Varda Köprüsü ve Gelin Battı

Adana'daki ikinci günümüzde şehre bir saat mesafedeki Alman Köprüsü de denilen Varda Köprüsü'ne gittik.

Almanlar tarafından yapılan bir tren köprüsü bu. Dağların arasında minicik bir kasaba, o kasabanın da yanında 75 m yükseklikte bir taş köprü. İstanbul Bağdat Hicaz demiryolu için inşa edilmiş.


Öyle güzeldi ki.


Bir saat fotoğraf çekmişiz başında.


Yine tüm demiryollarında gitmek istiyorum hayalim depreşti. Ama acelem yok, nasılsa ilerki yaşlarda da yapabilirim bu isteği :)




Oradan dönüşte çok keyifli bir yer bulup oturduk.


Sular bir yerden yerin altına girip başka yerden çıkıyormuş. Rivayete göre eşek sırtında suyu geçmekte olan bir gelin hayvanla birlikte batıp yok olmuş burada, onun için gelin battı diyorlarmış.


Şu anda çöpler batamadı olmuş gerçi, yazık.


Neyse diğer yerler güzeldi en azından.


Yaz sıcaklarında şehirden kaçıp gelmelik bir yerdi.

Biz hazır yedik ama mangal yerleri vardı benim fotoğrafımda arkada gözüken bölmelerin.





Evet kısa kaçamağımızla ilgili anlatacaklarım da bitti.

Şimdi Can'ın bir iki gün boşu daha varmış, ona ne plânlasam diye bakmaktayım :D

Not: Cıks, fotoğraflara şarkı koymadım, başka sefere o artık :D

Metabolizmamı Paralamak İstiyorum Sayın Seyirciler


Her şey bir kenara gece boyunca tuvalete gidip gelmelerimle bile kalori harcayıp kilo vermiş olmalıydım ama nerdeee.

Bir haftada 100 gr ne ya,  dalga mı geçiyorsun benimle ?

Yemediğim yemekler kadar taş düşsün kafana.

Afrikada yaşasam bir deri bir kemik kabilemin ortasında gürbüz bir şekilde kalırdım da millet beni gizlice yiyor zannedip linç ederdi herhal.

Neyse çok kızgınçım gidip bir kahvaltı yapayım bari.


Çalışkan Çarşamba

Bu haftaki konumuz kokular.

Parfüm Müzesi'nde gezerken rehberimiz bize çeşitli kokular vermişti, ne olduklarını tahmin etmemiz için. Bunlardan birisini verirken nereden geldiğini söylemem yoksa koklamak istemezsiniz demişti :)

Ta o zamandan bu konuda yazmak istiyordum.

Çiçekler , baharatlar haricinde en güzel kokulardan birisi misk.

Misk geyiğinin karın bölgesindeki salgı bezinden elde ediliyor. Kimilerine göre erbezlerinden deniyor ama ben ansiklopedide böyle gördüm.

Mis gibi kokmak deyimimizin de buradan geldiğini söylemeliyim bu arada.


Rehberin bize koklattığı koku ise amber.

O da kaşalot yani ispermeçet balinasının kusmuğundan yapılıyor .

Bu kusmuk suyun üzerinde yüzüyormuş. Bulanlar da köşeyi dönüyorlar zira gramı 20$ dan alıcı bulabiliyormuş. (Altın fiyatlarına baktım yaklaşık 40 $ )


Bununla ilgili şu sayfada açıklamalar bulabilirsiniz.

Bu haftaki çalışmamız da bu kadar haftaya bakalım aklıma ne takılacak :)

Not :Fotoğrafları AnaBritannica'dan çektim. Eve hâlâ benim ansiklopedilerim duruyor :)


Evde Tek Başına

Ay neyse üç erkekim de çıktı evden. Bi dağılın bi rahat bırakın arada, daraltmayın beni anacım.

Ki ben de gidip güzel güzel evimi temizleyeyim.

Hımmm.

Bu işte bi yanlışlık var ammaaaa.


Kitap Salı

Bu hafta Gülün Adı bitti. Okuma grubu ile yavaş yavaş, üzerinde konuşarak okumak keyifliydi. Bu sefer unutmam umarım konuyu :D


"Şeytan maddenin prensi değildir, Şeytan ruhun küstahlığıdır; gülümseyişten yoksun inanç,  hiçbir zaman kuşkuya kapılmayan gerçektir o."

"Belki de insanları sevenlerin görevi, onları gerçeklere güldürmektir; gerçeği güldürmektir, çünkü biricik gerçek , gerçeğe duyulan çılgınca tutkudan kendimizi kurtarmayı öğrenmektir."



Bu kitabın konusunu okuduğumda çok ilgimi çekmişti. 25 yaşında yataktan çıkmamaya karar veren bir adam . Onun kardeşinin ağzından hayatları anlatılıyor . Ben daha felsefik bir şey düşünmüştüm ama "ağır hayatlar" programı izliyorum gibi hissetmekten öteye geçemedim. (600 kiloya ulaşıyor da yata yata)  Çıtır çerez gibi bitti kitap.

"Ted'i severdim, herkes konuşma sırasının kendine gelmesini beklerken,  Ted karşısındakini dinlerdi. Bir konu hakkında bilgi sahibi değilse tartışmaya varsayımlarla katılma ihtiyacı hissetmezdi. "



Necati Cumalı'nın bu hikâye kitabını seneler önce okumuştum. Yeniden okumak istedim.

İlk okuduğumda kırsal kesimde insanların cinsel hayatlarını böylesi sereserpe yaşayabilmelerine şaşırmıştım.

Öyle güzel anlatmış ki , insan hikâyelerin içine giriyor, bağlarda bahçelerde gezip kişileri yanıbaşında gibi izliyor.



Hem de yazarından imzalıymış :)


Adana'ya giderken yanıma hem ince hem de hikâyelerden oluştuğu için bu kitabı aldım.

Hüzünlü hikâyeler insanın yüreğine dokunurken insan hepsini yaşamış gibi hissediyor.



"Belki çocukluk yıllarımızdaki gibi mutlu değiliz ama yine de keyfimiz yerinde. Zaten çocuk olsak, sırf o geçidi görmek bile havalara uçmamıza yeterdi. Bence hayata haksızlık etmemek adına, çocukluk yılları böyle durumlarda kategori dışı tutulmalı. Çünkü öyle güzel bir kafaydı ki çocukluk mereti, bugüne kadar ne içtiysem, ne denediysem hiçbiri beni tekrar oraya götüremedi. Nasıl götürsün? Tanıdığımız herkesin hayatta olduğu, ölümsüz yıllardı o zamanlar. Herkes çivi gibi , dipdiri ayaktaydı. Teyze amca dediğimiz insanlar dahi en fazla bizim şimdiki yaşımızdaydı. İnanmıyorsan git bak, bütün o teyzeler hâlâ en vatkalı en permalı halleriyle ordadırlar. Rüya gibi. Sanırım bu nedenle rüyalarımda çocukluğumu görmüyorum. Bir rüyanın rüyası kolay kolay görülmüyor."

Bu haftaki salımızda bunlar toplanmış, bakalım haftaya neler olacak.

Tepebağ Sokaklarında

Eski evlerin yıkık halleri bile güzel geliyor bana :)

İçlerine türk sanat müziği şarkılar sakladım.  Fotoğraflara tıklayıp alabilirsiniz :)












Adana'da Küçük Bir Gezinti Yapalım mı?

Can aslen Adana'lı. Kendisi Niğde'de doğup büyüdüğü için o da pek bilmez Adana'yı. Bir kaç kere akraba ziyaretine gelmiş sadece. Ben de bir kere oğluşlarla kaplumbağa kampına gelmiştim. Şehre inmedim .

İki gün boşu olunca haydi gidip akraba ziyareti ve mezar ziyareti yapalım dedik. Tamam, aslında o ağabeyiyle gidecekti araya kaynayan ben oldum :)

Gider gitmez, saatiniz, caminiz, köprünüz ne varsa beni gezdirin dedim. Sağ olsunlar onlar da gezdirdiler :)

İki günde ne kadar gezilebilirse gezdik.

Ben de sizi merkezde yakaladığım tarihi güzelliklerle başbaşa bırakayım şimdi. Sonra da dağ havası almaya çıkarız.

Dağ havası dedim de bahar gibi hava vardı oralarda tabi, döner dönmez buz gibi havayı görünce, haaa, kışmış daha dedik :D


Adana merkez oldukça kalabalık ve bu güzellikler karmaşanın içinde kamufle olmuş. İstanbul'da çoğunlukla böyle olduğundan yadırgamadım gerçi.

Burası Yeni Cami.


Hamama yolun karşısından bir bakış.


Meydandaki Kemeraltı Cami de çok şirin durmuyor mu sizce?




Yağ Camii'ne bakınca bu kiliseden çevrilmiş gibi dedim, gerçekten de öyleymiş, kendimle gurur duydum :)


Bir söylentiye göre önünde yağcılar olduğu için, diğer bir söylentiye göre toprağın altına gömülü kalmışken, orada yağ depoladıkları için ismi böyleymiş.




Oradan Kazancılar 'ın içiinde Büyük Saat'e ilerledik. Fazla vaktimiz olmadığından dükkanları dolaşamadım .



Büyükmüş Büyük Saat :)


Burası da en eski evlerdenmiş.


İçeri girip şöyle bir gözatma şansımız oldu. Tamirat yapıyorlardı.





Onun hemen yanında Ulu Camii, medresesi ve bir de Ramazanoğlu Türbesi var.






Oradan Seyhan Nehri'nin kıyısına doğru giderken bu güzel binaya rastladık.


Tarihi Eski Kız Lisesi'ymiş.



Burası da Taş Köprü.


Altından deli deli akan ırmak kenarında saatlerce oturulası yer :)


Buradan da Tepebağ'ın ara sokaklarına girdik ama o da bir sonraki yazıya kalsın.