Yemek Sonrası Ütü Öncesi Bir Mola


Evi toparla, alış verişe git, evi süpür, çamaşır topla, çamaşır as, tekrar alışverişe git, çamaşır topla  yemek yap derken bu vakit olmuş.

Küçük bir çay keyfini hakkettim bence.

Ohhhhh Bugün Boşşşşş


Partimizi atlattık (fotoğraflar gelince daha uzun anlatacağım)


Kanlıca'da Ada Baro Bahçe erguvanlarıyla bu mevsim de harika, adeta saklı cennet, gidip görün bence.


Bugün şööyle hayallerim var. Kitabım ve çayım elimde, pijamam üstümde.

Yarın piknik hazırlıklarına başlarız artık. Yelkovan Atölye bahar bayramı kutlayacak :)

Son Hazırlıklar


Şu an tamamıyla beyin durumu gerçekleşmiş vaziyette oturuyorum.

Son bir saatim var evde. Sonra gidip saçlarımı boyatmam gerekiyor. Gerçi işim uzarsa saçları hemen iptal edebilirim, şapkayla dolaşmayı düşünüyorum zaten.


Dün saatlerce oyun alanı hazırladık.


Umarım bugün bıraktığımız gibi buluruz.


Bugünkü doğumgünü partisi dünyada ilk :D Başka kimse parti yapmamış bu konu üzerine henüz. Yeni çıkmış bir telefon oyunu. Brawl Stars parti teması.

Çocuklar iki takım halinde yarışıp, dört oyun oynarken bir yandan da hiçbir çocuk üzülmesin diye ince ince plânlamaya çalıştık.

İnşallah çok eğlenirler.

Gidip birşeyler yiyeyim şimdi, belki kendime gelirim.

Üzerimden tır geçmiş gibiyim.

Bize güzel dileklerinizi yollayın olur mu.

Gülümse


Hahaha, buna her baktığımda gülüyorum :D


Lütfen dahi anlamındaki de ler ayrı yazılacak. Bu dahi yukarıdaki karikatürdeki dahi değil tabi :)


Üniversiteyi de böyle kazanamamış, hahaha :D

Şimdi ben gidip uzuun yapılacak işler listeme dönüyorum, iyi geldi bu mola :)

İki Gün Önce Bayram Fotoğrafları Koymak İçin Açmışım Bu Sayfayı Öyle Boş Boş Kalmış

Günlerdir doğumgünü ile yatıp doğumgünü ile kalkmaktayız. Araya bayram, hasta ziyareti, başka doğumgünü partisi falan da girince iyice dağıldım.

Üç gündür ütü masası salonun ortasında ha yapacağım diye duruyor.

Çok uykum var ama uykusuzluktan değil aylık sendrom. Kadın olmak da zor azizim.

Sanırım Ramazan'a kadar pek boş günüm yok. Hatta öyle karışmış haldeyim ki şu an bir şey daha vardı, neydi o diye düşünmekteyim.

26'sı arkadaş doğumgünü,  28'i parti doğumgünü, 1 mayıs piknik günü, 2 si okulda son buluşma günü -fakültemin binasını yıkacaklarmış :( -, bunları hatırlıyorum , o arada bilmediğim bir gün Metahan'ın dans gösterisi var, gerisi bulanık, güya bir gün adaya gidecektim , bebek ziyaretine Yalova'ya gidecektim.

Derin nefes al Handan ....

Neyse ben bayram çocukları fotoğrafları koyup gideyim, durup düşünecek vaktim bile yok sanırım.


Yemek yedikten sonra cüzdanını almadığını fark eden Can Metehan'a sen öde dedi, bayramda onu baba koltuğuna oturtmuş olduk böylece :) Hehehe napalım hep makam koltuklarına oturulmaz ya :D


Hadi size eski günlerdeki gibi oyuncak alayım dedikten sonra gözleri parlayan iki kocabebe, eve döner dönmez legolarına gömüldüler :) Metehan çocuk olmanın baba olmaktan daha güzel olduğuna karar verdi :)


Canım anneme de indirime girmiş yapbozlar arasında kararsız kalınca ikisini birden aldık.


Ve içimize bol bayram havası çekip geldik. 


Bahar Mimi

Sevgili Bilge yine sıkı sorularla mim hazırlamış. Benim gibi 14 senedir blog yazıp hepsini yazdım ben bunların modunda olan birisine bile yeni şeyler getiriyor bu hatun :)

Bu arada ben yazana kadar Sevgili Tigris de ebelemiş. Ona da teşekkür ediyorum.

İşte bahar mimi !

1) Bahar bir insan olsaydı onunla aranız nasıl olurdu ?

Fırtınalı bir ilişkimiz olurdu. Tam sıcak sohbetlerin arasında bir anda buz kesmesine anlam veremeyebilirdim :D

2)Şu ana kadar yaşadığınız hayatın "bahar" kısmı hangi döneminiz ? O dönemde neler yaşadınız ?

Üniversite yıllarım. Sadece kendimden sorumlu olduğum, henüz masum bir bakış açısını koruduğum, enerjik, yorulmak bilmeyen, harika yıllar. Sonrasında uzun bir yaz başladı :D

3)Bahar bir arkadaşınız olsaydı onun okumaya ihtiyacı olan kitabın ne olduğunu düşünürdünüz ?

Eeeeee. O okumasın, kitap yazsın bence. Tüm olumsuzluklara inat yeniden doğuşun hikâyesini anlatsın. 

4) Size baharı anımsatan insanlar var mı çevrenizde ? Varsa kimler ?

Tabii ki çocuklarım :)

5)Bahar temalı bir yağlı boya tablo yapmak isteseniz, resmin içinde olmazsa olmazınız ne olurdu ?

Kelebekler, papatyalar, gelincikler ve çiçeklenmiş erik ağaçları arasında oynayan çocuklar.

6)Bahar yorgunluğu ile mücadele eder misiniz? Yoksa kendini baharın kollarına yorgunca bırakmayı tercih edenlerden misiniz ?

Ben hep yorgunum, bahar yorgunluğu olarak farklı bir şey hissetmiyorum :D

7)Baharda gitmek istediğiniz coğrafyayı da sorup mimi sonlandıralım ;)

Sakura mevsiminde Japonya çok güzel olabilir diye düşünüyorum . Bir de Giethoorn'u baharda görmek isterdim, çiçek açmış çatılarıyla.

Ama İstanbul da harika bence :D (Hava sıcaklığı 5 ile 20 arasında değişmese daha iyi olacak ama :D )


Peki, sıra geldi kimleri ebeleyeceğime.

Babaannemim Saatli Maarif Takvimi

Sessiz Kaldım


Bulut Gölgesi

Haydi sizin cevapları görelim :)





Nostaljik Pazartesi

Bu haftaki nostaljimiz içinden deniz geçen güzel şehrimde boğaz havası almak olsun. Fotoğraflara İstanbul şarkıları da saklamışım.

9 Ağustos 2017 Çarşamba


Boğaz Turu Yapmak İsteyen Gelsin


Geçen ay arkadaşlarımla buluştuğumuzda bir yerde oturup durmayalım gezelim dedik. Eminönü - Sarıyer hattı güzel gözüktü, 2,5 liraya boğaz gezisi gibi oluyor.


Biz Beşiktaş'tan bindik, simitlerimizi almıştık, çay da geldi yanına, tam bir saat harika yolculuk oldu :)


Denizden kıyıya bakmanın da keyfi başka.


Çok şükür hâlâ güzel yerleri var İstanbul'un.




Otuz altı senelik arkadaşlarım, orta okul sıralarından nerelere uzandı bu dostluk :)


Sahile indiğimizde rüzgâr sayesinde yürüyüşümüz bunaltmadı hiç.






Yürüyüşün bizi nereye götürdüğü de bir sonraki yazıma kalsın :)

Unutmadan, fotoğraflara İstanbul şarkıları sakladım, istediğine tıkla bakalım sana hangisi çıkacak :)

Bugün Planlama İşi Bitsin Artık

Doğumgünü partisine bir hafta kaldı. Kafamdaki bölük pörçük düşünceleri düzenleyip çocukların çok eğlenecekleri bir partiye çevirmem gerekiyor. Sanırım en zorlandığım konu bu oldu. Zira bu telefon oyunu hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Ders çalışır gibi çeşitli sitelerde yazan yazıları, tüyoları ve konuşmaları okuyorum.  Youtube da oyun videosu bile izledim ya, kendimi aştım :)

Şimdi çılgın kocaman bir kahvaltı yapıp karman çorman salon masama oturdum. Düzeltmeye kalksam yorulup yine bir şey planlayamaz hale geleceğim. En iyisi evde herkes uyurken başlamak.

Bu haftayı hayırlısıyla , güzel bir şekilde atlatabilirsem çok mutlu olacağım. Haydi bakalım.

Bu arada dün mutfağı karıncalardan temizledim ama şu anda elimin üzerinde dolaşan bir tanesine bakarsam daha işim çok. Yeterli karınca ilacım vardır umarım.

Haydi size son atölyeden fotoğraflarla veda edip işime geçeyim.








Ne Var Ne Yok

Her perşembe öğleden sonra okulda kalmak istemeyen oğlum var. Neymiş çıtır çerez dersler varmış. Ya, biz öyle ders olsa da sınıfta keyif yapsak diye bakardık, şimdiki gençlik eve gelip bilgisayarlarına sarılma derdinde. Gel desem her hafta olmuyor, gelme desem taciz ediyor . İçim sıkılıyor.

Akşama atölye var. Çantasını hazırlamam gerekiyor. Kelebekleri konu aldık. Flextangles yapacağız . Çok ilginç bir şey, yarın gösteririm.

Yaklaşan bir doğumgünü partisi var. Daha hiçbir şeyi düzgün plânlanmadı. Çok çalışmam lâzım.

Balkonda çamaşırlarım var topla bizi diyorlar. Her gün çamaşır her gün ütü. Ben kıyafetleri verdikçe yeni bir hediye furyasıyla yeniden doluyor çekmeceler.

Can'ın işyerinden gelen bavulu balkondan savurup atasım var. Adam gittiği yerde üç ay kalıyor gibi kocaman bir şey vermişler. Uçakta yanına bile alamaz. Bagaja verse üstüne konan diğer bavulların altından sağ çıkamayacak kadar da uyduruk.

İkea'ya gidip kutu alasım var. Herkesin her çeşitten birer ayakkabısı olmasına rağmen eve sığmıyorlar. Güzel kutu alırsam portmantonun üzerine üstüste dizerim.

Evimde karınca baskını var. Kıyı köşe döküp ilaçlamam gerekiyor. Milimetrik karıncalar her yerde. Üstümüzde gezinmeye başladılar artık.

Sandalyelerin yeniden kaplanmaya ihtiyaçları var. Bu kumaş çok kötü çıktı , üzerime dökülen her şey leke yaptı. Silsem de çıkmıyor.

Bütün gün yatıp uyuyasım var. 15 gündür her gün dışarıda olmak , keyifli birşeyler için bile olsa beni yoruyor . Kimse olmasa, hiçbirşey yapmadan boş boş dursam.


İstanbul Film Festivali 11 / Nefes



Oğlunun sağlığını düşünürken kendi sağlığını hiçe sayan bir anne ve dolambaçlı yolları geçit vermeyen bir metropol. İkinci uzun metrajlı filminde yönetmen Arturo Castro Godoy, kentin öte ucundaki okulunda yaralanan Asperger sendromlu oğluna ulaşmaya çalışan Lucia’yı izliyor. Yürek burkan, telaşlı bir yola çıkan Lucia, Buenos Aires’in parlak, Avrupai görünümünün hemen arkasında, dev süpermarketler, halk otobüsleri, yorucu bir bürokrasi ve protesto yürüyüşleri arasından geçerken çağdaş Arjantin’in alışılmadık bir portresini çiziyor. Çaresiz Lucia rolündeki ödüllü oyuncu Julieta Zylberberg’in nefes kesen performansı özellikle dikkat çekiyor.




Diyor tanıtımında. Ve fakat ben hiçbir şey hissetmedim bıkkınlık dışında . Hayatımda bu kadar ilerlemeyen film görmedim. Kızın da taksi tutmak dışında yaptığı bir şey yoktu. Holivud çevirseydi keşke bu filmi dedim, onlar sonuna kadar nefes nefese bırakırlardı bizi. Taksimetre sayacı ile kırmızı ışık geri sayımı izletip sürekli soluma sesi vererek olmuyor bu iş. Aynı anda başka bir film daha vardı, keşke ona gitseydim.

İstanbul Film Festivali 10 / Melekler Işıktan Yaratılmıştır



Festivalde de gösterilen Oscar adayı Irak Paramparça filminin yönetmeni James Longley bu kez kamerasını Kabil’deki Daqiqi Balkhi Okulu’nun küçük öğrencilerine, özellikle üç erkek kardeş, Sührap, Rüstem ve Yaldaş’a çeviriyor. Yönetmen, uzun yıllardır süren savaş, çatışma ve yoksulluk döngüsünün içine doğan bu minik beyinlerin gündelik rutinlerine odaklanıyor. Parçası olmadıkları bir savaşın cefasına katlanmak zorunda olan çocukların türlü imkânsızlığa rağmen hayal kurmaktan ve daha iyi bir gelecek için mücadele etmekten vazgeçmediklerini gösteren Melekler Işıktan Yaratılmıştır, bir yandan bir insanlık trajedisi anlatırken bir yandan da çocukların masumane dirayetleri özelinde insan ruhunun zaferini dile getiriyor.


Angels are Made of Light - Clip from roco films on Vimeo.

Afganistan ile ilgili bir belgeseldi. Ben daha film modunda olduğunu düşünmüştüm. Ama öğretmenlerin eskiyi hatırlamaları ile tarihine kısa bir bakış bile vardı. Yalnız seçim yaptıkları kısımda daralmışım. Seçim demeyin bana modundaydım :) Okullarında öğretilen şeyler öyle keyfiydi ki inanamadık. Sınav sorusu 1 : Şu dizeleri açıklayın 2 : Bilgisayarın parçalarını sayın. Başka bir sınav sorusu : Kainatı yaratan kimdir. Hangi hoca ne dersi veriyor anlamadık :)  Üçüncü öğretmenler günü kutlamasında artık uzadığına kanaat getirdim ama gittiğime memnunum. Haa kompozisyon konusu "Babalar en iyi bilir. Anneler en çok sever. "  Hahaha , tüylerim ürperdi görünce. Atatürk olmasaydı ne halde olacağımızı gördüm diyebilirim filmi izlerken.

İstanbul Film Festivali 9 / Beyaz Karga



Ünlü oyuncu Ralph Fiennes’ın yönettiği üçüncü filmi, efsane balet Rudolf Nureyev’in hayatını anlatıyor. Senaryosunu Saatlerve Okuyucu ile Oscar’a aday gösterilen senarist ve oyun yazarı David Hare’in yazdığı Beyaz Karga, ilk gösterimini Telluride Film Festivali’nde yaptı. Son derece göz alıcı bale sahneleri içeren film, Nureyev’in Sibirya’da bir trendeki doğumundan gençliğine, eğitim aldığı yıllara değinerek 1961’de Paris Le Bourget havaalanında Sovyetler’den Batı’ya ilticasına kadar yaşamını ele alıyor.



Ve bu yaşamı eline alırken sıra takip etmiyor. Gittiği Paris turnesi sırasında geri dönüşlerle diğer kısımları birleştiriyoruz izlerken. Başka filmlerde çok karışık gelebilecek olan bu kurgu burada çok güzel yapılmış. İki saatlik film baştan sona nefes almadan izleniyor.

Sinemalara geleceğini düşündüğüm bu filmi çok sevdim. Dans, müzik, tarihe bir bakış ve ünlü bir baletin hayatı. Daha ne olsun :)




Üç Ay Sonu Özeti

Sabah tartıya koştum, üç ay sonunda nihayet boyumla kilom birbirine eşitlenmiş demeyi düşünüyordum. Hahaha, metabolizmamı küçümsemişim. Bütün hafta dışarıda yemek yediğim için bir kilo almışım :(  Ayıp olmasın diye , onca yürüdüğüm yol hatırına yağ oranım düşmüş biraz o kadar.

Ya tamam, günde bir öğün arada kaçırmış da olabilirim , bu kilo almaya nasıl neden olabiliyor, aynı kal madem. Münasebetsiz şey.


Şuraya ocak sonundaki halimle dünkü halimi koyuyorum. Çok da bir fark yok ama neyse .

İstanbul Film Festivali 8/ Onun Adı Petrunia



Petrunia, Teofanya bayramında suya atılan tahta haçı kapıp çıkarır. Haçın hem iyi şans hem de bereket getireceğine inanılır. Kuzey Makedonya’daki küçük Stip kasabasında yüzlerce erkeği kızdırmıştır Petrunia: Bir kadın ne hakla bu geleneğe karışıp bir de tüm erkeklerin önüne geçer? İş görüşmelerinde bile hakkı yenen eğitimli, aklı başında Petrunia, hakkını sonuna kadar koruyacaktır. Makedon toplumundaki dönüşümün kilise, medya ve yargıdaki yansımalarına göndermeleriyle, bu öfkeli olduğu kadar hüzünlü film, kemikleşmiş adetlerin hüküm sürdüğü bu ülkede kadınların dik durmalarının önemini vurguluyor.



Sanırım şimdiye kadar izlediğim filmler arasında en sevdiğim bu oldu :)

32 yaşında, şişman ve bir işe girememiş ailesiyle yaşayan Petrunia, filmin başından sonuna kadar güzelleşti sanki gözümde. Kendisini hiç anlamayan annesinin işe girsin diye itip kaktığı kız, yine bir iş görüşmesi dönüşü son derece aşağılanmış ve kötü hissederek dönerken geleneksel  sudan haç çıkartma gününe denk düşer. Bir şekilde sürüklenip onları izlerken haçı görmesiyle bir anda suya atlar ve diğerlerinden önce alır. Ve olayla başlar. Polis onu evinde bulup sorguya götürür . Bir televizyoncu kadın haber peşine düşer. Peder haçı geri ister. Suya atlayan erkekler haçı çaldı diye kıza köpürür.

Gerçekten çok güzel bir filmdi. Petrunia'nın karakolda dik duran başı, hazır cevaplığı etkileyiciydi. Kadınım, aptal değilim dediği kısım hele.

Eğer bir yerde rastlarsanız muhakkak izleyin. Siz de çok seveceksiniz.

İstanbul Film Festivali 7 / Canım



İran’da Elburz Dağları’nda yaşayan Firuze, 9 yaşındayken babasını kaybetmiş ve hayatın zorluklarıyla erken tanışmış. Çocukluğunu yaşayamadan ev işlerine bir yetişkin gibi koşturmuş ve annesine yardım etmiş. Henüz 14 yaşındayken de kendisinden yaşça büyük bir çobanla evlendirilmiş. O gün bugündür dağlarda, zor doğa koşullarında yaşıyor Firuze. Fakat 80 yaşına varan bu bilge kadının hayata bakışında cesaret verici müthiş bir taraf var. Başına gelenlere rağmen hayatı sevmek ve yaşamaktan vazgeçmemek konusunda önemli bir ders veriyor.




Bir saatlik belgeseldi. Bana Karadeniz'in köylerini hatırlatan bir doğada inekleri ile yaşayan 80 yaşındaki Firuze'nin yaptıklarını ben yapmaya kalksam bir hafta yerimden kalkamam herhalde. 11 çocuğu olmuş ama o tek başına kışın köyünde yazın da dağda yaşıyor. Hayran olmamak elde değil.

Yoruldum mu Ne :)

Her gün evden çıkmak metabolizmamı bozuyor bir müddet sonra . Eviminkini de bozuyor. Mutfak derbeder, çamaşırlar yığın olmuş. Arada bir jet hızla süpürüyorum. Yemek yapıyorum.

Bir de neredeyse her filmi 11 matinesinden almışım. Şu an gözlerimden uyku akıyor. Tek tesellim film bir saatmiş sadece. Öğleden sonra koşarak eve gelip uyuyabilirim :)

Bu akşam ütü yapsam iyi olacak . Neyse yemeğim var .

Film festivali sonrası evde bir temizlik festivali yapmalıyım :D  Peşinden de ramazan gelir bol bol dinlenir, kitap okur ve de misafir ağırlarım. Ay bol bol misafir ağırlarken nasıl dinleniyoruz o kısmı bilmiyorum , hahah :D Olsun, ramazanda kalabalık sofraları seviyorum :)

Hafta sonu rejime başlayalı 3 ay bitecek. Bu bir haftada sürekli dışarıda yemek keyfi yapmış birisi olarak tek umudum çok yürümüş olmam. Bakayım kilo verebilmiş miyim.

Bit atölye bir de doğumgünü partisi var yapacağımız. Oturup plânlamam lâzım artık şu partiyi.

İşte böyle.

Şu son günlerde başa alıp alıp dinlediğim şarkıyla veda edeyim size. Tıklayın bakalım fotoğrafa :)


İstanbul Film Festivali 6 / Nehir Kıyısındaki Otel



Yakın zamanda öleceğine ikna olmuş yaşlı şair Younghwan, uzun zamandır görüşmediği iki oğlunu, kalmakta olduğu otele davet eder. Ölmeden önce oğullarıyla arasını düzeltme çabası, otele gelen iki genç kadının varlığıyla karmaşık bir hal alır. Prömiyerini Locarno Festivali’nin yarışma bölümünde yapan Nehir Kıyısındaki Otel’de siyah-beyaz sinemanın tüm avantajlarını kullanan Hong Sang-soo, aile, dostluk, ölüm, affetme ve zamanın geçişi gibi zihnini kurcalayan kavramları incelikle ele alıyor.



Filmi izlerken bir otele gidip bir kaç gün orada kalmayı, yatıp uzanıp,  hiçbirşey yapmadan vakit geçirmeyi canımız çekti :)

Siyah beyaz, sakin, zaman zaman gülümsetip zaman zaman düşündüren,  kalemim olsaydı da yazsaydım dediğim cümleleri olan güzel bir filmdi.


Festivalde Nostalji


 Beyoğlu Sineması'nda filme girerken fuayede duran bu harika makinaları görünce yine hayran hayran bakarken Elâ fotoğrafımı çekti. O sırada arkamızdaki beyefendi bizimle sohbete başladı. Meğer sinemanın makinistiymiş. Şimdilerde artık dijital filmler olduğundan kullanılmayan bu makinalara sevgisi ve özlemi öylesine belirgindi ki biz de yüreğimizde hissettik. Eski günleri yad ettik bir kaç dakika.

Film başlarken o,  bize gösterdiği yeni minicik dijital aletlerin olduğu odasına biz de salona geçtik. Festivalin perde arkasından  bu fotoğraflar da bize sımsıcak bir hatıra olarak kaldı.


İstanbul Film Festivali 5 / Joel



Filme adını veren Joel, Tierra del Fuego’da ıssız bir kasabaya taşınan Cecilia ile Diego’nun evlat edindikleri, dokuz yaşında bir çocuktur. Zorlu günler geçirmiştir, ağzından sadece “evet” ve “hayır” kelimeleri çıkmaktadır. Joel’in sadece okulda konuşup sorun çıkarmasıyla Cecilia ve Diego için işler daha da zorlaşır. Carlos Sorín, fedakârlığın sınırlarını karla kaplı, güvensizliğin ve ikiyüzlülüğün kol gezdiği bir kasabada geçen bu dokunaklı dramda keşfediyor.



Sanırım festivaldeki her türlü aile filmine bilet almışım. Ana kız, ana oğul, dayı yeğen, oğul baba, evlat edinilen çocuk, bugün gideceğim baba ve oğulları :)

Filme gelirsek. Evlat edinilen 9 yaşındaki Jose' nin hikâyesi. Ama daha çok Cecilia'nın hikâyesi. Cecilia rolündeki Victoria Almeida da hikâyenin hakkını çok güzel veriyor.

Hiç çocuğu olmamış insanların evine bir anda 9 yaşında, üstelik de sorunlu geçmişi olan bir çocuk geldiğinde yaşanabilecekleri çok güzel yansıtıyor film. Bir yandan sessiz bir çocuk, bir yandan ne derece doğru yaptığını bilemeyen , sevgi dolu ama endişeli , sessiz yapısına rağmen işlerin peşini bırakmadan , pes etmeyen anne. İşin içine okul girince,  diğer anne babaların tutumlarıyla arada kalan aile.

Okula giden çocuğun anne babası olmanın zorluğunu düşündüm bir kere daha. İnsanların bencilliklerini. Küçük kasabaların katılığını.

Konuyu okuduğumda Joel'in okulda sorun çıkarttığını düşünmüştüm. Oysa sadece geri olduğu bir ortamda diğer çocuklar arasında kendisine yer kazanmaya çalışan bir çocukmuş. Sorun çıkartan büyüklermiş.

Ve bütün bunların yanında çocuk evlât edinen güzel yürekli insanlara kocaman sarılasım geldi.

Güzel işlenmiş, güzel anlatılmış , güzel bir konuya parmak basmış bir filmdi  . Severek izledim.

Kitap Salı

Bababa, onca filmin arasında yine de yazıyorum yazımı, madalya taksınlar bana ha.

Bir aydır elimde dolaşan kitabım sonunda bitti. Yazarla ilk tanışmamdı, sevdim kendisini. Zaten kitabı da kendi hayatından bahsettiği için kısa sürede kaynaştık.


Kitabı kesin bloglardan birisinde gördüm ama bilmiyorum kimde gördüğümü.

İsmi beni cezbetti öncelikle. İyi ki de cezbetmiş.

Sadece son kısımlarında biraz sıkıldım. Ama yazarın diğer kitaplarını da okumak istiyorum.


"İşin aslı insana ikiden fazla şans verilir- çok daha fazlası. Bulmanın/ yitirmenin, unutmanın / hatırlamanın,  terk etmenin / dönmenin asla durmadığını artık, elli yıldan sonra biliyorum.  Yaşamın tamamı başka bir şansla ilintili ve biz yaşadığımız sürece, o son güne kadar,  hep bir şansımız daha olacak. "

"Yazdığımızda,  öykünün kendisi kadar  sessizliği de sunarız. Sözcükler, dile getirilebilecek olan suskunluğun bir parçasıdır."

"Birşey kaybetmişti. Büyük bir şey. Yaşamı kaybetmişti / kaybediyordu.

Çoktan kaybetmiş ve hâlâ kaybediyor oluşumuz konusunda benzeşiyorduk"

" Mutluluğu aramak,  bunu yaptım, hâlâ da yapıyorum, hiç de mutlu olmakla aynı şey değil - o bence geçip giden ,ömürsüz, koşullara bağlı, azıcık da sıkıcı bir şey."

" Varoluş biçimimizin şu anki donuk kayıtsızlığı , salt sıkıcı işler, sıkıcı televizyonlar yüzünden değil, sokaklardaki canlı yaşamın yitimi yüzünden  dedikodular, rastlaşmalar, parası olsun olmasın herkese yer açan , o nabız gibi atan karmaşık, gürültülü curcunanın kaybolmasından. "

" Ona göre mutlu olmak, kötü / hatalı / günahkâr olmak demekti. Ya da düpedüz salak olmak. Oysa mutsuz olmak bir erdeme sahip olmak gibiydi."

"Hayatla yaşamak çok zordur. Çoğunlukla hayatı boğmak için elimizden geleni yaparız - eglileştirilmek ya da zıvanadan çıkmak. Uyuşturulmak ya da öfkeyle karşı çıkmak. Aşırılıklar da aynı etkiyi yapar , bizi yaşamın yoğunluğundan, şiddetinden yalıtırlar.

Ve aşırılık - ister uyuşuklukta ister gazapta olsun - hissetmeyi başarıyla önler."


İkinci kitabımız da Merdivenler Kenti. Son zamanlarda okuduğum en güzel fantastik kitaplardan.

Macera, gizem ve hayat felsefesi. Hepsi var içinde .

Sanırım serinin başka kitapları da var. Ama bu kitapta macera başladı ve bitti neyse ki yarım kalmadı. Devamını da okuyacağım tabi.


"İnsanlar tuhaf Shara Komayd.  Cezaya değer veriyorlar çünkü bu, davranışlarının önemli olduğunu düşünmelerini sağlıyor, kendilerinin önemli olduklarını. Sonuçta önemsiz bir şey yüzünden cezalandırılmazsın. Sanıyorlar ki dünyanın var olma amacı onları utandırmak, aşağılamak ,  cezalandırmak,  baştan çıkarmak. Her şey onlar hakkında,  hep onlar hakkında!"

"Zamanın pervasız davrananların hepsine cevap vermek gibi bir özelliği vardır. Bunlar İlah da olsa."

" Eğer Olvos var olmuş olsaydı, o zaman bize vermiş olduğu en büyük hediye birşeyler yapmak için kendisine ihtiyacımız olmadığı bilgisi olurdu. İyiliğin herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda, herhangi bir kişiye , herhangi bir kişi tarafından yapılabileceği bilgisini."

"İlahlar bir sürü cehennem yaratmış olabilir dedi, ama bence hepsi insanların yarattıkları yanında sönük kalıyor. "


Doğrusu bu hafta üçüncü kitabı yazacağımı düşünmüyordum ama dün akşam elime aldığım kitabı bırakamayınca o da bitmiş oldu.

Hüzünlü öyküsü yüzünden elim pek gitmiyordu bu kitaba. Haksızlıkla elinden evi alınan yaşlı bir kadın içimi acıtıyordu. Ama baştan sona hüzünle ve hayranlıkla okudum.


"O gün rıhtımda siste kaybolduğu duygusuna kapıldığında, içine derin bir yalnızlık ve ölüm korkusu çökmüştü. İnsanoğlunun dünya yüzündeki geçiciliğini ilk kez fark ettiği andı bu. Daha sonra sık sık düşüneceği bir şey. Biraz erken ya da biraz geç ölmenin bir anlamı olmadığına göre,  yaşamanın amacı neydi?  Zaten yok alacak kumdan şatolar yapmak neye yarıyordu? Büyük bir mücadele içinde olan insanlar böyle şeyler düşünmüyor, kendilerini hayattaki başarılatına adıyorlardı. Ama insanın temel duygusu buydu. Yeryüzü korkusu,  yaşam ürkekliği,  geçici olmanın yarattığı yürek burkulması. Yani boşluk, büyük bir boşluk."

" İnsanlar yaşlanıyordu, bunun ayrıcalığı yoktu ama yaşlanan insanların bir kısmı olgunlaşmış olarak, bir kısmı ise olgunlaşmadan ölüyordu. Bunun püf noktası ise bir insanın "Nasıl görünüyorum"  sorusundan "Nasıl görüyorum" aşamasına geçmesiydi. "

" Hapishane koğuşu ona özgürlük getirmişti. Artık hayata dair hiçbir talebi kalmadığı için hiç kimseden bir şey istemek zorunda değildi. Bu yüzden de özgür ve dik başlıydı. Uşaklık kaderinden onu yalı değil hapishane kurtarmıştı.

İnsanoğlunun kendi ihtiraslarının bir hapishane hücresinden daha korkunç bir esaret olduğunu anlamıştı."

Evet, bu hafta salımıza düşenler bunlar. Bakalım önümüzdeki hafta film peşinde koşarken okuyabilecek miyim birşeyler :)

İstanbul Film Festivali 4 / Ölüler ve Diğerleri



Geleneğe göre on beş yaşındaki Ihjãc, babasının ölümüyle yeni şaman olacaktır. Kaderinden kaçmak için köyü terk eder “beyaz adamın” şehri onun sandığı vaha olmaktan çok uzaktır. Portekiz-Brezilyalı yönetmen ikili Salaviza ve Messora’nın yerli halktan amatör oyuncularla Ölüler ve Diğerleri, modernlikle geleneksellik arasındaki zıtlıkları yer yer Gaugin’in tablolarını anımsatan bir görsellikle perdeye yansıtıyor. Brezilya’nın kuzeyinde yaşayan, Ihjãc’ın mensubu olduğu Kraho kabilesinin günlük yaşamlarını, ritüellerini ve etnik-yerli azınlık olmanın sıkıntılarını anlatan film, gerçeküstünün sınırlarını zorlayan, şiirsel atmosferiyle çarpıcı ve etkileyici.



Bu filmi seçme amacım dünyanın hiç bilmediğim bir parçasını görmekti. Zira gerçek Ihjãc ve Kraho kabilesinin canladırdığı bir film olarak belgesel tadı da taşımaktaydı. Aynı zamanda da konusu olan bir filmdi . Başından sonuna kuş sesleri, nehir sesleri, ateş sesleri bizi çevreleyip taa oralara götürdü. İhjãc'ın dünyasına girip sanki paralel evrene ışınlandık.

Film bitmek üzereyken çıkanları ise hiç aklım almadı. Evet sonrasında aksiyon olmayacağı belliydi ama neydi gerçek dünyaya kaçma aceleleri. Neden insanlar durup bir müddet filmin kendilerini yavaşça bırakmasını beklemek yerine koşturuyorlar. Hayır sabah 11.00 matinesine gelmiş bir insanın ne acelesi olabilir ki ?