Sergüzeşt (Kültür Sanat Mevsimi 12)

Kitap okumayı çok sevsem de iyi bir okuyucu olduğumu söyleyemeyeceğim. Kitabın türüydü, akımıydı gibi konulara hiç dikkatimi vermiyorum. Sanırım en son otuz yıl önce edebiyat dersinde görmüşümdür bunları :)

o   Bir akımı temsil eden bir kitap oku ve hem akım hem de kitap üzerine düşüncelerini yazıya dök.

Maddesinde sanat akımları neydi ki diyerek şöyle bir göz gezdirmek zorunda kaldım. Sonra Güz Okuma Şenliği'nde okuyacağım kitaplar içinden bir kitap seçerek bir taşla iki kuş vurmaya çalıştım.

Benim kitabım Realizm (Gerçekçilik) akımına giriyormuş. Her ne kadar adı üstünde olup ne olduğu anlaşılsa da kısa bir bilgi vereyim hakkında.

19. Yüzyılda bilimsel çalışmalar çoğalıp , bu alanda büyük ilerlemeler sağlamış.   Auguste Comte'un ortaya attığı Pozitivizm felsefesi de bu dönemde, insanın sadece gördüğüne inanması şeklinde özetlenebilecek bir görüşü savunmuş. Bu görüşün edebiyattaki iz düşümü de Realizm olmuş. Bu akımda insanın duygularının onu aldatacağı savunulmuş, görülenin olduğu gibi verilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuş.

Realizm'de konu gerçek hayattır. Olağanüstü görülen istisnai olaylara yer verilmez. Okura yaşanmış bir olay ya da yaşanabileceğinden şüphe edilmeyecek bir olay sunulur.

Realizm'de anlatılan kişi, tam anlamıyla insandır. Çevresiyle davranışlarıyla, tutkularıyla en ince ayrıntısına kadar tanıtılan bir insan görülür eserde. Elbette bu insan çevresinin bir ürünü olan, çevresindeki şartlara göre karakter kazanmış biridir.

Bu noktaya geldiğimde hangi akıma daha yakın olduğumu düşündüm. Dediğim gibi pek irdelediğim bir şey değil bu. Sanırım realizme yakınım. Çok aşırı simgeler içeren ağdalı ve bulmacamsı cümlelerden daha çok seviyorum.

Şu anda aklıma gelen fikirle, aslında en sevdiğim fantastik edebiyatın da gerçekçi olduğunu düşünüyorum desem çok mu uçmuş olurum. Hahah cidden anlamıyorum hiç bu işlerden ama gerçeküstü bir dünya olsa da yaşanan olaylar o dünyanın şartlarında yaşanabilir olması gerçekçi anlamına gelmez mi?

Neyse biz kitabıma gelelim. Samipaşazade Sezai'nin (1963 basımı kitabın üzerinde Samipaşazade Sezayi diye yazıyor :) Sergüzeşt kitabı bu akıma uymakla kalmıyor, Türk Edebiyatı'nda bu akımda yazılan ilk esermiş aynı zamanda.

Sergüzeşt "Macera" demekmiş. Osmanlı dönemini esir kızların üzerinden görmekteyiz. Daha doğrusu esir kızımız Dilber'in başından geçenleri okuyoruz.

Kitabın önsözü beni kitaptan çok düşündürdü aslında.



Kitap bir roman olarak belki harika değil ama bir ilk olarak edebiyatımızda yerini almış.

Amerikalılara İngilizlere falan bakıp esir kullanmak boyunduruk altına almak nasıl yapılır ki diye düşünürken, muhteşem (!) osmanlı tarihimizdeki bu ayıbı göstermesi açısından ayrıca beğendim.

Son olarak eğlenceli bir videoyla Sergüzeşt'in anlamını pekiştirelim :)




(Kültür Sanat Mevsimi nedir? )

Nostaljik Pazartesi

Neredeyse beş yıl öncesinden bu yazım. Şu anda kapıyı çekip çıkabiliyorum çok şükür, herkesler büyüdü,  arkadaşlarım iş hayatından uzaklaşıyor yavaş yavaş, ben onlarla buluşmak için sık sık tek başıma yollara koyulabiliyorum. Oysa ne kadar uzak gözüküyordu o sırada bu bana. Şunu da eklemeliyim ki dışarı çıkmanın en güzel yanlarından biri de dönecek kalabalık bir evim, gördüklerimi paylaşacak sevdiklerim olması :)

5 Ocak 2013 Cumartesi


Kapıyı Çekip Çıksam...



Spor ayakkabılarımı merdivende bağlasam. Şapkamla toplasam saçlarımı. Kulağımda müziğim çalsa. Çantamın içinde kitabım, defterim, kalemim olsa. İnsem merdivenlerden.

Kimse fark etmese...

Sahile varsam, vapura binsem. Alt arka açıkta köpükleri seyretsem. Köpüklerle martıları seyretsem. Köpüklerle martıları seyreden 20 yıl önceki halimi seyretsem.Aklımda hiçbir şey olmasa. Dudaklarımda dinlediğim şarkının sözleri. İçime çeksem deniz kokusunu. Köpüklerle martıları seyreden 20 yıl önceki kız olsam.

Kimse fark etmese....

Vapur tam zamanında varsa Beşiktaş'a.Acele etmeden insem. Kalabalığı izleyerek, çeşit çeşit insanlara bakarak. Sorgusuz, sualsiz, yargısız sadece bakarak karışsam aralarına. Bir köşedeki gülen kız, bir arkamdaki yorgun teyse olsam.

Kimse fark etmese...

Adımlarım deniz kıyısında dursa. Bin hatıranın sıcaklığı sarsa yüreğimi. Yükselip taşsa gözlerimden. Biri sorsa neden diye, bilmesem. Sadece bir his. Sarıp sarmalasa beni hiçbirini hatırlamadığım anılar. Otursam bir banka. Benimle birlikte kaç kişinin daha oturduğunu saymadan otursam.

Kimse fark etmese...

Alıp başımı gitsem o en sevdiğim yoldan Ortaköy'e.. Tadını çıkarta çıkarta gitsem. Sanki lk kez bakıyormuşçasına gitsem. Karmakarışık, eskiden yeniden, zamansız bir anda gitsem. Her şey içime işleyerek gitsem.

Kimse fark etmese...

Seslenen kafelerin yanından geçsem. Bir kumpir alsam elime. Boğaziçi Köprüsü, kuşlar, dalgalar ve ben. Gözlerimi kapasam. Müziği sustursam. Bir rüzgâr dolaşsa yüzümde. Bir koku ulaşsa zamanın ötesinden. Bir şey... Ağlasam düne, bu güne, yarına özlemle...

Kimse fark etmese...

Aklımdan Geçenler

- İsmet, nedir sizin cephede durum ?
- Valla gayet iyi, bizimkilere bir level atlattım, yan tarafla dostluk kurduk hep beraber yeneceğiz inşallah.
- Ne leveli ne dostluğu?  Ordunun morali ne alemde.
- Moralleri iyi olsun diye her gönderilerini layklayıp duruyorum . Bazen kalp,  çiçek miçek yapıp veriyorum gazı.
-??? Düşman ordularını püskürteceğiz yarın.
- Yarın mı?  Ama yarın dizimin yeni bölümü yayımlanıyor, kaçırmak istemem, öteki güne alsak.
- La havle, ne diyorsun İsmet sen?
- Şu an bir şey diyemiyorum,  karşı taraf tivit atmış da retvitlemem lazım. Dakikada beş tane yaparsak zirveye çıkarız.
- Bilgisayar başından kalkacak mısın artık?
- Dur dur,  çok dramatik videolarım var paylaşacak, gözyaşı garanti. Gurur duyacaksınız izleyince. Onuncu yıl marşını da ekledim mi arkasına, sırtımız yere gelmez.

Dememiş tabi. Hava soğuk da dememiş. O kadar çok düşman var  ki hangi biriyle savaşalım  her gün yeni bir yer çıkartıyorlar dememiş. Ben mi kurtaracağım vatanı dememiş. Yurt dışına kapağı attık mı uzaktan üzülürüm hallerine de dememiş.

İyi ki dememişler.

Başta Atam olmak üzere hepsine binlerce teşekkürler.






Caddeden Yürürken Koruya Saptım


İyi ki de öyle yapmışım. Neler neler topladım.


Aslında düz yoldan gidecektim patikaya karşı koyamadım.


Başımı bir kaldırdım, yeşille sarılıp sarmalanmışım.




Rengârenk kuş evleri güze bahar getirmiş.



Kırılan ağaç kimbilir kimlere yuva olup faydalı olmaya devam edecek.


Minicik aralıklara saklanmış yaşamlar.


Bir tarafta geçmişimi gördüm.


Diğer tarafta geleceğimi.


Ulu ağacın kökleri öyle rahattı ki, oturmadan edemedim,


Dallarının arasında huzur buldum.


Geveze saksağanların güzelliğini izledim oturduğum yerden.




Yakaladığım kareleri çook sevdim.


Diledim ki korudaki yürüyüşüm hiç bitmesin.


Çocuk parkında çocukların kahkahaları kalmış sanki.



Yaprakların arasından aldığım hediyemle yavaş yavaş eve doğru yola koyulurken yolumu çook uzatmıştım ama değdi.

Not: Fotoğraflarda slow rock şarkılar gizli, bakın bakalım size ne çıkacak :)

Kapı Çalana Açılır (Kültür Sanat Mevsimi 11)


Yani oturduğumuz yerde durup da kendiliğinden açılmasını beklemeyeceğiz.  Yani üşenmeyip, ertelemeyip vazgeçmeden yolumuza gideceğiz. Kapılar da açılacak önümüzde.


Ama tabi arkadaşlarımla buluşma ayarlamış olmasam ben büyük ihtimal bugün bu havada dışarı çıkmayı düşünmezdim. Ki bu da harika köşkü, arkadaş sohbetini, güzel bir yürüyüşü ve koruda ağaç altında oturmayı kaçırmam anlamına gelecekti. Ne yazık.


Gitmeden hakkında çok şey okuduğum, çok fotoğraf gördüğüm olaylı sergide objektifimi ayrıntılara ya da insanlara çevirdim daha çok.


Girişte broşür almasam eserlerin ne demek istediğini büyük ihtimal anlamayacaktım. Sanırım ben kelimelerle anlaşanlardanım :)  Ama sergileri gezip  öğrenmeye, bakış açımı yenilemeye açığım.


Tamam manzaraya da bakıyor olabilirim biraz :)





Francesco Albano insanı rahatsız eden heykeller yapmış. İki üstteki aziz bilmem kimi tasvir ettiği çalışmaya bakması bile zor geliyor. Üstteki de aynı şekilde. Düşündürdüğü şeyi kitapçığı okumadan anlamamış olsam da okuduğumda çok etkileyici buldum: Salıncak koltuğundan kayıp giden beden, sanki varlık ve yokluk arasında salınıp dururken, bedensel varoluşumuzun sınırlarını ve tenimizde hissettiğimiz psikolojik şiddeti düşündürür. . . 












Olaylı heykelin burada fotoğrafı yok. Kalabalıktan istediğim gibi çekemedim. Başına hırkasını çekmiş adamın çıplaklığı olması gerektiği gibiydi bence. O çıplaklığın anlattığı çok şey vardı. Ve yüzü. Hırkanın altındaki yüzü küskün bir adamın yüzüydü gibi geldi bana.

Bu güzel köşkü ve insanı etkileyen eserleri sergi sona ermeden gezmenizi öneririm.

Sanat güzel şey...

(Kültür Sanat Mevsimi nedir? )

Bana Göre Genç Görünüm Sırları :)

Biri sorduydu bir ara, genç görünme sırrımı.

Genetik anacım :)

Hahaha, yok yok, o da vardır tabi de, genelde fotoğraflarda güldüğüm için genç çıkıyorum.

Bunun için de teknolojiye pek çok şey borçluyum.  Dişlerim kendimi bildim bileli sorunludur, saçlarım da yirmi yaşında beyazlamaya başladı. Yani teknoloji olmasa şimdi Şekil A daki gibi beyaz saçlı dişsiz bir nine olacağıdım :)

Şekil A

Bunun yanısıra fazladan 15 kilomun  yüzüme botoks etkisi yaptığı gerçeğini de yadsıyamayız. (Yalnız bu kilo mevzuu pek ince iş, fazladan yirmi kilo ekstra yaş katıyordu, on beş ideal :)

Sonracııma, makyaj çok az yaparım, hayatım boyunca yirmi kere fondöten kullanmışlığım yoktur sanırım. Cildim hiç yıpranmadı kimyasallarla.

Uykucuyumdur. Çocuklar bebekken her uyuduklarında ben de yatardım. Ev işi mişi hiç umrumda olmazdı. Çalışırken de tavuk gibi erkenden yatardım :)

İhtiyacım olmadığı sürece kremlere bulanmadım. Otuz beşimden sonra yüzümde güneş lekeleri çıkınca yaz kış 50 faktör koruma kullanır oldum. Kırkımdan sonra kuruluk başlayınca krem kullandım.

Güneşe çıkmayı, yüzümün yanmasını sevmem.  Baş kırıştırıcı aşırı yanmak bence.

Sigara hiç içmedim.

Rahatımdır. Çok gerginleştiğimi hissedersem derin nefes alırım ve kendimi yavaşlatırım. Meselâ yetişemeyeceğim bir durum mu var, hemen yavaşlarım. Hatta dururum. Zaman da yavaşlar. İşlerim yetişir.

Sevdiklerimle vakit geçirmek için özel çaba harcarım. Misafirim çok olur. Bol bol sarılırım, çok çok kahkaha atarım.

Planlarım her şeyi. Yapabileceğim şeylere odaklanırım yapamayacağım şeyleri dilime dolamak yerine.

Kılık kıyafet de önemli tabi, kot pantolon ve tişört gençlik iksiri :)

İşte böyle.

Haa bir de tabii çirkin fotoğraflarımı yayımlamıyorum, mazohist miyim ben, en güzellerini seçiyoruz herhalde di mi :)

Not: Bu yazı aman da ne gencim güzelim modunda yazılmadı,  kendime göre genç gösterme nedenlerini paylaşmak için yazıldı. 

Benim için önemli olan içimdeki enerjinin devam etmesi ve sağlıklı olmamdır kırışmışım, buruşmuşum teferruat onlar :)

Eee Daha Daha Naber Millet

Bu sabah yürüyüşe çıkmayı başardım, aslında günlerdir hasta olan bünyeye ne kadar iyi gelir bilemedim ama baktım sabah az biraz enerjim var, temiz hava alayım en azından dedim.


Sabah yürüyüşlerinin bonusu böyle küçük ayrıntılarla mutlu olmak. Size de su damlası topladım :)

Dün hiçbir şey yapmadan geçti. Bugün savaş alanından hallice olan evimi toparlayabilirsem çok mutlu olacağım.

Ama şimdi taze demli çay zamanı.


Bu arada her sabah uyandığımda bana mutluluk veren kuş seslerini yükledim. Karanlık görüp videoyu kapatmayınız, sabah kalktığımda henüz güneş çıkmamış oluyor :) Sesi de açınız, yakına gidince sustuklarından uzak pencereden çektim, az çıkmış.

Hepinize günaydın.

Bugün her türlü enerji yiyici, umut tüketici, cesaret kırıcı konuşanın karşısına geçip "Sen öyle zannet canııım"  deme günümüz olsun :)

Atölye Çalışması Yaptık (Böyle Deyince Pek Havalı Oluyor, Meğer Ben Evde Hep Atölye Yapıyomuşum da Haberim Yokmuş :)


Yanımdaki cadının çabalarıyla nurofen c vitamini ikilisine burun damlası da ekleyip kaportamı düzeltip yola koyuldum.


İki kişi fire verse de diğer dört çocukla gayet keyifli zaman geçirdik. Yegâne delikanlımız diğerlerinden sonra geldiğinden onun fotoğrafları tek kaldı :)


Daha masanın başına geçer geçmez hevesle işe koyulan çocuklar yanımdayken ne yoruluyorum ne hastalık kalıyor. Var ya turp gibiydim orada. Oysa öksürük aksırık başlarsa yüzüme gazlı bez sarıp mumyalanmaya karar vermiştim :)


Çocukları mutlu etmek o kadar kolay ki.


Önce bir sizi inceliyorlar, eğer içinizdeki isteği fark ediyorlarsa hemen havaya giriyorlar. Birlikte birşeyler yapmaya bayılıyorlar.


Keşke ilk gençliğimde kendimi bilip de öğretmen olmaya karar verseymişim. Bana en uzak meslek olarak onu görüyordum. Ah ah, en son kendimizi tanıyoruz sanırım.






Eğlenmek çok ciddi bir uğraştır :)







Mumyalar,  örümcekler,  hayaletler. Kesildi, biçildi, çizildi, yapıştırıldılar.



Korkunç bunlarrrr :)



Bu çok güzel geçti, darısı diğer atölyelerin başınaaa :)