Güz Okuma Şenliği Sonu

Eveet bir mevsimin daha sonuna geldik. Atölye dolu bir mevsim olup çok koşturduğumdan pek okumaya zaman ayırmadım ama yine de düşündüğümden iyi bir performansım olmuş :)

1.Kategori (10 puan): İsminde GÜZ mevsimini çağrıştıran bir kelime geçen/olayların Güz'de geçtiği bir kitap.

Eylül / Mehmet Rauf / Ak Kitabevi / 239 sf

2.Kategori (10 puan): Adında Cadde / Sokak / Çıkmaz / Apartman / Mahalle kelimelerinden biri geçen bir kitap.


3.Kategori (10 puan): Adında Pencere / Kapı / Duvar / Yer kelimelerinden biri geçen bir kitap.


4.Kategori (10 puan): Beyazperdeye aktarılmış DİZİ/FİLM olmuş bir kitap.

Uzun Hikâye / Mustafa Kutlu / Dergâh Yayınları / 115 sf

5.Kategori (10 puan): Ziya Gökalp yada Halikarnas Balıkçısı'ndan bir kitap.


6.Kategori (10 puan): Oscar Wilde yada Italo Calvino'dan bir kitap.


7.Kategori (10 puan): Kitabın isminde -mek -mak eki almış bir kelime geçen bir kitap.

Acımak/ Stefan Zweig / Varlık Yayınları / 299 sf

8.Kategori (10 puan): Bir şiir kitabı.

Bir Kapı Önünde / Özdemir Asaf / Adam Yayınları / 215 sf

9.Kategori (10 puan): Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK veya 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile ilgili bir kitap.

Atatürk Ülkesine Sığınanlar / A.Ö.Türen /Destek Yayınları / 132 sf

10.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Adında Öğretmenlik ile ilgili kelime olan yada yazarı Öğretmen olan iki kitap.

Beyaz Zambaklar Ülkesinde / Grigory Petrov /Yakamoz / 223 sf
Bir Sıcak Ev / Tolga Kaya / Aylak Adam / 134 sf

11.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Kapağındaki baskın rengi GRİ / MAVİ olan iki kitap.

Diriliş / Tolstoy / Hayat Neşriyat / 383 sf

Bana İkimizi Anlat / Ahmet Batman / Destek Yayınları / 183 sf

12.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Şimdiye kadar HİÇ kitabını okumadığınız iki KADIN yazardan birer kitap.

Meslek Yarası / Zeynep Oral / Cumhuriyet Kitapları / 218 sf

13.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 40 puan): İsimlerinin baş harfleri Alfabetik olarak sıralanmış dört kitap.

A'dan başlayayım

Amok Koşucusu / Stefan Zweig / Koridor Yayıncılık / 83 sf
Bab-ı Esrar / Ahmet Ümit / Everest Yayınları / 404 sf
Canan / Peyami Safa / Ötüken Neşriyat / 229 sf
Çıt Yok / İsmail Güzelsoy / DK / 254 sf
Dönüşüm / Kafka / Altıkırkbeş Yayın/ 77 sf

14.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 40 puan): Kendinizin belirleyeceği bir temaya uygun dört kitap.

Gurmenin Son Yemeği / Muriel Barbery/ Kırmızı Kedi /139 sf
Gelirken Ekmek Al / Şermin Yaşar / Doğan Kitap / 194 sf
Dünyaya Orman Denir / Ursula K Le Guin / Metis / 130 sf
Neden Ucuz Saat Takıyorsun / Hans Fallada / Can Yayınları / 103 sf



Okuduğum kitap sayısı : 13 / 130 puan
Sayfa sayısı   : 2439 sf           / 24 puan
10, 13 ve 14. Kategorilerin ekstra puanları / 100 puan

Toplamda 254 puan ile bitirmişim.

Uzun kış gecelerinde daha çok okuyabilirim umarım diyerek heyecanla kış okuma şenliği kategorilerini bekliyorum şimdi :)

Herkese keyifli okumalar.

Balkonda



Mevsime dumanı tüten çay yakışıyordu. Ben soğuk yeşil çayımı alıp çıktım balkona. Az önce yağmur dökülüp geçmişti. Rüzgâr yaprakları hışırdatıyor,  geveze saksağanların sesi geliyordu uzaktaki dalların arasından. Bir ambulans sireni bozuyordu havayı. Bir varmış bir yokmuşluğumuzu anımsatırcasına.

Balkon benim huzurlu sığınağımdı. Sanki locaya oturmuş izliyordum dünyayı. Ağaçlar, kuşlar, bulutlardan oluşuyordu dünya. Pencereler uzaktaydı. Hava karardığında içimi  ısıtan sarı ışıklarını yakmak için oradaydılar sadece. Ambulansın sireni hâlâ yankılanıyordu.  Bir varmış bir yokmuşluğumuzu hatırlatırcasına.

Her geçen gün daha anlıyordum. Her geçen gün daha anlaşılmaz olduğunu.  Toplayıp, çıkartıyor, çarpıyor,  bölüyordum. Mühendis kafam bir işe yaramıyordu. Bir minik serçe cıvıldıyordu karşı çatıda . Bir baştankara en üst dallarda saklanıyordu. Rüzgâr kokuları ve sesleri taşıyordu. Dün, bugün, yarın havada aslılı. Bir çöp kamyonunun hırıltısı sardı ertafı. Bir varmış bir yokmuşluğumuzu hatırlatırcasına.

Yaşamak, başı sonu bilinmez bir macera. Her anını içime çekmeye çalıştığım. Bilinmezliğin heyecanı ve korkusunu taşıyoruz her adımda. Bir karga çığırıyordu diğerine. Uzaktan martılar kahkaha atıyorlardı. Çöp kamyonu tüm hırıltısıyla uzaklaşıyordu. Bir varmış bir yokmuşluğumuzu hatırlatırcasına.

Soğuk çayım içimi ürpertiyordu. Ve ateşini alıyordu aynı anda. On dakika durup sadece bakmak istemiştim ama kelimeler durmuyordu. Kelimeler hayat, kelimeler yoldu bana. Yaşadığımı yazarak mı sağlama alıyordum yoksa kendime mi bakıyordum satırlarda bilinmez. Saklanmış baştankaraların sesleri gelmeye başlıyordu Bir kırmızı araba geçiyordu sokaktan. Bir varmış bir yokmuşluğumuzu hatırlatırcasına.

Güle Güle


Son dakikasına kadar pes etmedi Saime Yengem.

O bir savaşçıydı.

En hasta zamanlarında bile çayımız tazelenmiş mi, tabağımız yeterince dolu mu takip ediyordu.  Yerinde olsak bırak çayın bittiğini kimin geldiğine bile dikkat etmezdik eminim.Hayata o kadar bağlıydı.

Nur içinde yat yengeciğim. Gittiğin yerdekilere sevgilerimizi ilet. Bir çok güzellikler bıraktın ardında.  Seni çok özleyeceğiz.

Kitap Salı

Bu haftaki salımızda yine bir kitap var.


Canan annemden aldığım kitaplardan birisi. İçindeki not da başka güzel :)


Peyami Safa okurken aklıma Zweig geldi sık sık. Sonra da kendime kızdım elin adamını biliyorsun da kendi yazarından haberin yok. 9. Hariciye Koğuşu'nu tabii ki okumuştum ama kim bilir ne zaman. Şimdi yeniden okuma zamanı gelmiş sanki.


İçindeki bilmediğim bir sürü kelimeye rağmen sonuna kadar sıkılmadan okumayı başardım. Kelimelerin kimilerine baktım kimilerinin gidişten anlamlandırdım.

Kadınlara bakış biraz sinir bozucu olsa da eski İstanbul sokaklarında dolaşmak güzel geldi.

" Odanın için hafif yasemin kokulu bir rüzgâr doldurdu. Ne rüzgâr! Başını çevirince Lâmi Canan'la gözgöze geldi. Bu rüzgâr ondan. Ve bir anda Lâmi'nin içine dolarak bin iştiyak birden başını savurdu,  ruhunun tozunu dumana kattı, kanını kaynattı. Ne rüzgâr!  Bir anda herşeyi unutturuveriyor. Ne rüzgâr!  Lâmi o saniyede hissetti. Bu kadın bir rüzgârdır ve insanın başında hiç dinmeden eser."

"Madem ki Allah irade-i külliyesiyle semi ve ben, bu gül fidanlarını istediği gibi yaratır, büyütür, sevindirir, mükemmel bir sıhhat içinde pembeleştirir, ihya eder yahut kederlendirir, illetler içinde sararıp soldurur, ağlatır, bunaltır ; madem ki ne fırtınayı avucumuzla durdurabiliyoruz,  ne eceli geriye itebiliyoruz ; madem ki onun irade-i külliyesi içinde,  biz, bir rüzgâr önünde uçan tüy gibiyiz, keder etmek nafile, üzülmek nafile, cismi telef etmek nâfiledir."

Bir iki kelime de yazayım buraya.

Hayat-ı içtimai / hayat-ı içtimaî : Sosyal hayat
İbtidai : Başlangıca ait, en önce olarak. İlk, evvelâ. * Ham, işlenmemiş.
Rabıta : İki şeyi birbirine bağlayan ip; alâka, bağ, münasebet
Haleldar olmak: Bozulmak, sarsılmak.
Saik : Neden
Müyesser  olmak : Nasip olmak
Malumatfuruş : Bilgiçlik taslayan kişi 

İşte bu hafta da böyle,  bakalım haftaya neler okuyacağım :)

Nostaljik Pazartesi

10 yıl önce tam bugün ne yazmışım bakalım. Hahah o ara bloğa gelen giden bayağı azalmış herhalde araya bir de lâf sokuşturmuşum :D

25 Kasım 2009 Çarşamba

Boş Veeer Demiş...

Bilgehan yeni okumayı öğrendiği sıralarda, hergün hikâye okutuyorduk yüksek sesle. Öyle güzel okuyordu ki, vurgulamalarıyla birlikte, bayılıyorduk. (Ay öyle bir anlattım ki okuyan da yüzyıl oldu sanır, geçen seneden bahsediyorum :D) Neyse işte, birgün yine okurken o kadar güzel "Boş veeer demiş" diye okudu ki o günden beri neye sıkılsak aynen onun gibi "Boş veer demiş" diyoruz.

Hadi bugün öyle birşey yapalım. (Ay bunu da diyorum ama hep kendi kendime konuşmaktayım bugünlerde o da başka)

Gereksiz işlere, kişilere, olaylara, kıskançlıklara, aptallıklara, incir çekirdeğini doldurmayan ama mide bulandıran herşeye, hep beraber BOŞ VEEER diyelim ...

Bu Şiir Bu Fotoğraflara Çok Yakıştı


Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Ciğerlerime dolduruyorum


Sessizlik ve serinlik
Birleşiyor
Yıkanmış güvercinler
Ve çok uzakta bir tren sesi


Her zaman yeniden başlamak duygusu
Doğuyor içimde
Her uyanışımda


Düşmanlarımı bağışlıyorum
Daha çok seviyorum dostlarımı
Her uyanışımda


Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Yüreğime dolduruyorum


Ataol Behramoğlu

Dumanı Tüten Arboretum Fotoğrafları
















En sevdiğiniz kareye tıklayıp şarkınızı almayı unutmayın.

Ve lütfen hâlâ  güneşli günler yaşıyorken bir ağaç altına oturup gün ışığının rengârenk yaprakların arasında süzülüp yüzünü yıkamasına izin verin. Çok iyi geliyor.

Kitap Salı

Bu hafta salımızda bir kitap var. Onca işimin arasında soluk soluğa okuyup bitirmeyi başardım.



Mevlâna'yı, Şemsi bir de böyle okumuş oldum. Macerası, duygu yoğunluğu da cabası.

"Tanrı merhametten de,  şefkatten de daha büyüktür. Tabi şiddet ve cezadan da. O'nda hepsi vardır. O'nda hepsi birdir. Bir olmak demek, çok olanı bir görünümde toplamak demektir, ama farklılıklarını silmeden, aynılaştırmadan, birbirine benzetmeden. Çünkü her varoluşun bir anlamı, bir gerçeği vardır. Çoğu zaman mesele Tanrı'nın ne olduğu değil bizim onda ne gördüğümüzdür. Sevgi dolu olanlar merhameti görür,  zalim olanlar şiddeti. Zeki olanlar aklı görür  aptal olanlar kör inancı,  alimler bilimi görür, cahiller mucizeyi."

"Ben iyiliği sadece iyilik olsun diye yapmayı seviyorum, kötülükten kaçınmayı kötü olmadığım için yapmayı istiyorum. İyi olduğumda birinin bana ödül vermesi ya da kötü olduğumda birinin beni cezalandırmasından korktuğum için değil. İyi olmak için bir efendiye ihtiyacımız yok kızım. İyilik de kötülük de içimizde bizimle beraber doğdu, bizimle birlikte yok olacak. Önemli olan yaşarken neyi seçtiğin, hem de cennet ödülü, cehennem cezası olmadan. Hem de ölüp gideceğini bile bile.  Perdenin ötesi diye bir yer olmadığının farkında olarak. Üstelik senden sonra gelecekleri hiç kıskanmadan, üstelik biz görmesek de onlar daha mutlu olsun diye çabalayarak. Benim payıma düşen de buymuş, teşekkürler hayat diyerek. Bence yaşamak bu kadar basit, aynı zamanda bu kadar güzel, bu kadar heyecan verici. Bütün mesele sahiden alçakgönüllü olabilmekte."

Nostaljik Pazartesi

Yedi sene öncesinden moda sırlarım :)

3 Mayıs 2012 Perşembe

Handan Hanım'ın Moda Sırları

Başlık çok güzel oldu di mi ? Ama okumaya başlamadan önce en yeni elbisemin 10 yıllık olduğu gerçeğini bilin ona göre son moda şeyler beklemeyin benden :)

Handan Hanım ve modanın yanyana geldikleri pek bir yer yok aslında :)

Benim için pantolon dediğin yüksek belli, dar kesimli olmalıdır. Paçası dar veya bol olabilir bak. O kadar marjım var.

Etek mi? Ya diz üzerinde dar ya bileklerime kadar bol olmalıdır.

Bulüzler hantal göstermeyecek kadar dar ama yağ tabakalarını gizleyecek kadar dökümlü olup muhakkak ama muhakkak pamuktan üretilmelidir. (Onun için de ütüle dur ütüle dur)

Keten hiçbirşeye bakmam. Daha giydikten iki dakika sonra kırıştıklarından dolayı. Sentetiklerden uzak dururum , naylon torba giymişim gibi hissederim onlarla :)

Ayakkabılarım küt uçlu ya da sivri uçlu asla olmaz. Zaten asıl olan 12 ay mümkün olduğunca spor ayakkabıyı ayaktan çıkarmamaktır. Yaz geldiğinde siyah, beyaz ve kahverengi üç tane sandalet dolapta yerini alır. Hepsi de topuksuzdur ama incecik düz tabanlı değildir. Yürüyemem öyle.

"Şapkasız çıkmam abi" benim için de geçerlidir. Yıl boyunca başımda şapkasız ya bir ya iki kere rastlarsınız. Renk renk kasketlerim vardır :)

Bu anlattığım gibi şeyler bulursam alırım, aksi halde yeni modaymış diye başka şeylerle hiç işim olmaz.

Onun için de hâlâ büyük bir keyifle 15 yıl öncesinin pembe pantolonunu giyebilirim.

Önemli olan üzerimdekilerin birbirleri ve benim vücut tipimle uyumudur.

Haa bir de üzerinde İstanbul yazan ne kadar kıyafet varsa bayılıyorum :)

Tişörtlerim genelde Mavi, pantolonlarım Marks N Spencer. Eşofman gibi şeyleri de -bir sürü spor markasına büyük beden üretmedikleri için teessüflerimi sunarak- Tchibo'da buldum bu sene.

Bitti :)

Not: Bu çok ulvi post benim 3000. yazımmış :) Vavvv...

Sonradan ekleme not, 3000 7 sene önceki sayıydı, bu post benim 6560. yazımmış. Bi vavvv daha :D

Müjdeleer Vaar Yurdumuun Toprağına Taşına

Erdiii bizim Caan, elliii şeref yaşınaa :)


Özel bir yaşgünü olsun istedim. Oraya mı gitsek, burada mı yapsak diye düşündüm.

Sonra dedim ki Can en çok herkesin bize gelmesini sever.

Herkesleri bize çağırdık.

İyi ki doğdun Can. Nice güzel yılların olsun.

Elli haa, vayyyy :D

Bu Sabah Öyle Mesudum ki Bilog

Aslında sinir harbi ile başladım güne. Hatta daha da öncesine gidersen saat altı gibi hortladım. Uğraş didin altı buçuğa kadar durabildim yatakta. Kalkayım bari dedim.



Sonrası tabii ki Bilgiç ile yıpratıcı geçti. İki postada uyandırmaya başardım ama tuvaletten çıkartmayı başaramadım. İçim daralıyor her sabah. Kalk oğlum, hadi oğlum, saat kaç oldu oğlum. Her şeyi tamam neyse bu sabahı atlattık diyorum bir bakıyorum yatağına geri yatmış.

Var ya yazarken yine sinirlendim.

Hiç dokunmayayım ne hali varsa görsün diyeceğim ama bizimki rahat, napar bilemiyorum.  Ama bu sabah tepemin tası çok attı, şu bir haftalık abuk tatil zamagingosu bitsin, sabahları ona bakmadan ben yürüyüşüme çıkacağım evden. Bir yerde sorumluluk denilen şeyi alacak herhalde. Almıyorsa da durumu görüp ona göre davranırız artık. Vallahi seni doğuracağıma taş doğuraydım derken buluyorum kendimi sık sık.

Neyse mesudum ki dedik nereye geldik.

Şu spor denilen şey harika bişey arkadaşlar. Evden patlama noktasında çıkıp pilatese gittim.  O topu oramızla buramızla tutmaya çalışıp o çemberi sıkıştırıp dururken cillop gibi döndüm eve.



Markete de uğradım bu arada. Hoş her sabah spora gidiyorum her sabah bir çanta doldurup dönüyorum.

Eve geldiğimde uyuklama moduna geçerim genelde. Bu sefer Can'ı kaldırıp kahvaltı hazırladım. Mutfağı toparladım. Mutfak toparlamak ömrümü yedi zaten. Fırın silmek, buzdolabı falan içimi daraltıyor. Zira yapıyorsun bir sonraki öğün yine aynı hale gelmiş.

Neyse. Dün nihayet her şey yerine yerleşmişti, süpürgeye başladım. Şu an salon ve mutfak camlarınu da silmeyi başarırsam nihayet tertemiz (yani oldukça temiz) ve düzenli evim olacak.  Hava da güneşli, oh mis.



Sonra mutfağa girebilirim.

Iyk, yine miiii :D

Not: Fotoğraflara dünyaya meydan okuyan şarkılar sakladım, tıklayıp alınız :)

Not2 : Towandaaaaaaaa..

Hiçbir Şey Dağılmasa Ne Güzel Olurdu

Üç gündür çekmece içleri, dolap rafları düzenliyorum. Yaptığımız etkinliklerden sonra her yer darma duman olmuştu. Yeni aldığım kitaplar üst üste duruyordu falan.

Bilgisayar odasındaki kanepenin yerine yenisi gelecek bugün. Aynı kanepeden üçüncü kere alıyorum. İlkinde altındaki şeritler esnemişti. İkincide şerit yerine metal koymuşlar, çok gıcırdıyordu. En son misafirim geldikten sonra yerine koyamadığımda bir fark ettim ki ortasındaki metal kırılmış. Dün çıkartıp baktık,  sırf ortası değil her yeri kırılmış.

Aslında oraya farklı bir şey alsam diye bakıyordum ne zamandır ama yatak olabilen kanepeler hep çok kocaman. Bunun kadar kullanışlı ve az yer kaplayanı yok başka.

Bu sefer altını ahşaplı yapmışlar. Bakalım onlar ne kadar nasıl gidecek.

Merak ettiniz di mi, internetteki fotoğrafını koyuyorum buraya, şu kanepe.


İki ayrı tek kişilik olabilmesi, kolu sırtı falan yer kaplamaması,  benim en sevdiğim özellikleri. Eh 12 yıldır kullandığımıza göre çok dayanıksız da diyemem.

Telefonla sipariş verdik umarım bugün gelecek.

Evde dört dönüyorum.  Masanın üzerini nihayet boşaltabildim. Üzerimde bir hafiflik belirdi.

Haftasonu kalabalık olacağız. Yarın mutfağa da girmem gerek. Dağınıklık kalktığına göre bir süpürüp silmesi kaldı. Camlara da el atsam iyi olacaktı ama bakalım.

Çok ıvır zıvırımız var, çok .  Arada büyük eve geçsek,  üstüme üstüme gelen şeylerden kurtulsam diyorum, sonra onu da doldururuz diye düşünüyorum.

Neyse, şu an için her türlü pırtık bir yere tıkıştırıldı. Yarına Allah kerim.

Moonrise Kingdom (Romantik Film Etkinliği 5)

Şu ana kadar etkinlik boyunca ben bunu nasıl kaçırmışım dediğim bir filme rastladığımı söyleyemem.


Bu film pek bir olumlu eleştiriler almıştı ama doğrusu beni çok etkilemedi.

Tam bir ünlüler geçidiydi. Hoş bir filmdi. Arka plânda bir sürü şey veriliyordu.

Ama ne bileyim küçücük çocukların aşkı olunca konu o mu beni çekmedi. Aslında yalnız iki çocuğun birbirini bulması tabii ki mesele de.

Aman,  bilemedim. İzleyip bakabilirsiniz.

Benim romantik film anlayışımda yüreğimin sımsıcak olması gerekiyor. Copenhag filminde bile  ki onda 14 yaşındaki bir kızla 30 larına gelmekte olan adam, bol küfür vardı ama daha sımsıcak hissetmiştim, bı filmde onu yakalamadım.

Film güzel, düşündürücü .  Romantik film kavramıma uymuyo :D


Kitap Salı

Bu hafta tatil modunda kısa hikâye kitaplarıma gömüldüm.


İlk kitabım Şermin Yaşar'dan Gelirken Ekmek Al. Dedemin Bakkalı'nı okumuştum seneler önce. Sonra şans eseri instagram hesabını takibe başladım. Öyle güzel yazıyor ki. Bu kitap da birbirinden güzel, sımsıcak öykülerle doluydu.


"Herkes sana suçlu olduğunu söylediğinde   sen kendi masumiyetine çok fazla direnemezsin."

" Konuşanlar çok oluyor, gemidir derler, rüzgârdır derler, suya yağmur düşmüştür,  bir balık oynamıştır, ona titremiştir su derler. Kabul etmem. Hiç mi kelebek etkisini filan duymadın biraderim. Muazzez camdan bakarken esnemiştir, onun nefesi perdeye değmiştir, perde pencereyi itmiştir, bir aralık olmuştur, ordan bir kuş geçmiştir, yel kanada değmiştir, kuş olup denize varmıştır, bir yudum su almıştır, orada deniz titrediyse demek ben onu hissetmişimdir derim. Uykun geldiyse yat istersen Muazzez, esneme oralarda,  titriyorum su altında."

" Filiz'in bu hallerine önce dürüstlük ve açık sözlülük demiştim, hoşuma gitmişti hatta. Bende dünya gönül kırmama üzerine kurulmuş,  Filiz'de kendi kırılmasın diye. "Önce ben" demişti bir akşam, "Önce ben iyi olacağım ki,  sonra etrafımdakiler mutlu olsun, onları mutlu edebileyim... Ben önemliyim,  kimsenin beni üzmesine,  kırmasına izin veremem, bu sen olsan bile"  Biz " aile herşeyden önemlidir, sen sevdiklerinden sonra gelirsin" diye yetişmiştik. Filiz'in söylediklerine büyük hak vermiştim o akşam. İnsan sevdiğinden duyduğu sözlere ilahi anlamlar yüklüyor bazen. Ağzından çıkan her sözü koşulsuz doğru kabul ediyorsun. Filiz'in söylediklerini bir felsefi akımmış gibi kabul etmiştim. Bu sözlerin Filiz'in bencil ve kendisi dışında kimsenin duygusunu umursamayan ruhundan çıkıp geldiğini görmemiştim."

" İnsan kendi huzuruna sahip çıkabilmek için başkasının huzursuzluğundan beslenebiliyordu demek."

"Şıp şıp damlıyordu üst katın mutsuzluğu üzerimize. Ağır damlayan yerlere, yatak odasına meselâ,  hayali leğenler koyuyorduk. İçine birbirini sevmediği halde birlikte ömür tüketen iki insanın yalnızlığı doluyordu."


Hans Fallada'nın Neden Ucuz Saat Takıyorsun kitabı da hikâye kitabıydı. Uçakta bir saat içinde bitti.



Muriel Barbery 'nin Gurmenin Son Yemeği,  yazarın ilk kitabıymış sanırım. Yine bir çok sevdiğim cümlesi oldu ama okuduğum diğer iki kitabını çok daha fazla sevmiştim.


" Sonsuzluğu sözcük kabuğumun içinde sakladım ve yarın, öleceğim. 48 saat içinde öleceğim ve altmış sekiz yıldır ölüyorum da ancak bugün farkına varmaya tenezzül ettim."

" Ne yazık ki o günler o kadar çabuk geçti ki,  keyif almanın giderek zorlaştığı günlerle yer değiştirdi."

" Bir de bir şey daha var bildiğim, hepsi mutsuz,  yani kimse mutlu değil çünkü kimse doğru insanı gerektiği gibi sevmesini bilmiyor ve aslında kendi kendilerinden nefret ettiklerini anlamak istemiyorlar. "


 Stefan Zweig  Amok Koşucusu klasik Zweig 'di. Ama bu kitabı da diğerleri kadar sevemedim. Bittiğinde bir oh çektim, içim çok daraldı. Neyse ki kısaydı :)


İşte bu hafta salımıza gelenler bunlar. Hafta sonu kalabalık misafirim gelecek, bakalım o arada okumaya fırsat bulabilecek miyim :)

Bugün Yazı Rekoru Kırmış Olabilirim Ama Şu Son Mimi de Yapayım

Sevgili Manxcat  mimlemişti beni. En sevdiğim şarkılı mimlerden hem de. Sevgili Günlük başlatmış bu mimi de.

Dinlediğimde zamanda yolculuk yaptıran iki şarkı seçtim ben de sizlere.

İlki okul yıllarımdan. Üniversite birinci sınıf. Okul kantininde sınav öncesi muhasebe çalışıyoruz. Kantin tıkabasa dolu. Geçen senelerde gittiğimde gördüğüm gibi bomboş ve sessiz değil. O zamanlar bizim sosyalleştiğimiz yerlerdi kantinler. İşte böyle cıvıl cıvıl.  Fonda sürekli bu şarkı çalıyor. Zu ile soruları okuyup deftere işliyoruz . Nihayet hepsini bitirdik. Ben defterdeki rakamları okudum o topladı. İki taraf birbiriyle denkleşti. Biz de bir mutlu bir mutluyuz. Doğru tutmuşuz hesapları. Çayımızı içip bininci defa çalan şarkıyı dinlerken rakamları okuduğum sayfaya baktım. E ben yanlış sayfayı okumuşum ki. O zaten hocanın sınıfta yaptırdığı sayfaymış, bizim yaptığımızı toplamamışız. Haydaaa :D Zaten yıl sonunda dama çıkmış Ramses yüzünden bütünlemeye kaldıydım o dersten. Ama valla benim değildi suç, bütünlemeden 98 ile geçtim, hep o damdaki Ramses yüzündendi :)


İkinci şarkım da okulu bitirip yüksek lisans için ingilizce hazırlık okuduğum seneden . Ki kendisi Can ile tanıştığımız sene oluyor. Eylül'de tanışmıştık. Ekim'de babam hastalanıp hastaneye yatmıştı. Bu şarkıda evden okula okuldan hastaneye koştuğum, arada Can'la buluşmaya uğraşıp, gece sıfırdan ingilizce öğrenmek için çalıştığım, bu arada zaten güç belâ yaptığım yemeği babaanneme beğendirip kardeşimle ona baktığım bir dönemdi. Ne tuhaftır ki yine de güzeldi. İşte tam o sıralar birbirinden güzel üç albüm çıktı iki gruptan. Ki iki sene sonra ikisinin de konserine gittim İnönü Stadı'nda (Evet o zamanlar henüz stadlar bişi arenalara dönüşmemişti)


İşte böyle. Nostalji yaptım bu mimle :)

Şarkıları dinlemek için fotoğraflara tıklayınız dememe gerek var mı :D