hikâyesini de o arada anlatayım.

24.Ağustos. 2017 ye gidiyoruz şimdi :D

Büyükada

Bir ay oldu gideli, becerip de yazısını yazamadım bir türlü.

Bir gecelik bir kaçamak yapmayı ne zamandır istiyorduk, bir türlü denk düşmemişti. En sonunda başardık. Tıkış tıkış dolu, oturacak yer bulamadığımız vapur biraz gözümüzü korkutsa da (Hafta içi öyleyse sonunu düşünmek bile istemiyorum :)  kendimizi adaya attık.


Tabii ki bütün adayı yürüterek götürdüm erkeklerimi otele :) Aksi halde bu güzellikleri nasıl görebilirdik ki :) 1895 'te yapılmış Hamidiye Camii çok güzel ve zarif, değil mi ?


Ada evlerine bakmak mutluluk veriyor.


Hepsine bakmak değil elbette. Bu harika binaya bakarken içimiz acıdı. Rum Yetimhanesi, 1800'lerin sonlarında casino - otel olarak yapılan bu binaya izin çıkmayınca bir Rum ailesi tarafından alınmış. Yetimhane olarak kullanılması düşünülünce Osmanlı'dan da izin ve üstüne para yardımı çıkmış.


1964' te Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yetimhane kapatılmış, kalanlar başka yere aktarılıp  çürümeye terk edilmiş.


Gördüğünüz bu harika bina, Avrupa'nın en büyük ahşap binası  oysa ki . Çok üzücü çok..


Neyse biz ağaçların arasında ve tepede olduğu için rüzgârlı yolumuzdan ilerlemeye devam edelim.


İşte otelimize de geldik.



Prenses Koyu'ndaki sahile indiğimizde masalara bakınca Japonya bizi izliyor diye gülümsedik :)

Yalnız şezlonglara bakar mısınız , hani hafta içi olmasa da burası tam dolu olsa akraba olup çıkacağız herkesle..


Akşam yine uzun bir yol yürüyüp tepedeki bir balık restoranına gittik. Eskibağ Teras. Yemekler pahalı olsa da gerçekten lezzetli, ortam güzel, servis hızlı ve manzara harikaydı... Tavsiye ederim.

Ertesi gün kahvaltı sonrası yürümeye devam ettik. Bu sefer adanın arkasından döndük ki aklıma koyduğum bir iki yeri daha görelim.


Yolda giderken yerde bu anahtarı gördük. Metehan dedi ki " Anne bilgisayar oyunlarında yerde gördüğün anahtarı almazsan sonra kapılar açılmaz ve dönüp onu aramak zorunda kalırsın "

Hemen durup onu almaya karar verdik.

Anahtar cebimizde Nikola Manastırı'na ilerledik.


Eski binaları seviyorum.


Burada ise başımıza çok ilginç bir şey geldi.

Binanın kapısından bahçeye giriliyor. Ama açık mı kapalı mı anlayamadık. İçeri doğru girip bir görevli ararken atmış yaşlarında bir kadın bize İngilizce olarak burası yasak, gidin dedi. Ama tavrını ve  bağırışını görmeliydiniz.

Hayır yasak olabilir, bunu garipsemiyoruz, ne de olsa dini bir mekân, saygımız sonsuz. Ama , kendi ülkemde, İngilizce olarak söylenmesi pek tuhaf geldi. Daha da tuhafı hırsız yakalamış gibi niye bağırıyorsun, sakince gelip söylersin , biz de gideriz.

Can sağa sola Türkçe konuşacak bir görevli var mı diye bakmaya çalışır kadın sürekli "It's forbidden "diye bağırırken arkadan da iki kadın sesi geliyordu, Türkçe bilmiyorlar mı, bakar mısınız falan diye konuşmalar birbirine karıştı ama olay tamamen arap saçına dönmüş olduğundan kimse kimseyi anlamadı :)

Beş dakikalık bir yaygaranın sonunda Türkçe konuşanlar görüş alanıma girince bir şekilde iletişim kurabildik.

Bizim yaygaracı teyze orada kalan bir misafirmiş. Hastaymış sanırım. Diğerleri asıl görevlilermiş. Onlar İngilizce bilmediklerinden kadının bizi kovmakta olduğunu anlamamışlar,  dolayısıyla bizim neden garip davrandığımızı da algılayamamışlar  :D

Velhasıl, aslen içeri girmek yasak değilmiş. Manastır misafirhane gibi kullanılmaktaymış, içerideki minik ve şeker kiliseyi de  gelenlere açıp gösteriyorlarmış.


İşte olay çıkartarak girdiğimiz kilise :)


Sonradan düşündüğümüzde, yerde bulduğumuz anahtar cebimizde olmasaydı içeri giremeyeceğimize karar verdik.

Hahahaha, haksız mıyız ama:D

Bahar Temizliği Savurtup Atasım Var Modu

* Belki gerekli olur diye bir köşede duran iki okul pantolonu, bizimkisi zayıfladığından bol geliyordu,  tıkıştırmışım bir köşeye
* 10. Sınıf kitapları. El değmemiş. Zaten oğlanın lisedeki üçüncü senesi,  aynı defterleri kullanıyor ve hepsi hâlâ boş.
* Bilimum çerçeve ve mumluk. Küçücük şeyler mi battı bana diyorum ama valla batıyor.
* Naylon torba. Koca bir pazar arabası dolmuş naylon torbalarla.

Dünkü ayırdıklarım bu kadar bakalım bugün bişeyler çıkacak mı :)

Bahar Temziliği Modu On

Pazara mı gitseeem temizlik mi yapsaaam. Can evde yok bugün, bi temizlik moduna girdim o yokken.

Dün akşam iki koca torba kıyafet daha koydum geri dönüşüm kutusuna. (Umarım ihtiyacı olan birilerinin eline geçer)  Görünürde giymediklerimi sürekli veriyorum. Daha on beş gün önce koca iki torba göndermiştim bir yerlere.  E ihtiyacım olmadan kıyafet de almam, nereden çıkıyor bu kadar çok verecek şey bilmem. Gerçi kimi yirmi beş otuz yıllık :D Kimi de hediye falan ama. Yakında giyecek bir şeyim yok deyip alış verişe gitmeye kalkarsam dövün beni.

Bir kaç süs eşyası kaldırdım ortalıktan. Bahar geliyor ya bende çekmece döküp içindekileri düzenleme sevdası başlıyor. Evelsi akşam vitrindeki iki çekmeceyi boşalttım. Bir sürü yuvarlak sehpa örtüsü çıktı içinden. Ben ikisini kullanıyorum. Diğerleri kısa olduğundan işime yaramıyor.  Birileri örmüş, anneme yüz defa sormuşumdur kimdi diye ama hatırlamıyorum tabii ki. Yine soracağım mecbur, belki ona veririm.

Sonra bir sürü masa örtüsü var. Çok misafir geldiğinden kullanıyorum çoğunu ama olmasa da idare eder miyim,  ederim.

Sanırım bir ara kapıma bu eve hediye olarak kap kacak, kupa, fincan, borcam, süs eşyası, resim çerçevesi, mumluk ve  kıyafet getirmeyiniz yazacağım. Geriye ne kaldı derseniz, alın simit falan, peynir, sucuk, yüz gram pastırma, yumurta kırıp yeriz karşılıklı. Çorap alabilirsiniz bir de. Çoraplar kısa sürede eriyip gidiyor, fazla çorap göz çıkartmaz.

Salonda iki laptop bir iş çantası duran köşeye taktım şu aralar. Oradaki sehpanın yerine çekmeceli bişey alsam da içine mi koysam çantaları diyorum. Bir yandan da odada eşyadan nefes alacak yer kalmamakta. Temizlik yapmak azap halini aldı artık.

Balkona yeni dolap bakayım en iyisi ben, içerideki kablo yığınını oraya aktarırım belki.

Asıl ve en önemlisi mutfaktaki raf. 30 cm genişliğinde çekmeceli bi şey bulmam gerek. Benim enlemesine koyduğum raf iyi de, buzdolabını çekmem gerektiğinde yirmi kavanoz boşaltmak zorunda kalıyorum o raftan.

Ay siz hâlâ okuyor musunuz?  Pardon ya, ben daldım öyle kendi kendime düşüncelere.

Benden başka kim bahar temizliği moduna girdi bakiim?  Var mısınız kim daha çok eşya ayıklayacak yarışına :D

Dün akşamki iki torba kıyafetimi sayarım bak. En az altı yedi kazak, iki pantolon, bir hırka,  iki tişört,  bir şort vardı onun içinde :D

Bir Nefeste Sıraladıklarım

Bu aralar youtubedan küçük ev ve minimalist yaşam videoları izleyip duruyor, Orlando'nun cümlelerinde kayboluyor, her yediğim şeyin kalorisini kaydediyor, sporumu aksatmamaya çalışıyorum. İnstagram ve blogda gereksizce çok vakit geçiriyor ve buna bir son vermek istiyorum. Çekmecelerden daha neler boşaltabilirim diye düşünüyorum. Boşalttığım her şey ziyadesiyle dönüyor.  Koltuklara hâlâ örtü siparişi mi versem koltuğumu değiştirsem modundayım ama gıcırdayıp durmaları dışında koltuk takımımın hantal olmayan boyutlarını çok seviyorum.  Bir ara bankaya gitmem gerekiyor. Fotoğraflarımı düzenlemek her şeyden korkunç gözüküyor. Pazartesi misafirim gelecek. Alışveriş için Kadıköy'e ineceğim bugün. Hayat geçiyor. Ne yapıyoruz hiçbir fikrim yok. Acil bi gezi mezi bişey yapmalıyım.

Tango Dinleyelim

Dün akşam bir tango gösterisine gittik. Tango Neva grubunun eşliğinde dansçılar vardı. Müzik ve dans bir arada keyif verdi bize.  Tabi hemen bloğuma sevdiğim şarkıları koymak istedim. Sabah çayınızı seçip şarkınızı alınız. Bak kahvesiz açılamayanlar için bir de kahve koydum :D








Bugün

Sabah tam saate sırtımı dönmüştüm ki zili çaldı. Homur homur dönmeye debelenip zili susturdum :)

Oğluşlara kahvaltı hazırladım. Kendime hazırladım. Ay dün mutfak tartısı aldım, ölçtüm biçtim koydum peynirleri felan,  pek mutluyum :D (Evet iki yımırta yiyorum, ben tam bir yımırta delisiyim :D)


Bilgiç'in beslenmesini ayarladım. Baktım onun çıkacağı yok, bırakıp yürüyüşe gittim.

Yarım saat annemle yürüdük. Oradan pilatese geçtim. Hocamız hasta ama sürünerek geliyor kız. Millet de bulaşacak diye korkuda. Hahaha. Hayır hafta içi her gün beraberiz zaten, geçtiyse geçen hafta geçmiştir o. Çocuklar küçüktü, ne zaman hasta birilerinden kaçsam hastalandılar. O zamandan beri hiç umursamam nezle grip. Geçeceği varsa geçiyor anacım.

Neyse üzerine kırk dakika koşu bantına çıktım. Hehehe, koşu bantı deyince pek havalı oluyor emme yürüyom yine tabi :D

Baktım sabah kahvaltımın kalorilerini yakmışım çıktım spor salonundan.

Dönüşte olmazsa olmaz markete uğradım.  Her sabah iki çanta dolduruyorum ne hikmetse.

Eve döndüm. Temizlik bezlerini yıkamaya attım. Biraz serilip köşeye dinlendim. Normalde uyurum da ama karnım kazınıyordu, mümkün değildi uyumam :D Kalkıp evi süpürdüm. Neyse saati on iki edince mutfağa koştum. Kendime dürüm arası füme somon ve yeşillik yaptım.

O arada Can geldi. Biraz muhabbet ettik. Sonrasında koltuğa kıvrılıp uyudum biraz. Öncesinde ayağıma kalın çorap geçirdim tabi. Komik bir şekilde gündüz yaptığımda ayaklarım buz kesiyor, uyuyamıyorum o zaman da. Ama gece yatarken böyle bir sorun yok. Üstelik ev gece daha da soğuk.  Gerçekten metabolizmamız günışığına ayarlı bi şekilde herhalde.

Uyandım. Serseme dönmüş halimi açmak için su içtim. Çamaşırları asıp mutfağa girdim. Fasülye suya koymuştum onu haşladım. Düdüklü tenceremin kapağı kâse gibi. İlk zamanlar pek anlamamıştım nasıl kullanacağımı ama ocağı kapattığımda o kısmına soğuk su doldurduğumda bütün tıslamalar sönüveriyor ve hemen kapağı açabiliyorum.

Kuru fasülye ve pilav pişirdim. Azıcık toz aldım. Şimdi Bilgiç okuldan geldi. Metos ödev yapacağım diyerek gitmemişti zaten.  Sanırım hepimizin evde olduğu ender anlardan. Birlikte sofraya oturabiliriz ne güzel.

İşte böyle anacım. Sıradan ve güzel bir gün bugün. Metos ödevini bitirdiyse belki John Wick 3 ü bile izleyebiliriz sonrasında :)

Kitap Salı


Haftanın tek kitabı. Henüz yarısına gelebildim üstelik. Virginia Woolf, yine kendine has üslubuyla,  bol virgüllü, makinalı tüfek gibi attığı cümlelerini sıralamış. Geniş zamanlara yayarak, tadını çıkarta çıkarta okumak gerekiyor. Seviyorum tarzını.


"Ölümü her gün ufak tefek dozlarla almazsak yaşamayı beceremeyecek yapıda mıyız?"

" Zamanın insan beyni üzerinde basit bir etkisi yoktur. Üstelik insan zihni zamanın kütlesini tuhaf bir şekilde etkiler. Bir tek saat, insan ruhunun garip özüne yerleşir yerleşmez,  saat cinsinden uzunluğunun elli ya da yüz katına kadar genişletilebilir; öte yandan bir saat,  zihin kronometresinde tam olarak bir saniyeyle de temsil edilebilir. "

" Çingenenin,  bütün dünya bize aitken,  yüzlerce yatak odasına sahip olmaktan daha aşağılık bir hırs olmadığını düşündüğü belliydi."

Sabah Sabah Çay Molası

Saat onu geçmiş, ev dandini, akşama yemeğe misafirim gelecek, öğlen Bilgiç'in doktor randevusu var (Misafiri davet ederken aklıma gelmemiş tabi)  ben de oturmuş kahvaltı üzerine çayımı yudumlamaktayım. Bayılıyorum bu tembel hallerime.

Kendime on beş dakika verdim, sonra artık nereye el atarsam başlayacağım bir yerden.

Hava da o kadar karanlık ki saatin ilerlediğini anlamak mümkün değil. Birazdan bizimkilerin kahvaltısını fırına süreyim de,  onları kaldırayım bari.


Yemek listemiz şöyle.

Sağ üstteki not tabii ki Can'dan değil Metehan'dan :) Geçen haftalardan birisinde yazmış bana oğluşum, dünün anlam ve önemiyle alakası yok yane. Can mı,  on beş sene önce bana bi küstüydü o zamandan beri seni seviyorum demez. Ne diye kasıyorsa hâlâ kendini bilmem,  akrep burcu işte :D Ay yoksa sevmiyo mu adam beni,  hahahaha.

Cidden uykumu getirdi hava haa. Şimdi işim olmasa bir köşeye kıvrılıp kitap okurdum.

Hımmm bakayım, yılbaşından beri yedinci misafir ağırlayışımmış evde.  Haftada bir ağırlıyorum demek :D

Son beş dakikam kalmış molamın bitmesine. Hepinize güzel haftasonları :)


Dünkü Atölyemizden



Bir fotoğrafa tıklayıp aşk şarkınızı alın bakalım.



Sevgililer Gününüz kutlu olsun. Sevdikleriniz hep yanıbaşınızda dursun :)

Kendime Bi Mutfak Terazisi Almalı mıyım Acaba

Kürşad Cronometer diye bir kalori hesaplama programı önerdi. Hem kaloriler hem de alman gereken her türlü vitamin  mineral falan hesaplanıyor içinde. Egzersizlerini de giriyorsun.



Öncelikle insan yemekleri bulup girmeye çalışırken daralıyor azıcık. İngilizcelerini öğreneceğim yakında hepsinin :) Gerçi şöyle bir faydalı yan etkisi var, geçen gün 
"Öff bunu kim girmeye uğralacak şimdi " diyerek yemekten vazgeçerken buldum kendimi :)

Sonralıkla,  ben açlıktan ölme vaziyetindeyken aldığım kaloriler inanılmaz çokmuş onu öğrendim. Mide ameliyatı olsam yeri sanırım. Boşuna işkembe demiyorum benim mideye. Zaten Amerika'da öğünlerle ancak doyduğumu gördüğümde anlamalıydım halimi. En masum kahvaltı 500 kalori. Ekmeksiz falan hee. Üç badem iki ceviz bilmem kaç kalori.

Tabi haliyle açlık halimle ancak kilo muhafaza edebiliyorsam, karnımı doyurduğum günlerde şişmanlamam çok normal.

Anında 76 ya fırlamışım yine. Spot mpor şekillendirdiğinden çok belli olmuyor ama önlem moduna geçtim, du bakalım ne olacak.


Benim de bi spor salonu fotoğrafım olmasın mıydı diyerek, öndeki zebra bacaklı çılgın hocamız eşliğimde 2020 olimpiyatlarına hazırlanan ekibimizle sizlere güzel bir gün diliyorum.



Çok Mutluluk Az Biraz Hüzün

Pazar günü çok sevdiğim bir arkadaşım evlendi. Onun nikâhında fotoğrafçılık yaptım.

Hey gidi hey 25 yıl olmuş müfettişlik sınavının mülâkat gününde tuvalette tanışalı. Nasıl tanıştıysak herkes bizi önceden arkadaş zannetmişti. Çıkışta bir kafede uzun uzun sohbet etmiştik.

Benim nikâhımda evime saç spreyi yetiştiren oydu. İstanbul'a döndüğümden beri alışmıştık sürekli birlikte olmaya. Hatta geçen yaz başbaşa tatil kaçamağı hayalimizi gerçekleştirmiştik.

Artık uluslararası gideceğiz birbirimizi görmek için. İçim cız etse de mutluluğu nerede bulursa oraya gitmesini tabii ki yürekten isterim.


Çok tatlı bir gelin olmamış mı :)




Birlikte nice güzel yılları olsun :)


İspanya'ya da hiç gitmemiştim zaten,  bak evim olacak orada :)

Kitap Salı

On beş günde iki kitap bitirebilmişim.


Bu Bilgiç'in okulda okunması için verilen kitabıydı. Tabii ki okumamıştır. Troia Savaşı'nı yaşamış kadınların hikâyesi. Savaşa kadınların cephesinden bakmış, akıcı ve güzeldi. Bi de savaşın sonunu bilmeyeydim :D




İnsanlar Uyanıyor Aziz Nesin'den trajikomik hikâyeler. İlk kısmını kolay bitirdim de ikinci kısmı kelime bilgisi eksikliğinden süründü biraz. Kitaba adını veren hikâye Krokodil Gülmece Öykü Yarışması'nda 1969 'da birincilik kazanmış. Hüzünlü bir öykü. Hepsi öyle aslında.

Eveet, okuma şenliği listemde dört kitabım kaldı. Kitap yazmadığım maddeler de vardı ama şimdi öncelikle elimdekileri bitirmeye odaklanmaktayım. Zira yine misafirlerim var ağırlanacak,  umarım bir atölyem var yapılacak.

Nostaljik Pazartesi

Gün bitmeden bir su kıyısında nostaljimizi yapalım.

13 Kasım 2016 Pazar

Biliyorsun Zamanın İçinde Akıp Gidiyoruz.. Belki de Zaman Bizim İçimizde Akıp Gidiyordur...


Ne mutluluklar kalıcı ne mutsuzluklar..


Ne elimizdekiler kalıcı ne de hayaller..


Gidiyorum gündüz gece demiş ya Aşık


Gidiyoruz bir akıntıya kapılmış.


Arada bir köşede durulsak da durmak yok


Bütün mesele tadını çıkartmakta.


Önümüze ne çıkarsa önünde sonunda aşacağımızı bilmekte


Ve umutsuzluğa kapılmamakta.


Su deyip geçmemek gerek


Ne taşları oynatır yerinden.


Sen kendine güven yeter.


Bırak hayatın akışına...

Tanışalı 33 Yıl Olmuş mu Yav


Kar,  soğuk demeden herkes farklı köşelerden döküldü. Arkadaşımızın evinde hem mis gibi kahvaltı yaptık, hem onu sadekârlık atölyesine çevirdiği odasında taşlarla, gümüş tozları ve pencereden süzülen kar taneleriyle ruhumuzu arındırdık.

E Bu Kar Hâlâ Yağmıyor

Eveet fabrika ayarlarına dönmüş, ütüleri yapmış,  yerine yerleştirmiş, gece oğluşu Kayseri'den evine ulaşmış (aman bi de uçak derdine düştük gece gece),  sabah iki saat spor yapmış, ter atıp kendine gelmiş Handan geldi anacım.



Şimdi mutfağa gidip bol sebzeli mantar kavuracağım.  Bir de çorba pişireyim yanına. Sabah gayet iyi kahvaltı yapmıştım ama açlıktan gözüm dönmüş durumda şu an.



Bugünün plânında kar yağıyor mı diye sık sık pencereden bakarken kitap okumak var. Belki bir ara kalkıp evi süpürürüm.




Yürüyüş mürüyüş yapmadım bugün. Günlerdir elimi sürmediğim ütüyü yaparak kalori harcamayı umuyorum.

Pazartesi tartıldığımda iki kilo almış gözüküyordum. Bir iki gün geçsin de şişkinliğim gitsin dedim, bu sabah hâlâ iki kilo almış gözüküyorum. Şişkinlik diilmiş :<

Kitap okuyasım gelmiyor, zorla okumaktayım üç beş sayfa.

Yağmurlu bir sabah. Lodos esiyor, hava ılık. Bunun ardından da kar gelmezse daha da yapmaz bence.

Ütü filmi bulmam gerek.

Günlerdir youtube da küçük evler,  sıfır atıklar falan izleyip kendi büyük, karışık ve bol atıklı evime bakmaktayım.

Portmantodaki ıvır zıvırları attım koltuğun üzerine. Can ha  babam aldığı polarlar, yok rüzgâr geçirmezler, yok teflonlular ile beni çıldırtmakta. İnsan giymediği şeyleri niye alır durur. Hadi bir tane aldın  ,  ikincisi ne iş. Kıyafet verip azıcık rahatladı dolaplar diyorum,  hooop çocuklara hediye kazak geldi, bizimki alışveriş yaptı, doldu yine. (Çoğunluğa göre çok az kıyafetimiz vardır gerçi de bana batıyor)

Yatıp dinlenerek dinlenemiyorum. Çok ilginç. Ne kadar yatarsam o kadar daha yatasım geliyor. Aa çok uyudum bu sabah zımba gibi hissediyorum diyememekteyim hiç. Hep yorgunum. İnsanlar sevmedikleri işleri yaparken yorgun olurlarmış. Duymazdan geliyorum.

Benimki gibi hayatlar çok tuhaf. Hayatımda söylenebileceğim bir şey yok çok şükür. İşte tam da bu yüzden birşeyler yanlışmış gibi hissetmek yanlış geliyor. Nankörlük etme diyorsun. Ve bir milim ilerleyemiyorsun. Allah yoklukla imtihan ettiği kadar varlıkla da imtihan ediyor. Ve bence ben sınıfta kaldım.

Çayım soğumuş gidip yenisini doldurayım. Bitmek tükenmez açlığım için birşeyler de alayım yanına. Dört makina çamaşırı yığıp bir yerden başlayayım. İtü mezunu ütücü olarak sıcak evim sıcak yuvam, yeni televizyonum (çok lazımdı,  pöh) ve ben şükrederek oturalım. Hey gidi hey Cobb Douglas'lar, çoklu doğrusallıklar, çift logaritmik kalıplar, iki kare yöntemi ile hayatımın pascal dağılımını hesapla Sebastiyan, biliyo musun ben yüksek mühendistim bi zamanlar. Hatta müfetişlik yapmışlığım vardı. Müzisyenliğim de cabası. Sen git, ben azıcık düşüneceğim şuracıkta. Çekilebilirsin.


Nostaljik Pazartesi

Kırk bir yaşıma az kala gittiğim ilk yurt dışı deneyimimle kırk yılda bir deyimini kelimenin anlamıyla gerçekleştirmiştim.

Bu tatilin bende yeri başkadır. İlk defa yurt dışına çıkmıştım. Tek başımaydım giderken. Can'ın dersleri olduğundan orada da tek başıma dolaşmıştım. Nasıl iyi gelmişti o kendimle başbaşa hiç bilmediğim yerlerde dolaşmak. Bakalım bir daha tek başıma ne zaman tatil yapabilirim.

11 Eylül 2011 Pazar

Japon Bahçesi

Gözüm hâlâ gitmediğim parklardaydı, dolayısıyla o kadar yürüyüp de içinde Japon bahçesi olan parka uğramamak tabi ki olmazdı.

İçeri girer girmez göl bizi karşıladı. Tam fotoğraf çekerken çıkan rüzgâr da pırıltıları ortaya çıkarttı. (Bu arada hava çok sıcak olmasın dileklerim bütün haftasonu gerçekleşti. Dün güneşli ama harika rüzgârı olan bir gündü. Zaten kanal kıyısı gölge ve serindi. Bugün de bulutluydu, tam gezmelik.)



Sonra bu çiçekleri gördük. Saatlerce fotoğraflarını çekebilirdim sanırım :)




Bu heykeli oğluşlarım için fotoğraflamasam olmazdı tabi.



Bu da içerde hâlâ Japon Bahçesini araken bulduğumuz enteresan birşey. Böcek yuvası .


 Yok Metehan'cım aklından bile geçirme şimdilik salyangozlarla idare edeceksin :)

Ve en sonunda koca parkın ortasında saklanmış bahçe :



Bu akşamlık da bu kadar. Bugün çektiklerim ve diğer yayımlamadıklarımı artık yarın akşam evimde yazarım :D