Film Festivali 3,4,5,6 . Filmler İzleyecek Değişik Film Arayanlara Fikir Versin

Ekâbirliğim tutmuş, filmleri anlatmamışım. 

Ama önce dün yaşadığımı anlatayım.

Dün sabah 11.00 de Beyoğlu Atlas'daki bir filme biletim vardı. Benimle gelecek kimse bulamayınca sabah üşendim gitmeye. Zaten oruç oruç zor oluyor falan demekteydim. Neyse ki hâlâ içimde bir deli beni dürtüp yollara düşürüyor. Hadi kalk diye zorladım kendimi. Hava da mis gibi.

Filmi seçmemin tek sebebi yönetmeniydi. God Exists, Her Name is Petrunya . İzlediğim en güzel kadın filmlerindendi. (bknz) Onun ismini görünce gideyim demiştim. Ve bilin bakalım ne oldu. Filmin sonunda yönetmenle söyleşi varmış.


Tüm saçım başım bakımsızlığım ve ben mutluluğuma sarınıp fotoğraf çektirmişim :)

Film çıkışı kulağıma müziğimi takıp Dimash'ın Scream 'i eşliğinde Beşiktaş'a kadar yürürken on sekiz yaşındaki Handan olmuştum. Tek başıma sinemaya gitmeyeli öyle çok olmuş ki. Oysa en sevdiğim şeydi tek başıma gitmek. Elimden alınmış bu özgürlüğüm bir şekilde, ben de karşısına geçip duramamışım. Olur öyle, kadınların ellerinden alınır bir sürü özgürlükleri, sanki onlar bırakmış gibi hissettirilerek üstelik. Neyse bu başka bir yazı konusu olsun.

Gelelim filmlere.

Pazartesi günü 

INGEBORG BACHMANN - ÇÖLÜN KALBİNE YOLCULUK filmine gittik.


(Bknz) İneborg Bachmann'ın kim olduğunu bilmiyordum filmi seçerken, çölün kalbi kısmı etkilemişti beni. Avusturyalı ünlü bir yazarmış. Onun hayatından bir kesiti anlatan film kadın erkek ilişkileri üzerine düşündürüyordu. Erkek boyunduruğuna girmeyi kabul etmeyen kadın olmanın zorluklarını , sevgilisiyle kopuşlarını, bunun onun üzerindeki etkilerini izlerken insan şöyle bir iç çekiyor. 

Gerçekten güzel bir filmdi. Tavsiye ediyorum. Bir kaç +18 sahnesi vardı yalnız, aklınızda bulunsun.

Salı günü Dünyayı Kurtardığında filmini izledik. 

(Bknz) Birbirinden kopuk bir aileyi , özellikle de anne oğulu anlatıyordu. Anne bir kadın sığınma evinde sosyal görevli olarak çalışıyor, toplumsal olaylara yakın, kendisini adamış biri. Oğlu internetten canlı yayın açıp, her akşam bir şarkı çalarak bağışlarla para kazanan, takipçileri olan bu yüzden kendini beğenmiş bir ergen. Bir yandan da okuldaki siyasi olaylarda bilgili ve duyarlı kıza aşık. Sığınma  evine gelen bir kadının annesine şefkatli , yardımsever, çalışkan oğlunu gören anne hayalindeki oğulu görüp ona kol kanat germeye çalışırken sınırlarını zorluyor, aynı anda oğlu da sevdiği kıza ulaşmaya çalışırken kendisini bir sürü komik duruma düşürüyor. Neyse anlatmaya çalışmanın pek anlamı yok, izleyebilirsiniz, güzel bir filmdi . 

Cuma günü ise annemle en fıytırık filme gitmiş olduk :)



Aramızdalar. (Bknz) Fas, Katar, Fransa ortak yapımı bu filmde arap sinemasına yeni bir soluk getirmek istediğini söylemiş yönetmen. Kocasının zengin ailesinin evinde yaşayan aslen alt sınıftan gelen hamile bir kadın aile tarafından aşağılanmaktadır. Hamileliği bahane edip onlarla bir davete gitmeyip evde kaldığı bir gün doğa üstü olaylar başlar. Askerler yolları kapar. Aile eve dönemeyip gittikleri yerde kalır. Kocası onu da yanlarına getirtmek için komşularına para verir ama komşu kadını gitmesi gereken yerden daha da uzakta bir köşede bırakıp ailesiyle kaçar. Tek başına bir kasabada kalan kadın bir şekilde eşine ulaşmaya çalışır. Bu arada köpekler, kuşlar falan bir tuhaf davranmaktadır. İnternet gitmiştir, telefon hattı bile tam çekmemektedir. 

Film sonuna kadar kendisini izlettiriyordu ama ne demek istedi, noldu, bişi anladıysam arap oliim. Ahahaha, arap olsam anlardım belki. Doğa üstü olayda noldu, cinler perilere mi karıştılar.. Topluca kılınan namazda kulaklara giren karıncalar naptı. Kadın nasıl özgürleşmiş olmuş olayların sonunda ben pek bi fark göremedim. Kocasıyla aynı fikirde olmamasını belirtmesi miydi , neydi. İşte öyle bi şekilde bitti. 

İsterseniz izleyin, belki anlar bana da anlatırsınız :)




Son filmim de dün gittiğim 


Dünyanın En Mutlu Adamı . (Bknz)

Konusu pek de cazip görünmemişti aslında, dedim ya yönetmeni Teona Strugar Mitevska ismini görünce (Ay ismini görünce değil tabi, ismini nerden hatırlıycam Petrunya filminin yönetmeninden dediği için ) gitmeye karar vermiştim. Saraybosna'da, bir buluşma etkinliğine gidiyoruz. İlginç bir etkinlik bu, çiftler önce bir örnek gömlek geçiriyorlar üzerlerine. Masada karşılıklı oturup kendileriyle ilgili buluşmayı yönetenlerin sordukları soruları cevaplıyorlar birbirlerine. Sorular en sevdikleri şeylerle falan başlayıp din ırk farklarından etkilenmelerine kadar gidiyor. En kötü gününüz sorusuna kadının verdiği cevaba "Yalan söylüyorsun " diyerek ortamı terk eden adamla konu başlıyor. Sonrasında ortak yemek, oyunlar, danslar ,yarışmalarla falan gün etkinlik devam ettirilirken kızla oğlanın hikâyesi de dökülüyor ortaya ve herkese dokunuyor ucu.

Çok da fazla bilgi vermesem de olur , yine güzel ve düşündürücü bir fimdi. Özellikle esas oğlan harika oynuyordu. Savaş üzerine bir filmmiş . İzleyin bence.

İşte dört yıl aradan sonra , ramazan ramazan festivale gitmeyi başarmanın mutluluğuyla bu yazımı bitirirken, iyi ki sanat var, iyi ki dünyamıza dokunup bizi düşündüren , insan olduğumuzu hissettiren sanatçılar var diyorum bir kere daha. Nisan ayının deli bozuk havalarını çekilir kıldıran şakır şakır yağmurda evden çıkartıp yollara düşüren İstanbul Film Festivali'ni seviyorum. 

İzninizle , evden burnunu çıkartmaya üşendiği halde , kendi kendimi dürten kendime de bi aferim diyeceğim.

Ha bi de şu yazıyı iki saattir yazıyor olmama da aferim. 

Bu kadar uzun yazıyı okuduydanız eğer, size de kocaman aferim :D



S*ktir Et Diyeti

Yep, şu anda okuduğum kitabın ismi bu :)

Yeme bozukluğumu düzeltebilmek adına kitap baktım geçen haftalarda. Mesele kilo alma, verme  falan değil şu aralar benim için sürekli kendimi kontrol altına almaya çalışmaktan yoruldum. Bu yaşımda artık istiyorum ki derdim gücüm ne yedim ne yemedim olmasın. Yememeye çalışarak rejim yapmak istemiyorum, sürekli yemek yemek istemeyi burakmak istiyorum.

Hayatımda hiç diyetisyene gitmedim. Rejim kitabı falan alıp uygulamaya çalışmadım. Doğumdan sonra dukan diyeti denediydim. Bir haftalık deli gibi açlık sonrası bir kilo mu iki kilo mu ne verdiydim. Bir de şu aralıklı oruç mantıklı gelmişti. Zira ramazanda hep kilo vermişimdir . Ya da deli gibi yediğim halde almamışımdır. 

Ama çok sıkıldım. Rejim yapmaya çalışmak, yememeye çalışmak, deli gibi elime ne geçirsem yutmak, midem tıkabasa olduğu halde doymamak, bitmeyen bir açlık.

Bazen kendimi salıp boş ver moduna geçtiğimi düşünüyorum ve anında üst üste kilolar geliyor. Ama aslında kendimi saldığım da yok. O yediklerimin hepsi için pişmanlık ve suçluluk halindeyim .

Yani mesele dış görünüşte değil mesele ruhsal durumumun bozulmasında. 

İki kitap aldım . Biri Tek Şişman Beyniniz, diğeri de bu.

İlkini henüz okumadım.

Bunun da yarısındayım.

Aslen kitap üç yüz sayfa falan ama dönüp dolaşıp aynı on sayfayı söylemekte. Ve fakat bunu çok rahatsız edici bulmadım zira okuyan kişinin kafasına kafasına vurmak gibi bir özelliği var. Bir yerden sonra beyne etki eder belki :D

Şu anda çok kiloluyum yine. Ama inat ettim deneyeceğim bunu. En son ne zaman suçluluk hissetmeden yedim bilmiyorum. Sanırım bir tek ramazanda yapıyorum bazen. 

Tek korkum kiloyla artan ağrılarım. Ama onların da gerilimden olduğunu farz edelim şimdilik.

Ben Handan. Oburum. Ve yiyeceğim yiyebildiğim kadar. 82 kiloya yaklaşmışım. Bakalım kaça kadar gidecek. Bir yerde bu deli gibi yeme isteği bitecek de normale dönecek mi .. Göreceğiz. Haber veririm size :)


Burada

Bugün ikinci filmi izlemeye arkadaşım Ayşe ile gittim. Yürüyerek gittik, yürüyerek döndük, sohbet ettik, plânlar yaptık. Mahalle arkadaşımla hâlâ aynı mahallede yaşıyor olmak ne kadar harika.

Günün harika olmayan kısmı ise sinema salonunda yaşananlardı. Hiç bu kadar gıpraşan bi festival seyircisi görmemiştim.

Bizim biletimiz en arka sırada makinistin hemen önündeydi. Klasik olarak film saatinde boş yerler kapıdan satıldı. İnsanlar içeri girmeye başladı. Ama eskiden bu son dakika biletleri satıldığında henüz film başlamamış oluyordu, bugün filmin ilk on dakikası içeri girip karanlıkta yer arayanlarla geçti  . Bu arada yeni gelenlerden dördü bizim önümüze oturdular. Oturdular da bir tanesi yerinde duramıyor. Sanırım sıkı obsesif kompülsif rahatsızlığı vardı , hani turet sendromundan bi tık iyi . Yanındaki kadın söylene söylene kalktı gitti. Biz bütün film onun yerinde duramamasıyla kaldık. Hayır en arkadayız. Film de kare çekilmiş, ekranın üçte birinde zaten. Ses desen holivud filmlerindeki gibi bangır bangır olmadığından her ses duyuluyor. Filmden kopmamak için ciddi uğraştık. 

Son yirmi dakikada ise makinisti dövecektim. Adam çantasından naylon çıkarttı, haşır huşur, bi saat açtı, döndüm baktım napıyor diye, ay sandviç yiyor. Adam filmin bitmesine yirmi dakika kalmış, dayanamadın mı o kadar. Bilahare kapıyı açık bırakıp gitti zaten.

Hayır bugünkü film de sakin, huzurlu, hani içine bir dalsam içimi yumuşatacak, sıradan bir hayatı anlatan bir filmdi. Sakinleşemeden çıktım :)


Filmin ismi Burada. İnşaatta çalışan bir işçinin tatil için ülkesine dönmeden önce son günlerini anlatıyor. Buzdolabındaki sebzeleri bitirmek için çorba yapıp arkadaşlarına dağıtıyor. O arada şehirdeki yosunları inceleyen biyologla tanışıp onunla vakit geçiriyor. Sakinlik, doğa, yağmur, ikisinin arasındaki sessizlik huzurluydu. Yeni tanışan iki kişinin konuşmadan sakince gün geçirmelerine bayıldım. Hani hemen bütün taşları dökeriz car car konuşarak. Bunlar öyle değildi. Çok harika bir film miydi , hayır. Ama huzurlu bir mola gibi geldi (ya da gelecekti :) bana.

Filmin açıklaması şurada.

Günün fotosu da burada dursun. 


Festival bahane, sevdiklerimle buluşup birlikte vakit geçirmek şahane :)



Dört Yıldan Sonra İlk Festival Filmi

Reks sinemasının önünde sabah erkenden kuyruğa girip üç saat bilet almak için beklemeyince eksiklik hissettim gerçi. Her sene geçmişten biraz daha fazla kopmak hüzünlü.

Neyse, geçen hafta oturup filmlere göz atmayı başardım. Bir taraftan da ramazanda filme benimle gidip yemek falan yemeden geri dönmeyi kim ister ki modundaydım. Yine de filmlere baktım. Ama internetten almaya alışkın olmadığımdan evelsi güne kadar bekledi bilet alma işi. Bilet almazsam kapıdan da bulurum ve fakat deneyimlerim bana biletim yoksa kılımı kıpırdatıp da gitmediğimi gösterdiğinden olay kapıdan bilet almak değil gidip gitmemeye bağlanıyor.  Sonunda dur bakayım biletlere dedim (Anam ne kadar pahalanmış, hafta içi sabah seansı 50 lira, haftasonu 90 , vıyyy) , passo dan satılıyordu, çok kullanışlı menü yapmışlar, festival broşürü açılıyor, haftalık sinemalar seanslar filmlerin konuları, filmeri seçip seçip en sonunda ödemeye geçiyorsunuz. Bilet bulamadığım filmlerin yerine hemen yenilerini koyabildim.

Sanırım altı filme bilet aldım. Hepsinden ikişer tane :D

Bilin bakalım ne oldu, bugün oruçtan izne ayrıldım :D Yani bu kadar denk düşer. 

Sabah erkenden Can'ı çekiştirip Kadıköy'e sürükledim. Filmimizi izledik, yemeğimizi yedik, döndük. Öyle evci olduk ki karı koca, dışarıda vakit geçirmeyi özlemişiz. Altı yıl , çoğunlukla ayrı şehirlerde yaşarken flört ettiğimiz için, o sıralar tüm hayalimiz evimiz olsun, televizyon karşısında tembellik yapalımdı. 

Bakınız şu an :)  O kulaklıkla manyak dizilerinden birini izliyor, ben kulağımda kulaklıkla müzik dinleyip telefonda vakit geçiriyorum :D Tamam çok güzel de arada çıksak fena olmıycak. Bugün çok keyifli oldu. Onunla ilk tanıştığımız sokaktan geçerken gülümsedik. Ona söylediğim ilk söz "bir dakika " olmuştu. Sonra da bırakıp fotoğrafçıya verdiğim filmleri almaya gitmiştim. Beklemeseydi kardeşim dükkanın önünde, manyak olduğum belli işte :D

Ay film festivalinden nereye geldim ben yaaa;) 


Dünyanın Kralları , Kolombiya'da geçiyor. Kimi kimsesi olmayan beş sokak çocuğunun hayatta kalma , varlıklarını ispatlama, haklarını elde etmeye çalışmaları savaşlarını anlatıyor. Görüp başımızı çevirdiğimiz, yanımızda olmalarını istemediğimiz gençler bunlar. Sokak lâmbalarını kırıp arabaları çiziyorlar, çalıyor, bali çekiyorlar. Bir taraftan da öyle acınası haldeler ki... İnsan yüreği burkuluyor. 

Dünyanın değişik köşelerinden filmleri izlemeyi seviyorum. Seyahat etsem göremeyeceğim köşelerini görüp hayatlarını izleyebilmek adına harika.  

İşte ilk film böyleydi. Merak edenler için festival açıklaması şurada .

Bakalım yarın sabah gideceğim nasıl bir film çıkacak.




Şarkı Falcı Geldi Hanııımmm :)






 Sadece balkon kapısını açıp şu güzelliklere ulaşmak en büyük zenginliğim. Kimileri kentsel dönüşüme girer belki ev, çok değerlenir diyor da tüylerim diken diken oluyor. Eski evin hali geliyor aklıma hemen. Aman aman, istemem. Bana gelecek daha fazla para bu evin verdiği mutluluğu vermedikten sonra.. Şehrin ortasındaki vaha umarım böyle kalır. 

Neyse ben şarkı falı yapıyordum bir anda konu nerelere geldi. Hadi tıklayıp alın bakalım kendinize bir şarkı :)

Lazanya

Ne yiyeceğimi bilememe sonucu markette gördüğüm bilimum değişik şeylere sarmaktayım.

Geçen gün pirinç makarnası denemiştim. Makarnanın bi esprisi yok aslında çok kısa sürede haşlanıyor. İçine de bir sürü sebzeyi kavurup koymuştum.

Dün de lazanya yapayım dedim. Hiç yapmamıştım daha önce.

Pastavillanın lazanyasını aldım. Önceden haşlamak, ıslatmak falan gerekmiyormuş. Sonra evde kara kara onu dizeceğim kap arandım. Bi dikdörtgen borcamım var ama 8x17 cm olan lazanyanın bi tanesi sığıyor içine. Yanlarda da bir sürü boşluk. 

Neyse, şasıma Bilgehan anneannesine gitmişti yemek yemeye. Anneme var mı sende kare borcam diye sordum. Anacım, bendeki kafaya bak. Annem ha babam kocaman bir borcamla yemek gönderir. Aklımın ucuna bile gelmiyor. Valla 20x30 lukmuş o kabı. Benim lazanya içine cuk oturdu.

O arada neyse ki oğlan gelmeden süt olmadığını da hatırladım da gelirken aldı.

Ben de sallana silkine kavuracağım kıymaya katacaklarımı çıkarttım. 


Yarım kilo kıymayı şu fotoğrafta gördüklerinizle kavurdum. Ben önden kıymayı kavurup soğanı sonradan katarım genelde. Böylece daha ekstra yağ koymamış oluyorum kendimce. He , fotoğrafta olmayan bir de domates sosu koydum. Salça diyordu tarif koymadım onu.

Sonra gidip biraz yatayım da kalkınca kalanını yaparım dedim .

Tam yatacağım, anaaa, e benim pilatesim vardı ya diye zıpladım. Bir saat sonra başlayacak . O zaman gidip beşamel sosu da hazırlayayım dedim.

Üç kaşık tereyağ ile yarım su bardağı unu biraz kavurduktan sonra 600ml sütü yavaş yavaş topaklamadan karıştırdım. Höööö. Karıştıramadım tabi.  Nasıl yapıyonuz yavrum siz o işi , ben sütü katıyorum hooop topak. Blanderdan geçirmeden beşamel sos yapabildiğim olmadı.  Neyse ben accık fazla pişirmişim, olması gerekenden yoğun olduğunu lazanyaya sürerken anladım. Çok pişmesine gerek yok. Zaten fırında pişecek.

Bu da bitince. Borcamın altını yağlayıp domates sosu döktüm. Sonra lazanya kıyma beşamel sos lazanya kıyma beşamel sos diye sos bitene kadar sıraladım. En üstte sos oluyo. Onun da üstüne kaşar rendesi. 

O arada baktım spor yapacak halim yok gidip yattım. Yarım saat sonra zımba gibi kalkınca spora da yetiştim. Dedim kızlar bana unutturmayın yirmi dakkaya fırına sürmem lâzım yemeği.

190 derecede yarım saat ağzı folyolu, on beş dakika kadar da folyosuz pişirdim. Üzeri kızarınca kapattım .


Güzel olmuştu ama o kadar malzemeyi ayakkabıya koyup fırına sürsem o da güzel olurdu ihtimal. 

Paketin kalanını bitireyim diye bir kere daha yaparım sanırsam .

Sonrasında kıymalı makarna yapar yerim anacım :D

Daha düzgün tarif istersen ben şuraya bakıp yaptım :)

Afiyet olsun.



Nobody Knows I'm Here


Gerçi ben de nerede olduğumu bilmiyorum başkaları nerden bilsin. 

Dün şarkıyla aynı isimdeki filmi izledim. Fena film değildi. Şarkısını ise bütün gece dinledim. (Şarkının film versiyonu şurada)

Bu aralar sürekli mavi şarkılar dinliyorum. Ruhumda bir yerlere dokunuyorlar. Canım yazı yazmak istiyor. Sanki ucundan çeksem geliverecek gibi ama olmuyor. Ucunu bulamıyorum.

Dün tam bir tembellikle geçti. Öğleden sonra zorla kalkıp ortalıklarda duran toprak torbasını saksılara boşaltarak kaldırayım bari dedim. Önce niye almışım bunu, çok da gereksizmiş diye başladım sonra bir paket daha mı alsam, yetmedi moduna nasıl geçtim bilmiyorum.

Zavallı bütün yaprakları sararan ıtırın saksısını kaldırımca susuzluktan değil sudan sarardığını fark ettim. Olur öyle. Bolluk içinde yüzersin, yine de yüzün sararır düşer. İhtiyacın olandan fazlası yaramaz bünyeye. Dengeyi iyi oturtmak gerekir.

Geçen gün kardeşim senin için ne yapayım abla dedi. Bilmem, canım hiçbir şey istemiyor dedim. Demek ki her şeyin varmış dedi. Düşündüm. Valla haklı. 

Bilgehan'ın okul ödemesi geçen senenin üç katına çıkmış. Oğlan %70 burslu olmasa napardık bilmem. Neyse. Kredi kartı limiti yeter mi diye sordum Can'a. O yurt dışında kalırken otelleri ödediği için yüksekmiş limiti. Ay dedim , kartını ver bana, ben kullaniim biraz da. Al dedi. Tabi biliyor kendimi çatlatsam da limiti bitiremeyeceğimi . Satın alma özürlüyüm ben.

Pazar arabası bakayım kendime dedim. Pazar arabası çantası gördüm. E , benim araba sağlam diyerek çantayı almaya karar verdim . 

Beş yıldır ütü masası alacağım. Mevcut ütü masam ütü yaparken kilidi çözülüp bir anda yere inebiliyor.  Ama ben hâlâ beceremedim. 

Amma konudan konuya atladım ha.

Saksılarım düzenlendi. 

Pazardan iki tane enginar almıştım. Hiç uğraşasım gelmedi. Biraz zeytinyağı ve limon sıkıp pişireyim dedim. Can'ın aldığı acılı sosa ilişti gözüm. Ekşili bişey. Onu da ekledim. Üzerine de geçen günden kalan doğranmış kereviz yapraklarım vardı, onları koydum. Acılı ekşili çok hoş olmuş. Sahurda yedim. 

Beyaz lahanayı da fırına attım. Dilimleyip , üzerine bilimum baharat karıştırdığım zeytinyağını sürüp öyle fırında pişiriyorum. Lezzetli ve sağlıklı bişey oluyor.

Bugün aklımı toparlayabilirsem Bilgehan'la integral çalışayım diyorum. Dur şurada kendime bi şartlama yapiim. Uyandığında zehir gibi olacaksın, beynin zımba gibi çalışacak ve oğlunla ders çalışmaktan zevk alacaksın. Matematik bu, alırım da . Matematiği seviyorum. Derli , toplu, düzenli. Her şey yerine oturuyor ve bir bakıyorsun işin içinden çıkılmaz zannettiğin şeyler çözümsüz değilmiş .

Bak valla mutlu oldum matematiği düşününce :)

Saat 5.45. Oğlan okula gitmemeye karar verdiği için gidip yatacağım şimdi. Sabahın bu huzurlu sessizliğinin biraz daha tadını çıkartıyorum sadece.

Bizi sarıp sarmalayan bütün güzelliklerin farkına varıp bizim de onları sarıp sarmaladığımız harika bir hafta olsun. 

Öptüm sizi.



Sabahın Körü Yazılarına Devam

 


Şu papatyalara ulaşıp topladığım an baharın geldiğini hissettim. 

Her gün bize komşu sitenin önünden geçerken bahçesindeki papatyalara bakıp iç çekmekteydim. Koca mahallede sadece onun bahçesinde var. Geçen gün kapısının önünden geçerken bir baktım açık. Dedim Handan hayat sana daha ne kadarını sunsun, kapıyı açmış, geçecek olan sensin :) Karman çorman bahçe yolunu bulup papatyalarıma ulaştım. Penceresinin önünde papatya topladığımı gören var mıydı bilmiyorum ama ben yapraklarını koklarken öyle mutluydum ki gören varsa bile ses çıkartmamıştır.



Annemle çay keyiflerimizi bu fincanlarımda yapıyoruz artık. Sapı kolay tutulanı hangimiz alıcaz kavgamız oluyor yalnız :D Şunu söylemeliyim ki , fincanda çay kahve içmeyi seviyorsanız, kendinizi şımartmak için bunlardan almalısınız. Tabi antikacılarda satılıyorlar. İngiliz Royal Albert serisi. Yayvan olmadığından içeceği soğutmuyor, görsel şölen olmasının yanı sıra içimi de çok güzel. Bunlardan birisini yaş günümde diğerini yılbaşında bulup aldım. Kırılacaklar diye ödüm kopuyor ama kullanmadıktan sonraaa.




Dün akşam hava çok güzeldi. Malum sabahları kalkıp yürüyemediğimden akşam yürüteyim bari dedim. Gerçi peşinden ağırlık çöktü. Bu evin en kötü yanı yokuş üzerinde olması. Ya aşağı ya yukarı çıkmam gerekiyor yürümek için. Neyse vazgeçmiştim ki balkondaki geri dönüşüm çöpleriyle karşılaştım. Güya haftada bir gelip alıyorlar ama benim bir hafta geri dönüşüm biriktirmem imkânsız. Git at bunları, üşenme Handan dedim. Neyse ki hadi yürüyelim mi dediğimde hemen tamam diyen bir kocam var. Hahaha. Yok tabi, o koltukta uyuyodu. Annem var. Gittik parkta yürüdük. Dönüşte de doğa bana bu kareyi hediye etti :)


Dün hava harikaydı. Küçükken böyle havada balkon çıkardım. Biraz daha büyüdüğümde bahçede oynamaya giderdim. Sonrasında arkadaşlarımla buluşurdum. Şimdi.. Çamaşır yıkıyorum.. Sonra da hiç değişmemişsin Handan diyorum kendime . Nasıl değişmemişim, içim geçmiş ;D 

Neyse koltuk örtülerini yıkadım. O sırada kıyı köşe salonu toparladım. Üçlü koltuğun arkasında duvara gitmesin diye koyduğumuz üst üste iki tahta parçası vardı. Can'a onları birbirlerine vidalattım. Yapıştırmıştık, açılmışlar. Sonra yine orada kablolar geçiyordu yerden. Kablo kanalını duvara yapıştırıp onun içinden geçirdik . Bir iki iş daha aradan çıkmış oldu. 

Salon vitrininin içini temizliyorum bir gün önce de . İki rafı kaldı. Bayrama kadar sıkıntıdan bayram temizliği yapıp duracağım sanırım. 

Akşam yemek yapasım yoktu. Hamburger sipariş ettim. Tam iftarda, ezanla geldi :) 

İşte böyle. Saat de 5.39 oldu. Haftasonu olduğundan gidip yatabilirim artık. Hepinize keyifli pazarlar.