Temizlik

Eskiden çocukların odada sağa sola yayılmış kıyafetlerini direk kirli sepetine atardım, şimdi kirli değillerse güzelce katlayıp kaldırıyorum.

Eskiden onlar sokaktan gelince kıyafetler hemen yıkanırdı. Şimdi kapının arkasında askıları var, sokak kıyafetleri gelir gelmez oraya asılıyor, ertesi gün çıkacakları zaman oradan alınıp giyiliyor.

Eskiden en kirli olan çamaşıra göre ayarlardım makineyi, şimdi önce kısa program çalışıyor, temizlenmeyenler bir sonraki postayla bir daha yıkanıyor.

Eskiden çıkmayan lekeler hemen çamaşır suyuna ya da yeniden yıkanmaya giderdi, şimdi önce güneşe asıyorum, salça lekesi gibi renkler uçup gidiyor, gitmezse bakılıyor çaresine.

Lekeli, kirli kıyafetleri asla giymem tabi ki, ama bu küçük şeylerle belki benim de dünyaya bir katkım oluyordur diye düşünüyorum.

Sonuçta kendimizi temizlerken dünyayı kirletmekte olduğumuzun biraz farkına varınca insanın eli sürekli makinaya gitmekten kaçınıyor...

Don't Know What You Got Till It's Gone

Bu güzel bahar gününde, arkana yaslanıp bir bak...
Sahip olduğun herşeyi hisset.
Elinde olmayanların gölgesinden kurtar onları.
Şükret...

Hayat çok kısa.
Hiçbir şey sonsuza kadar sürmüyor.

-1

Lay lom lay lom lay lom :)

Toplamda etti - 6...

Bilemezsin ne kadar mesudum blogcum :)

Yakında Bloğu Arılar Basacak :)

Tamam artık bunlar da son olsun :)

Yoksa okumaya değil pikniğe gelinecek bloğa.

Efendim, çay ve yiyecekler alınır, bilgisayarın karşısına yerleşilir, çiçeklerin arasında afiyetle yenilip içilir :)






Herkese günaydın :)

?

Eski blogger arayüzünün nesi varmış da bu yeni, karman çorman görünümlü, soluk yüzü kullanmak zorunda kalıyormuşuz anlamadım...

İş Başında :)

Kalıplar ve boyalarla çantalarımızı falan süsleyeceğiz demiştim ya, hâlâ devam ediyoruz. Birisi kurumadan yeni birşey ekleyemediğimizden salonum sağa sola atılmış kuruması beklenen eşyalarla dolu :)

Bu Bilgiç'in çantası. Üzerine adının baş harfleri de eklenecek.



Bunlar araç gereçlerimiz :)



Bu bir tişörtün arkası.


Bu da Metos'un çantası. Şimdi yıldırımlar da ekleniyor :)



Öğleyin Bağdat Caddesi'ndeydik. Daha standlarda birşey başlamamıştı ama bizim asıl eğlencemiz başkaydı :)



Benim oğluşlarımın kendilerinden geçtikleri iki yer. Birisi kitapçı :)



Diğeri legocu :)




Bu da annelerinin kendinden geçtiği yer :) Azz sonra :)

Yağmurlu Bir Günde Okul Yolunda

 Bu mor salkımları her gün başka bir keyifle izliyorum. Siz de yer miydiniz küçükken onları? Geçen gün tadına baktım, pek bir şeyi yok, yenmeyecek gibi olmadığı için yiyorduk ihtimal :)

 Bu sene erikler daha çok, gerçi bu ağaç tam yol üzeri ve alçak olduğu için henüz olgunlaşmadan bütün hepsi bitiyor ama çok güzel bir bahçe biliyorum :D
 Geçen hafta filizlenen incir yaprakları şimdiden bayağı büyüdüler.
 Bu ne ağacı hiçbir fikrim yok.Defne olabilir mi acaba? Bak hiçbir fikrim yok da değilmiş, geçen gün annem diyordu çiçek açtığını ve meyvesi olduğunu, bir anda bakarken hatırladım. (Belki birileri söyler :)
 Malta erikleri. Malta eriği de hiç yaprak dökmeyen ağaçlardanmış. (Taflan gibi) Kışın yanından geçerken ilk defa çiçeklerine dikkat ettim. Görüntüleri pek çekici değildi ama çok güzel kokuyorlardı çok şaşırdım.
 Ayva çiçekleri güneş olmadığı için kapalı.
Ve erguvanlar. Bir başka bahar güzelliği...

Bir kaç yüz metrelik bir yolda, sevgili dünyanın sunduğu harikalardan sadece birkaçı bunlar. Sen de bir bak etrafına neler neler göreceksin. Biz insanlara rağmen hâlâ çok güzel bu küçük mavi bilye...


Dünya gününüz kutlu olsun....

Söylediğinle Yaptığın Uysun ...

Şu anda Antalya yolunda olabilirdik. Ama bayramda tatil fikri hoşuma gitmedi, bayram kutlamamaya sinirlenirken kendimin kutlamaması rahatsız etti beni.

Biz oğuşlarla bugün tchibodan aldığım setle çantalarımızı boyayacağız. Yarın Bağat Caddesi'nde dolaşıp (Çocuklar için yol boyu birşeyler olacakmış 13 ten sonra ), pazartesi okuldaki törenin ardından Capitol`deki eğlencelere bakacağız. Belki bir film kaçamağı da yaparız o arada.

Tatil sen bekle biraz daha..

Pardon Ya :)

Alttaki yazı biraz kinayeli olup ben de peşinden bilgisayara giremeyince yanlış anlaşılmalar olmuş. Yok buradayım hâlâ . Daha 7. yılımı kutlayacağım. (Oyyy, sahi o kadar olmuş mu:)

Bu arada Metehan'la bir Kitap Okuma Yarışması'na katıldık. Bu nasıl bir yarışma diyorsan, sekiz kitaptan toplam seksen soruluk bir teste giriyorsun. Anneler bir sınıfta çocuklar bir sınıfta. İkimizin puanları toplanıp sıralamaya giriyor.

Tabi biz bu kadarını sınavda öğrendik. Yoksa sadece kitapları okuyun demişlerdi . Hatta bana şöyle bir göz atın dediydi öğretmen. Okuldan kitap okuyacak başka veli bulunmadığından mı nedir bir oğluşumla ben katıldık. Oraya bir gittik ki kimileri kağıtlara gömülmüş çalışıyor :D Tırstım bir anda :D

Ama bana hiç mantıklı gelmedi yarışma formatı. Zaten sekiz kitap toplam 2000 e yakın sayfa falan ediyor. Bir de sorular dıdısının dıdısı şeklinde. Yani şöyle örnek vereyim. Osmancık kitabı ile ilgili bir soru :

Şeyh Edebali’nin konuk evine benzeyen evinin iç avlusunun ortasında bir şadırvan vardı. Her köşesinde bir musluk bulunan bu şadırvan hangi geometrik şekilde yapılmıştır?

A) Üçgen
B) Dörtgen
C) Beşgen
D) Altıgen
E) Yedigen



Şimdi bu kitapta ben bu kısmı bilsem ne olur bilmesem ne olur. Konunun özüyle ne ilgisi var?

İşin komiği biz bu soruyu yarışmadan bir gece önce kitapları bir tekrar etsek mi diyerek internette özetlerini ararken bulduk. Bütün gece ve sabah, ana oğul, sakın unutma şadırvan kaç köşeli diye dalga geçtikten sonra sınavda burun buruna geldik. Çıktığımızda gülmekten yerlere yatıyorduk. Sadece o soru değil gördüğümüz bütün sorular yarışma sorusuymuş meğer. Bu da ne kadar ciddi bir organizasyon olduğunu gösteriyor tabi :)

Neyse bir sonuç alırsak söylerim size. Şu anda en mutlu olduğum kendi kitaplarıma gömülebileceğim. Ben normalde sevmediğim kitapları okumadan bıraktığım için bu zorunlu kitap okuma işi bayağı sıkıcı geldi. Neyse dün bir arkadaşımdan Açlık Oyunları'nı almıştım. Oturup yerimden kıpırdamadan öğlene kadar bitirdim, kendime geldim. Oh be , kitap okumak ne güzel :D

Herkese günaydın.

Harika bir haftasonuna açılsın sabahınız...

Not: Merak edenler için şadırvan altıgenmiş :)

Gidiyorum Ben :)

Radarları sonuna kadar açmış gelen yorumları bekliyordum büyük bir hevesle. O kadar renkli bir kişiliktim, izleyenlerim çoktu, hadi oynayalım dediğimde 15- 20 kişi olurdu en az herhalde. Çıkan resim öyle değildi ama. Koskoca bir gün sonunda anladım. Mevzuat değişmişti. Artık oyun moyun istemiyordu kimse. Koskoca adamlar olmuştuk. Bir tamirat ve tadilat işine girmeliydim. Yoksa hislerimdeki tahribatı düzeltemeyecektim bir daha. Pılımı pırtımı toplayıp Tibet'e gitmeye karar verdim. Orada güzel tantuni yapan bir yer var mıydı ki acaba?

Oyun :)

Ben ilk blog yazdığım senelerde ne güzel oyunlar oynatırdım. Yani istop oynamışlığımız bile vardır bu blogda ama şimdi kimseden ses çıkmayınca benim de canım istemiyor haliyle.

Eh artık bu girişin ardından herkes katılır herhal :D

Oyun basit, bildik.

Ben bir kelime yazacağım, sonra gelen onun son harfiyle kelime yazacak. Bu şekilde herkes bir öncekine zincirleme yapacak.

Bakalım kelimeler bizi nereye uçuracak :D

Sıkıldım anacım, mırın kırın etmeyip katılın işte. Tı tı tı :)

Dur kelimeyi yazmayı unutuyordum :)

Hemen buluyorum.

Hımmmm...

Rüzgâr...


Sadece beş kelime mi? Bir de yüz küsür izleyici gözüküyor orada. Ayıp valla :) Fal bakıcam deseydim girerdi herkes sıraya, di mi? Bakın bugün işim var, gidiyorum, döndüğümde herkesi göreyim burada :)

Ne Hatun Ama:)






Film festivalinde annemle bu hatunun bir filmine gittik. Filmi biliyorduk aslında, sadece çok sevdiğimiz bir aktrisi beyaz perdede seyretmenin güzelliğini yaşamak istedik.

Handan Hanım'ın Makyaj Sırları :D

Pek fazla makyaj yapan birisi olduğumu söyleyemeyeceğim. İlk defa annem gel de gözüne kalem çekelim dediğinde 21 yaşında falandım her halde. Aslında annem de pek makyaj yapan birisi değildir ama ona bile çok gelmiş olmalı benim bu ilgisizliğim :D

Ruj bile sürmezdim. Gerçi sonradan fark ettim ki aldığım açık pastel rujlar zaten sarımsı olan dişlerimi iyice sarı gösterdiğinden sevmiyordum ihtimal. Bordo ve kahverengi rujları keşfedince kullanmaya başladım. Yine de sabahları işe giderken kapının önünde rujla durup yataktan kalkmış gibi işe gidilmez diyen bir annem olmasa aklıma bile gelmezdi sürmek. Şimdi ben yamyamgillerden olduğumdan ruj sürünce ful makyaj yapmış gibi oluyorum haliyle :)

Bu şartlar altında makyajla ilgili yumurtlamalarım pek de dikkate alınmayabilir ama ben yine de söyleyeceğim, okuyan okusun anacım.

Benim için makyaj göz makyajıdır. Kalem çekip far sürmeyi severim. (Yani ayda bir kere falan yapıyorum:)
Önem verdiğim iki şey var.
Birincisi makyaj malzemelerim kaliteli olmalıdır. Gözüme sürüyorum, boru değil. Çarşıdan pazardan 3-5 liraya aldığım şeyleri kullanmam. Bir tane alırım güzel alırım.
İkincisi de öyle giydiğim kıyafetin rengine göre sürmem farı. Önemli olan tenimin ve gözlerimin rengidir. Yani yaz ve kış hafif farklılıklar olsa da temel renk skalam bellidir. Benim gözlerim yeşil- elâ. Güneşte yeşil karanlıkta kahverengi gözükür.(Abatmıyorum, ciddiyim.)  Kahve tonlarını kullanırım daha çok. Zira yeşilini vurgulamayı severim. Mesela mavi giydim diye mavi far kullandığım hiç olmamıştır. Yüzüm yüzümdür, kıyafetim değil.  (Tabi profesyonelce yapılan makyajlardan bahsetmiyorum, ben badana gibi gözün üzerine vurulmuş alakâsız renklerden bahsediyorum, anlatabildim umarım:)

Fondöten kullanmam pek. Şimdi şimdi yavaştan ihtiyaç duyacak gibiyim ama çok çok ender çok özel zamanlarda, yine kaliteli yokmuş gibi duran bir fondoten kullanabilirim ancak. Suratına bakıp da acaba üzerine ismimi yazabilir miyim diye düşündüğüm insanların nasıl bu halin komikliğini görmediklerine inanamıyorum.

Ruj konusunu söyledim yukarıda. Kırmızı ve tonları dişleri olduğundan da sarı gösteriyor. Bordo, kahverengi tonları her daim daha beyaz etkisi yarattırmakta. Kopkoyu sürmek durumunda değilim, hafif, varla yok arası harika duruyor.

Benim için makyaj belli belirsiz olmalı.

Makyajlı gibi değil güzel gibi (ha ha ha :D) gözükmeliyim.

Özetle boya fıçısına düşmüş gibi durmayalım. Yirmili yaşlarda o canım cildimizin canını çıkartmayalım.

Ha bir de bol su içelim. Sigaradan uzak duralım.

Bu kadar canlarım.

Şimdi gidip yüzünüzdeki makyajı çıkartın bakiim, birazdan uykunuz gelecek üşeneceksiniz :D

Gel Otur Biraz

Hangi rüzgâr attı seni buraya bilemem..

Boşluğunu doldurmak için uzun uzun dolaşmalarda mısın?

Yoksa kısa kaçamak bakışlarda mı arayı kapatmak için.

Hep uğradığın bir yer midir, ilk defa mı geldin?

Bir iki söz eder misin her uğradığında, suskunlardan mısın?

Hiç bir fikrim yok...

Diyeceğim bir söz de yok.

Otur biraz.

Dinlen.

Soluklan.

Bu şarkı senin için.

Yorulduysan dinlenmen için

Kuruduysan yeşillenmen için

Kaybolduysan kendini bulman için

Dağıldıysan toplanman için

Senin için

İçindeki hissettiğin ama bilmediğin sen için

Yıllar önceki masum sen için

Seni şaşırtacak güce sahip sen için


Mutluluk için

Huzur için

Olsun...

Gel otur biraz.

Dinle-n...

What's Eating Gilbert Grape



İnternette dolaşırken görünce aklıma geldi bu film. Çok ahım şahım bir film değildi belki ama keyifle seyretmiştim sonuna kadar. İşin içinde Johnny Depp olunca zaten sevmememe olanak yoktu da (sev-me-me-me tamam doğru yazmışım:) pek de hoşuma gitmeyen Leonardo DiCaprio'nun oyunculuğu şaşırtmıştı beni.

Damaged People

Ne çok şarkı var paylaşmak istediğim. Bu da Depeche Mode'un en sevdiğim şarkılarından biri.

Müzik nasıl bir büyüdür ki böylesi insanın içine işleyebiliyor. Ruhuna dokunup ne var ne yok hissetmesini sağlayabiliyor.

Günün Beşlisi






Şarkılardan bir tanesinin ne olduğu hakkında hiç bir fikrim yok, çifte kaymaklı şekilde seyretmek için koydum :D
Tıklayın dinleyin, seyredin anacım.
Fal bakmak hâlâ serbest, sana hangisi çıkacak bakalım :)

Pearl Jam

Bu grup benim duvara poster asma dönemimden sonraya rastlıyor. Ama o zamanda olsalardı Eddie Vedder 'dan geçilmezdi etraf eminim :)