Kitap Salı

İki kitaptan bahsedeceğim bu hafta.


İlki Sonbahar. D&R dan yaptığım yapboz alışverişi bedava gönderilsin diye üzerini tamamlayacak kitap bakarken gördüğüm ve okuma şenliğine uyuyor diye aldığım kitap :)


İlk bölümünü okurken, hah yine ultra uçuk, havada yüzen bir kitaba bulaştım dedim ama neyse o kadar değilmiş 😊


Daniel ile Elisabeth'in öyküsü. Daniel yüz yaşında,  Elisa 32. Tanıştıklarından beri geçen 20 sene ileri geri gidişlerle anlatılırken (Ara ara hangi senede, neredeydik şimdi diye dönüp yeniden okumam gerekti) bu dönemdeki siyasal ve toplumsal değişimlere de yer verilmiş. 


İçinde çok güzel cümleler buldum, bir pop art sanatçısı ve fotoğrafçı tanıdım, bir skandalı öğrendim. Ve fakat neden o skandal o kadar yazıldı, neden o sanatçı bu kadar anlatıldı bilmiyorum. 


Mevsim Dörtlemesi'nin ilk kitabıymış bu. Sanırım güzel cümleler uğruna onları da okuyabilirim.  Ama okumasam da bir eksikliğini hisseder miyim, bunu zaman gösterecek. Böyle karmaşık duygular beslediğim kitapları sonradan çok sevebilme ihtimalim de var. 


Yalnız sadece ilk alıntı bile kitabı iyi ki okumuşum dedirtti :)


🍂Haberlerden yoruldum. Muhteşem olmayan şeyleri muhteşemmiş gibi göstermelerinden ve gerçekten dehşet verici şeyleri basite indirgemelerinden yoruldum. İğnelemelerden yoruldum. Öfkeden yoruldum. Acımasızlıktan yoruldum. Bencillikten yoruldum. Bunu durdurmak için hiçbir şey yapmamamızdan yoruldum. Bütün bunları teşvik etmemizden yoruldum. Süregelen şiddetten yoruldum, yaklaşmakta olan, gelmekte olan, henüz gerçekleşmemiş olan şiddetten yoruldum. Yalancılardan yoruldum. El üstünde taşınan yalancılardan yoruldum. Bunun olmasına izin veren yalancılardan yoruldum .  Bunları aptallıkları yüzünden mi,  yoksa kasten mi yaptıklarını merak etmek zorunda kalmaktan yoruldum. Yalan söyleyen hükümetlerden yoruldum. İnsanların kendilerine yalan söylenmesine artık aldırış etmemelerinden yoruldum. Düşmanlıktan yoruldum. Ödlek hasmaniyetten yoruldum . 


🍂Duraklamalar hassas bir lisan gibi,  gerçek bir dilden daha gerçek sanki, diye düşünüyor Elisabeth. 


🍂Zaman öyle ki, insanlar birbirlerine bir yığın şey söylüyor ve bunların hiçbiri bir diyaloğa dönüşmüyor.

Ölüyken geçmiş?  İnsanın kendi benliğinin eskici dükkânından hiç mi kaçış yok? 


🍂Hem aç hem de ölü olabilir mi insan?  Tabii olabilir, milletin kalbini ve zihnini kemiren bütün o aç hayaletler.


🍂Komik olan hiçbir şey ciddiyetten yoksun değildir.






İkinci kitabımı elimden bırakamadan bitirdim : Rüzgârın Gölgesi



Pazar günü başladım, bugün onu okumaktan başka hiçbir şey yapmadım diyebilirim. Hatta elektrik kesildi, elimde fenerle okumaya devam ettim :)

Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı serisinin ilk kitabı.  Neyse ki hikâye sonlandı da devamını ne zaman basarlar bekleyişine girmedim. Bu arada yazarı bu yaz hayatını kaybetmiş. Yeni tanıştığım bir dostumu kaybetmiş gibi oldum.

Babası onu Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı'na götürdüğünde 11 yaşında olan Daniel,  oradan bir kitap evlat edinme hakkına sahip  olduğu söylenince kendisine bir kitap seçer . Kitabı çok sever. Yıllar sonra bir adam ondan kitabı ister. Yazarın bütün kitaplarını yakmak amacında olan bu adam Daniel'i yazarın gizemini araştırmaya yöneltir. Biz de kitap boyunca nefes nefese bir şekilde olayların örgüsünün çözülmesini izleriz. 

Macerasının yanında insanın ruhuna dokunmasını da  ayrıca sevdim. Diğer kitapları da merakla bekleyeceğim.


🌀Babamın yaşlanmakta olduğunu, gözlerinin, sisli ve kaybetmiş gözlerinin,  hep geçmişe doğru baktığını ilk kez o zaman fark ettim.


🌀Her kitabın, gördüğün her cildin bir ruhu var. Onu yazanın ruhu, onu okuyan, onunla yaşayıp hayal kuranların ruhu. Bir kitap her el değiştirdiğinde,  biri bakışlarını sayfalarında her gezdirdiğinde kitabın ruhu büyür ve güçlenir. 

🌀Çocukluğun tuzaklarından biri, bir şeyi hissetmek için anlamanın gerekmemesidir. Akıl, olanları anlayabilecek çağa geldiğinde,  kalpteki yaralar çoktan derinlere yerleşmiştir. 

🌀İnsanlar bazen kendi kendilerine hayatlarını zorlaştırır, sanki yeterince zor değilmiş gibi.

🌀Bu dünya,  gazetelerde yazdığı gibi bir atom bombası yüzünden değil, gülmekten, banallikten, her şeyi şakaya, hem de kötü bir şakaya dönüştürmek yüzünden ölecek.

🌀" Gelgit gibi bir şey " diyordu dalgın dalgın. " Barbarlık yani. Gidince insan kurtulduğunu sanıyor, ama geri dönüyor, hep geri dönüyor... Ve boğuluyoruz."

🌀Kötü niyet ya da cehalet yüzünden bir çocuğun kalbini zehirleyen kelimeler anılarda kist haline gelir ve er ya da geç insanın ruhunu yakar. 

🌀Gerçeği söylemek için sadece bir kaç neden vardır,  ama yalan söyleme nedeni sınırsızdır.

🌀Yoksulları zararsız kılmanın en etkili yolu, onlara zenginleri taklit etme isteğini öğretmektir.

🌀İnsanı hatıralar kadar aldatan çok az şey vardır.

🌀Kendine ait bir hayatı olmayan insanlar her zaman  başkalarınınkine burnunu sokmaya çalışır.

🌀İnsan çalışırken hayatın gözlerinin içine bakmak zorunda kalmaz.

🌀Bea okuma sanatının yavaş yavaş öldüğünü,  son derece mahrem bir ritüel olduğunu, bir kitabın ayna olduğunu, onda sadece içimizde taşıdığımız şeyi bulabileceğimizi, okurken zihimizi ve ruhumuzu ortaya serdiğimizi, bunun da gün geçtikçe dha nadir rastlanan zenginlikler olduğunu söylüyor. 



Evet, bu hafta salımızda birikenler bunlar. Bakalım haftaya bitirdiğim bir kitap olacak mı :)

Nostaljik Pazartesi

En çok gezmeyi mi özledim konsere gitmeyi mi bilemiyorum.  Buraya mucizelerle dolu bir gün nostaljisi bırakıyorum hem gezmeli hem konserli.


5 Ağustos 2018 Pazar

İnterrail 6. Gün : Guns N Roses Konseri


Sabah çok erken kalkmamaya karar vermiştik çünkü gece dışarılarda geçecekti , en azından dinlenmiş olalım dedik.


Tren saatlerine bakarken elimdeki aplikasyonun söylediği dışında da tren var mı diye internetten araştırayım dediğimde binmeyi düşündüğümüz saatte bilet kalmadığını fark etmiş oldum. Günün ilk mini mucizesi buydu bence :)


Öğlen olunca odamızdan çıktık, tren istasyonuna yürüdük. Ama ne görelim, orada bilet gişesi yok. Bir gün önce merkez istasyonda bakmadığımıza çok pişman olduk.


Perondaki bir görevliye sorduk. İnternetten alabilirsiniz telefonunuzu verin yardım edeyim dedi. Dedi de bizde internet yok. Başka bir görevli internetini bize açtı. (Bütün bunlar yine mucize değil mi sizce de?)  Bilet sitesine girdik  . Gitmeyi düşündüğümüz saatte ikinci sınıf bilet yok. Sonraki saatlerdeki biletler de inanılmaz pahalı. Göteburg ve konser hayallerimiz orada bitebilirdi .  Sonra bize birinci sınıf bilet de alabilirsiniz dediler. Ve istediğimiz saatte olan trene birinci sınıf biletimizi aldık. Hem de diğerlerinden ucuz. Hem de birinci sınıf:)

Tren yolculuğu dört saat kadar sürdü. Camları çok pisti ilk defa dışarıyı iyi seyredemedim.


Trenden indiğimizde sırt çantalarımızı dolaba kilitleyip aç olduğumuz halde ilk iş stada gidip bakalım dedik.

Neyse ki stad istasyona on dakika mesafedeydi.

Her yer konsere gelenlerle doluydu. Bilet bulma şansımızın pek olmadığını biliyorduk ama stadın önünde oturup dinlemeye de razıydık.

Yolda bilet satan bir adama baktık, pahalıydı . Fazladan para vermeyecektik, en ucuzlarından bulursak girecektik.

Bir görevliye bilet satış yeri var mı diye sorduk. Tarif etti. Yoksaaa bulabilecek miydik ki?

Orada kuyruğa girdik. Beş dakika beklemiştik ki bir adam bize yaklaştı. Bilet satın almak istiyorsanız benimkileri satıyorum dedi. Biz daha olayı algılamaya çalışırken gidip baktıralım sahte olmadığını görün de dedi.

Doğrusu ondan sonraki bir saat boyunca çoook şeyler dedi :)

Sevgili İngmar, bilete baktırdı, bizimle kapıya geldi, sırt çantası almıyorlarmış emanet yeri yapmışlar, oraya götürdü (oradaki sevgili görevli kadına da kocaman teşekkürler,  çanta başına 50 Sek alıyorlardı,  bizim çantaları birbirine bağlayıp ikisinden aldı o parayı.), en son olarak da yarım saat giriş kuyruğunda sohbet ederek bekledi.

Biletler Can'ın geçen seneki doğumgününde alınmış. Ve İngmar o akşam bir saat etrafra dolaşmış biletlerini satacak uygun kişileri bulmak için. Dolanan sarhoşlara vermek istemiyordum dedi :D

Giderken Metehan'a "Dayın her zaman kapı önünde bilet buluyorum der" demiştim.
Evet bulunuyormuş, yeter ki kalkıp kapıya kadar git.

Bilet bulamasaydık da o gece çok eğlenecektik, eminim.  Bizim için önemli olan o maceraya atılmış olmaktı.

Ama bilet bulunca yaşadığımız mucizevi olaylara bir tane daha eklendi ✨



İşte bizim mucizevi gün hikâyemiz böyleydi.

Nostaljik Pazartesi

Nostaljik gezilerde bu hafta Tel Aviv - Yafa var. Ben yeşillikli kısmını seçtim. Siz etiketlerden tıklayıp diğer kısımları da gezebilirsiniz. Hele Eski Yafa sokaklarında dolaşmadan günü bitirmeyin :)

Bu arada ne olduğuna bakacağım dediğim kuş " İbibik" miş. Sonradan yazmıştım sanırım ama siz merak etmeyin diye buraya ekliyorum.

İyi gezmeler.


26 Nisan 2017 Çarşamba

Bizim Handan'ın Nereye Olsa Giderim Halleri

Cumartesi günü baktık ki Can'ın programı değişmiş pazartesi Tel Aviv'e gidip bir gün orada kalıyor.

Hadi sen de geliyor musun dedi, ama sanırım evet diye cevaplayacağımı düşünmedi :)

Yenilenen pasaportum o sabah elime geçmiş, yapmam gereken bir iş yok, kafamı dağıtacak bir şey arıyorum, indirimli biletim var, otel parası vermeyeceğim, e daha ne olsun.

He canım ya, valla hiç üşenmeden bir günlüğüne Tel Aviv kaçamağı yaptım. Pazartesi akşamı gidip bu sabahın köründe de döndüm.

Sanırım bütün gün boyunca Can'ı on kilometre falan yürüttüm. Gitmeden önce gözüme kestirdiğim kocaman parkı (İki buçuk üç km uzunluğunda, gerçekten kocaman yani:),  sahil şeridini ve eski liman Yafa'yı gezdik, bol fotoğraf çekip kuş sesleri ve dalga sesleriyle terapi yaptık, ayağımızı denize soktuk, dilek diledik ve lezzetli yemekler yedik.

Hiç aklımda yokken farklı bir yer görmüş oldum.

Tel Aviv'e iki - iki buçuk saatlik bir uçak yolculuğuyla varılıyor. Yalnız erken gitmekte fayda var uçağa binmeden güvenlik şirketleri uzun uzun çantaları didikliyorlar, ayakkabılar falan çıkıp sıkı aranıyorsunuz.

Kudüs'e de gidebilirdik o bir günde, zira bir saat mesafedeymiş ama ben sadece sakin, tembel bir gün geçirmek istedim, Yafa'yı da görmediğimden başka bir yere gitmeyi düşünmedim.

Pazartesi akşamı otele gidip uyumak dışında bir şey yapmadık. Dün sabah erkenden kalkıp yollara düştük.

Bu yazıda otele kırk dakika yürüyüş mesafesinde gittiğimiz Yehoshua Park'ta Yarkon Nehri'nin kıyısından denize doğru uzun yürüyüşün fotoğrafları var.

Çılgın kuş seslerinin sahiplerini çopunlukla yakalayamasam da eldekilerle yetineceğiz artık.

Burada koşanlar, kanoya, bisiklete, scootera, kaykaya binenler, kişisel antrenörüyle spor yapanlar en çok da bebek arabalarıyla yürüyüşe çıkan anneler (Koşanı da vardı) ve köpek gezdirenler vardı. Ben pek insanları çekmediğimde ne yazık ki o kısımları hayal gücünüze bırakıyorum :)


Yafa portakalı görür müyüm dedim ama sadece bu mandalinamsı meyveli ağaçla karşılaştım, oysa portakal çiçeği kokusu ne iyi gelirdi.


Fethiye'de de vardı bu çiçeklerden.


Kıyafete uygun siyah ayakkabılarımı almayıp bunları giymem iyi olmuş. O kadar kilometre yürüyüşten topallayarak çıkardım aksi halde :)







Bakmayın dalda güvercin olduğuna şu kocaman yuvalar ihtimal papağan yuvası, çılgın sesleri geliyordu ama yakala ki çekesin.


Başarız denemelerin sonunda bu flu görüntüyü elde edip yetindim artık.



Doğru düzgün kuş çekemedim diye üzülürken yerde dolaşan bu kuş beni mutlu etti :)


Ağaçkakan gibi gözüküyor ama bakacağım ne imiş.




Topluca spor yapan ekibi çekmeden duramadım :)



Bu güzel ötüşlü kuş karatavuk mu emin değilim. Bilen söylesin.




Ah ufukta deniz gözüktü. Çılgın rüzgâr dalgaları şahlandırmış, siz biraz parkın keyfini çıkartın, sonra kumsaldayız.

Güz Okuma Şenliği 2020

 


Okuma şenliği başlayalı oldu ama benim listem geç kaldı bu sefer. Ay başından beri okuduklarımı uydurabildiğim kadar maddelere saydım. Diğerlerini de biraz doldurdum ama ben fantastik kitaplarımı okumak istediğimden pek listemi tamamlayacağımı sanmıyorum. 


1.Kategori (10 puan): İsminde GÜZ mevsimini çağrıştıran bir kelime geçen/olayların Güz'de geçtiği bir kitap.

Sonbahar / Ali Smith / Kafka Yayınları / 213 sf


2.Kategori (10 puan): Adında yada konusunda Kitap yada kitapla ilgili olan bir konu geçen bir kitap.

Rüzgârın Gölgesi / Carlos Ruiz Zafón / Kırmızı Kedi /586 sf

3.Kategori (10 puan): Hz.Muhammed ile ilgili bir kitap.


4.Kategori (10 puan): Fantastik türde bir kitap.

Kuzgunun Gölgesi / Jay Kristoff / Pegasus Yayınları /449 sf


5.Kategori (10 puan): Herbert George Wells yada Sait Faik Abasıyanık' tan bir kitap.


6.Kategori (10 puan): Adalet Ağaoğlu yada Ursula K. Le Guin den bir kitap.


7.Kategori (10 puan): Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK ile ilgili bir kitap.


8.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 30 puan): Aynı harfle başlayan üç kitap yada bir yazardan üç kitap.

Mavi Yakut / Arthur Conan Doyle / Avrupa Yakası Yayınları / 98 sf 
Maviye İz Süren / Bahar Uysal Karakuş / Mecaz Yayınları / 135 sf
Meslek Yarası / Zeynep Oral / Cumhuriyet Yayınları /  218 sf

9.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 30 puan): Kapağındaki baskın rengi Sarı / Turuncu / Kırmızı olan birer kitap.

 Körlük/ José Saramago / Kırmızı Kedi Yayınları / 331 sf
Solmayan Ümit / Sibel Yıldız / Ateş Yayınları / 171 sf
Aşkımız Eski Bir Roman / Ahmet Ümit / YKY / 223 sf

10.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 30 puan): Adında Meyve,sebze/ Hayvan / Çiçek ismi olan birer kitap.

Gazap Üzümleri / John Steinbeck/ Altın Kitaplar /470 sf
Ölmüş Eşek / Aziz Nesin / Bilgi Yayınevi 153 sf
Begonvilli Ev / Müjde Dural / Sapiens Yayınları / 254 sf

11.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 30 puan): Adının baş harfleri G, Ü, Z ile başlayan 3 kitap.

Gün Ağarmasa / Osman Akınhay / Agora Kitaplığı / 215 sf
Üsküdar Masalı / Muharrem Kaşıtoğlu / Özyürek Yayınları /  136 sf
Zamanda Buluşma / Müge Serin Öztürk / Galata Yayınları / 294 sf

12.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 30 puan): Sayfa sayısı 100 / 200 / 300 e kadar olan birer kitap.

Vatan Yahut Silistre / Namık Kemal / İş Bankası Yayınları / 69 sf
Sade ve Derin / Deep Tone / İkinci Adam Yayınları /163
%10 Daha Mutlu / Dan Harris / Pegasus Yayınları / 287 sf

Giyim Kuşam Gurusuyum Mübarek :D (Çenem de Düştü Bugünlerde :)

Bu aralar bi giyim kuşam moduna girdim haydi hayırlısı. 

Sanırım sürekli evde durup pespaye dolaşırken -pespaye dolaşmayayım diyorum ama mutfaktan çıkamayınca her kıyafetim yağ lekeli ve yağ lekesi çıkartmaya çalışmaktan da sıkıldım - canım bi kendime bakmak istedi.

Ne yazık ki giyim konusunda yıllardır aynı şeyleri giydiğimden kendi sade hallerimin ötesine geçemiyorum. Biraz da rahatıma düşkün, tembel ve ehlikeyifim :D 

Neyse, konu benim giyimim değildi. Konu kilolu hallerde giyim.

Sizi bilmem ama ben kilo aldıkça kendimi çirkin hissettiğimden giyime özen göstermem, zaten o kilolar gidecek modunda olduğumdan yeni bir şey alasım gelmez, eh bedenime göre almayınca sağdan soldan pırtlayan diğerleri daha da kötü gösterir,  bu sefer daha da çirkin hissederim.

İşin ilginci bir kilo bile vermiş olsam, henüz ideal kilomdan çok uzaktaysam da bi güzelleşir hallerim. Bir kilo yüzümden felan süzülüyordur belki ama ben asıl sebebi mutluluğuma bağlıyorum. Zira kilo vermeyi başarmış olmanın bir mutluluğu oluyor, duruşum dikleşiyor, yüzüm gülüyor. 

Bunu fark edince kendi kendime dedim ki çirkinlik dışından değil içinden geliyor Handan.


İnsanda psikolojik göbeği saklama arzusu ile kambur duruş peydahlanıyor,  bu da görünüşü daha beter yapıyor. Mutluyken dikleşiyorum, yürüyüşüm enerjikleşiyor ve tadam. Bakınız şekil a. (Bi de şunu çöp gibi kızla göstermeyelerdi iyiydi)

Giyim konusunda ahkâm kesecek bir durumum yok ama kilo saklama konusunda fena değilimdir. Bi de yüzüm göstermeyeydi iyiydi ama :D 

Gerçi şanslı kesimden sayılırım, kilo her yerime dağılıyor ve ben kocamanlaşıyorum ama tek yerde toplanmıyor. Yine de incecikken de belim kalındı. Yani 40 beden etek alıp altını daraltırırdım. 

Moda akımı ne olursa olsun hiç ilgilenmem bu yüzden.

Düşük bel pantolonlara hiç yanaşmadım meselâ. Kardeşş benim göbeğim var, onu saklamam lâzım üstten pırtlatıp göstermem hiç o mankenlerin üzerindeki gibi durmuyor. Üstten oturup paçası hafif bollaşan pantolon giyerim. Tişörtlerim kalın kaba değildir ama şu tül gibi saran kumaşları da tercih etmem. 

Bakın sizin için nefis örnekler topladım. Şu siteden aldım fotoğrafları.


Bakın burada diyor ki her ne kadar daha şirin olsa da siz pembeyi değil sağdaki azıcık bel oyuntulu bol göz yanıltsamalı olanı seçin. Gerçi bence onu da beğenmedim ama mesajı alalım biz yine de.


Bakınız burada benim pantolonun farkını görüyoruz, bacaklar hem renk hem modelle iki beden ince gözüküyor .  Ceketle falan incecik olmuş hatun. Hele altında topuklu ayakkabı ile etkisi inanılmaz.


Pileli bolluk yapan pantolonlardan, basenleri geniş kesimlerden uzak durup dar kesim derleyen toplayanlara yöneliyoruz diyor burada şair.   İyi de diyor. Pileler göbek pırtlamış etkisi yapıyor. Minik desenlerden korkmuyoruz, onlar cici.


Şimdi anacım bel kalın, saldın eteği aşağıdaki ince bölgeyi de kapattın, oldun mu duba. Yapma böyle diyor burada.  Ceketin kesimi de rengi de nefis bu arada :) Kalem etek ve o boyu ben hiç sevmem ama sezarın hakkı sezara iyi durmuş. Benim etekler ya dizimin üzerinde daracık,  ya da yerlere kadar bol olmalı :)

İşte böyle millet. Sonra bana 78 kilo hiç göstermiyosun diyorlar. Göstermem tabi, özenle saklıyorum yamuk yerleri ben. 

Tabi son bir senedir daha rahatım,  spor sıkılaştırdı oldukça.  Günde bir saat ter döküyorum ama değiyor.

Üstelik şu pandemi hallerinde nasıl iyi geliyor o ter atmak bilemezsiniz. 

Bu yazı da bittiyse, o zaman danssss :zd





?

Eskiden şu blogda cevap verdiğim yorumların yanında cevapladığım zaman (1 yanıt) yazıyordu. O sayfadan görebiliyordum cevaplayamadıklarımı. Şimdi o da kalkmış. Niye yeniliklerle geriye gidiyoruz bir anlayabilseydim. İlla blog arayüzü dışında program kullanalım diye mi uğraşıyorlar? 

Eeee Böyle Olmamalıydı :D

Fotoğrafını da çekeyim dedim ama açmaya korkuyorum onun için sadece anlatacağım.

Bu sabah kasaba sipariş verdim.

Sipariş verince de gidip şu derin dondurucuyu biraz düzenleyeyim de yer açılsın dedim. Zira tıkış tıkış bişey oldu, aldıklarımı neredeye yerleştireceğim bilmiyorum. Derin dondurucu dediysem buzdolabınınki,  yanlış anlaşılmasın, büyük bişey değil.

Aklımdan geçen boşaltırım, yeniden dizerim, bak yarısı boşmuş derim.

Hahaha.

Yarısını boşalttıktan sonra geriye tıkmaya çalıştım ama neredeyse kapağı kapatamıyordum :D Allahım, nasıl içine sokuşturduysam her şeyi kılı kılına duruyormuş :D Nefes alacak bölmesi yokmuş.

Bezelye bezelye bezelye. Dünyanın sonu gelse sorun yok, ben bezelyelerle hayatta tutacağım bizimkileri. Ki evde bezelye yemeği seven de yok :D Kıymalı mıymalı pişirip bol patatesle kakalıyorum, içinde bezelye de olmasaydı modunda yiyorlar. 

Neyse bezelye bir şekilde sıkışıyor, asıl dolmalık biber kalıntıları yer kaplamakta. Kalıntı nasıl oluyor diye düşünme. Şöyle oluyor. Bir kilo biber al, dolma yap, kalanı buzluğa at kalıntısı. Toplamda bir kilo değildir ama kapladığı yer abuk. 

O arada kolaylık olsun diye yapıp koyduğum köftelere ilişti gözüm. Pek kolaylık olmamış hatırlamadıktan sonra.

Bir de yeşil mercimekler var ki evlere şenlik. Pinçik pinçik haşlayıp atmışım. Ama tabi yemek yapacağım zaman dolapta görmeyip yine haşlamış fazlasını bi sonrakine kolaylık olsun diye atmışım buzluğa.

Ekmeklere sözüm yok, her yer kapanıp da evde mahsur kaldığımızda o köfte yaparım diye buzluğa attığım bayat ekmekler üç gün bizi kurtarmıştı :D 

Gördüğünüz gibi dolapta ete yer yok :D

Gelenleri hemen pişiriim bari. Hahaha. Erkeklerim anında bitirirler pişirsem :D

Evlilik

Biz evlenmeden önce altı yıl birlikteydik Can'la. 

Ay böyle deyince de hep birlikte gibi oldu, yok anacım. Aynı şehirde yaşarken o harp okuluna gidiyordu. Ceza almadığı hafta sonları buluşup hafta içi şehir içinde birbirimize APS mektup yollayıp duruyorduk. Telefon da nanay. Ben evden rahat konuşamam o okulda hiç konuşamıyor. Bir sene böyle geçti. Sonra o İzmir'e uçuş okuluna gitti. Pardon önce bir gün gitti bir daha beni aramadı. Ağlaya ağlaya bi hal olmuştum. Ama ben de onu aramadım, şimdi niye aramadım acaba diyorum ama neyse. Üç ay sonra aradı. İzmir'e gidecekti. Mezun olmuş felan. (Bu arada bana arada serzenişte bulunur mezuniyet balosuna katılmadım diye. Bir gün patladım artık, uleyn sen o ara benimle konuşuyor muydun da katılacaktım?) Buluştuk. Çok özlemişiz birbirimizi. Dedim ayrı şehirlerde bu ilişki sürmez. Senin dikkatini okuluna vermen lâzım. Ayrıldık. Elim bin defa telefona gitti. Vazgeçtim demek için. Yapmadım neyse ki . 

İki sene o İzmir'deydi ben yüksek lisansımı okuyordum. Arada attığı kartlar dışında hiç bir konuşmamız yoktu.

İki sene sonra bir gün İstanbul'a gelmiş, buluştuk.  Konuştuk.Yeniden birlikte olmak istiyordu. Ben de istiyordum. Ona dedim ki sen yokken bir sürü erkek arkadaşım oldu. Ona göre. Elindeki kitapları yere çarptı,  bi dellendi felan. Ben arkamı dönüp yoluma yürümeye başladım. Az sonra peşimden koşup geldi. Sarıldı. Ikinci çıkmaya başlamamız böyle oldu.

O Afyon'da,  Konya'da, Merzifon'da ben İstanbul'da şeklinde dört yıl geçti. Gece otobüse biner sabaha yanımda olur, bir sonraki akşam otobüsle nöbetine dönerdi falan. Ablası İstanbul'daydı neyse ki. Onun yanına gelirdi beni görmek için.

Üç sene sonra dedim ki tamam sen bana evlenme teklif ettiğinde ( Şu ayrı geçen üç ay teranesinden önce bi ara teklif etmişti, sokakta yürürken bi köşeye çekip, ağzında bişeyler geveleyerek. Ben gülerek daha evlenmeyi düşünmüyorum demiştim. )  9 9 99 da evleneceğim demiştim ama yetti gari seneye 9 7 97 de evlenelim. Ben bu cümleyi etmesem ne zaman evlenirdik bilmiyorum. Zira artık onun karar verme özürlü olduğunun gayet farkındayım :D

Bilimum babama söyleme heyecanları, geriye 365 gün sayıştan falan sonra 9797 olmadı ama 7997 de evlendik.

Hadi ilk seneleri atalım dört sene birlikteydik evlendiğimizde.

Hiç canım cicim olmamış sürekli tartışan bir çifttik.

Birbirimize hiç yalan söyleyip kendimizi faklı göstermeye çalışmamıştık.

Neysek oyduk.

Ve fakat dün ona evlenmeden beş gün önce tanışma yıldönümümüzde hediye ettiğim kitabın üzerine yazdığım "Bir gülümseyişte tanıdığım öteki yarıma" sözünü okuyunca kendime çok güldüm. Adam kitabı okumadı bile, tanımış olaydın kitap okumadığını bilir, hediye etmezdin.

Dört sene, milyon mektup, üç dakikada kesilen askeri telefonların başında hattı düşürme uğraşıyla saatlerce konuşma  ,  birikmiş çoklarca telefon kartı sonunda birbirimizi hiç tanımamışız arkadaşlar.

Ne o beni, ne ben onu. 

Dediğim her söz onun algılamasıyla ona ulaşmış,  onunkiler de benim algılamamla. Beni hiç aklımın ucuna gelmeyen şeyler onun kafasında dolanıyormuş, söylemiş de aslında, bilmediğin şeyi duysan da anlamazsın.

Evliliğimizin ilk yılı da ayrı şehirlerde geçti. Benim işim dolayısıyla İstanbul'da kalmam gerekti. Yatağımızın başucunda defterimiz vardı. Oraya yazı yazardık birbirimize. Daha çok o yazardı ben yokken. Ben de evdeyken ona yazardım bol bol. İşte o defteri şimdi okuduğumda yazılanlar birşeyler ifade ediyor.  Onun aklından geçenleri görüyorum, benim saflığımı. Şifre çözücüye evliliğimizin beşinci senesinden sonra ulaşmaya başladım.  Cahilliğimin mutluluğu gitti. Görmediklerimi görmeye, duymadıklarımı duymaya başladım. 

Hiç kolay olmadı.

Geçen gün Ceren mutlu evlilik sırrı soruyordu bana.  Tek sırrım unutmak. Kırgınlıkları, kavgaları, saçmalıkları unuttuğumdan rahatım. Tabi 23 yılda unutulamayanlar,  sızlatan çizikler, ağlatan batmalar da oluyor. Ama üzerinden atlayıp yanından dolaşıyorsun.

Susmayı öğreniyorsun.

Tabi benim gbi birisi tamamıyla susamaz asla da :D Konuşurken karşımdakinin beni anlamasını beklemiyorum. Yıllardır aynı şeylerin kavgası sürüyor. Barışmayı bırakalı çok oldu. Zira aynı konuda fikrimizin asla değişmeyeceği belli. Sadece kavgayı kesiyoruz :D Normal hayatımıza devam ediyoruz. Ne bileyim bir kaç saatlik sessizlikten sonra çay ister misin diyor birimiz.

İdeal evlilik diye bir şey var mı bilmiyorum.  Benimkisi kesinlikle değil. Ama güvendiğim, karşılıklı kahkaha attığım, elele tutuşup dolaştığım, biraz çekilmez olsa da içinde kötülük olmadığını bildiğim, bütün sevdiklerimle anlaşan, evine düşkün bir adamla birlikteyim. Kararsız,dengesiz, gereksiz ayrıntıcı, kıskanç, çifte standartlı abuk subuk halleriyle beni bunaltsa da evde o varken tepemin tasının atma sayısına kahkaha atma sayım baskın geliyor :)

Ve biz evlilik tarihi aldığımızda belediyenin kapısındaki banka çöküp,  birbirimize korkuyla bakıp, neyse olmazsa boşanırız ölüm yok ya ucunda demiş romantik bi çift olarak olmazsa boşanırız canım diyoruz hâlâ birbirimize :D

Meksikalı filmini izlemiş miydiniz bilmiyorum. 

Orada bir soru vardı. Kıza soruyordu onu kaçıran adam. "İki insan birbirini seviyor ama hiç geçinemiyorsa, ne zaman bu sefer kesinlikle bitti derler?"  Kız kuramadığı cümlelerle bir türlü cevaplayamıyordu soruyu. Filmin ilerleyen dakikalarında sürekli kavga ettiği şabalak sevgilisine soruyordu o da aynı soruyu. 


Doğrusu bazen sevdiğimden bile emin olamadığım, yılların birikenlerinin ağırlığını hatırlamasam da hissettiğim, içimi daraltan anlar yok değil. Ama lütfen, 23 senedir her gün yumurta yiyo olsaydım onu sevdiğimi de hatırlamazdım ihtimal :D


Komik bu adam yaaa :)

Haa, bence bir de fiziksel uyum çok önemli arkadaşlar. Siz kilo aldığınızda eşiniz sizden çok almalı ki çıtır görünün yine de :D Bakınız evliliklerinin 24.  Yılının ilk gününde Handan +20 Can + 35 kg. 

Hahaha,  yok yav tabii ki ondan bahsetmiyorum. Elektrik elektrik 😉


Kitap Salı

Bu hafta (on beş gün diyelim geçen hafta da yazmamıştım sanırım.)blog arkadaşlarımın kitaplarını okudum. Bakalım kimleri okumuşum.

 
İlk kitabımın yazarı Deep. Deneme yazılarını keyifle okudum. Uçuşan düşüncelerinin peşinde savruldum, gülümsedim,   eski Türk filmlerinden nostaljik eşyalara, aşktan sanata, yüz yıl öncesinden yüz yıl sonrasına bir çok konuyu düşünürken buldum kendimi :) Kalemine sağlık Deep.


İkinci kitabımın yazarı Yıldız. Sibel yani :) Senelerdir Yıldız dediğimden benim için öyle :) İçimi sımsıcak yapan öykülerini bir çırpıda okudum . Birkaçı komik, çoğunlukla duygusal,  içleri bilgilerle zenginleştirilmiş güzel öykülerini çok sevdim.Kitabının gelirini Darüşşafaka Eğitim Kurumlarına bağışlaması da yüreğimi aydınlattı.

Minik bir okumayı da koyayım buraya. 




Sırada yüz yüze görüşmüş olmasak da  çooook uzun zamandır tanıdığım sevgili Bahar'ın kitabı var. Bloğundaki,  insanın tam yüreğine dokunan, ifade edemediği hislerinin kıyısından dolaşıp evet işte böyle bir şey dedirten,  uçuşan düşüncelerin peşinden koşan koşarken yakalayamayacağını bilse de ulaştığı yeni yerleri kendisine katan yazılarını çok severim. Kitaptaki temiz ve duru hikâyelerini de ayrı sevdim.  Eh, seveceğimi de biliyordum zaten :)


Son olarak da içinde benim için çok özel notu ve imzası ile hediye gelen sevgili Müjde'nin kitabı var. Bloğunda keyifle ve heyecanla takip ettiğim hikâyesini yeniden aynı keyifle okuyorum. Bir tek içinde onun çizimlerini aradı gözüm :) 

Bu haftanın salı yüksek oranda gurur ve mutluluk içeriyor. Hepinizin  kalemine sağlık canım arkadaşlarım.  İyi ki bloglarımız var, iyi ki bloglarda yollarımız kesişmiş, biririmizin hayatlarına dokunmuşuz.