Ufûlünün 21. Yılı’nda Fethi KARAMAHMUDOĞLU
Ekim 07, 2020(Babamın 1995 yılında dergide çıkan bir yazısından ilhamla onun en sevdiği dostlarından Zarif Amca'nın yazdığı yazı. Okunur mu bilmiyorum ama benim için burada dursun istedim)
Aşağı yukarı her gece bir telefon muhabbetimiz vardı onunla… Çalan telefonun ahizesini kaldırdığımda sıcak ve tatlı bir ses “Alo” demezdi hiçbir zaman, daima “Benim ben, nasılsın? Aile kadronuz nasıllar?” diye başlardı… Yaz sıcağında bir gün İstanbul Radyosundaki odamda misafir etmiştim onu… Galiba kendisine tahakkuk eden telif ücretlerini almaya gelmişti. “Hoşbeş”ten sonra: “Vallahi dün gece hiç uyuyamadım doğrusu, uykum kaçtı” demişti elan üzerinden atamadığı mahmurluğu içinde hissettiren sesiyle, “Tabii hocam yaz gecelerinde uykular kaçar” demiştim ona gülerek. Bir an bu cevabıma anlam veremeyerek sormuştu: “Niçin kaçar ki?”… Gülmekten kendimi alamayarak sürdürdüm konuşmamı: “Bunu bir Kürdîlihicazkâr şarkınızda siz söylüyorsunuz efendim, ben de oradan öğrenmiştim…” ve bu defa gülmek sırası
O’na gelmişti: “O zaman kaçmasının sebebi başkaydı, şimdiyse bambaşka!” diye tamamladı düşüncesini… Çok özlüyorum Yesâri Asım Arsoy’u….
O’nun Görele Lisesi’ndeki makam odası, yorgun akşam saatlerimizi müzikle dinlendirdiğimiz bir sığınaktı adeta… O kemanını alır, ben udumu… Ali’nin demlediği çaylarımızın birer yudum aldıktan sonra başlardık Tanbûrî Cemil’in Muhayyer Peşrevine ve daha sonra karşılıklı taksimlerimizi yine Cemil Bey’in aynı makamda saz semaisiyle bütünlerdik.
Günün son saatleriyle ayrılırdı yollarımız… Çünkü o geceleri kendi rind iklimine, Hayyam meclisine dalardı… Ben ise onun nazarında süt çocuğu idim. Bir süt çocuğunda müziğe alâka olacak şey değildi ya. Nice yıllar çalıştık, çabaladık, üzüldük, güldük birlikte. Hayata erken veda
için ne gerekiyorsa yaptı ve geçen yıl bırakıp gitti bu dünyayı. Çok özlüyorum Sabri Özdemir’i…
Bağdat Konservatuarını kurmak için 50’li yıllarda Mesut Cemil ve Necdet Varol’la
gitmişlerdi Irak’a. Orada Mesut Cemil’in isteğini kırmayarak, İstanbul kokan Acemkürdî bir saz semaisi bestelemişti. Eserin dördüncü bölümü, bestenin temasını en güzel yansıtan bölümdü. Zira bu bölümün motifleri üstadın dilinden hiç düşmeyen bir İstanbul Türküsünden alınmıştı: “Aksaray’da çevirdiler yolumu” Bir gün kendilerinden bu eseri yine bizzat icrâ etmelerini rica ettim. Kendisine kanunuyla refakat etmesini Sayın Hüsnü Anıl’dan rica ettim… Kayıt yapacağı
günün sabahı benden önce radyoya geldiklerini ve nota kütüphanesinde provaya başladığını hayretle gördüm. Oysa daha sesin kaydına beş-altı saat vardı. Nihayet stüdyoya girildi… Büyük bir dikkatle ve ilerlemiş yaşıyla boğuşarak kaydı tamamladı… “Ancak bu kadar olabiliyor Fethi Bey kusura bakmayın” dedi… Her yaştan her seviyede insana sevgiyle eğilen, sevgiyle yaklaşan
bu çok çalışkan, üretken insan, adeta iş ahlâkının abidesiydi… Cevdet Çağla’yı çok özledim…
Kışın Moda’daki mektepte, yazları Panorama Kıraathanesinde buluşurduk her hafta. Fötr şapkası ve dudağından eksilmeyen sigarasıyla gerçekten ihtiyar delikanlıydı… Önce Fenerbahçe İşkembecisinde tuzlama ve Arnavut Ciğeri yerdik. Sonra kahvelerimizi içerken yeni bir güftesini okurdu bana. Mızrap Dergisi’nin içeriği hakkında görüşlerimizi karşılaştırır ve mutlaka üretirdik.Tam dokuz yıldır aramızda olmayan şirin delikanlıyı, Şadi Kurtuluş’u çok özlüyorum…
Her defasında sitem ve eleştirilerle girerdi odama. Son günlerin gündemleriyle ilgili
düşüncelerini sert, kararlı fakat asla incitici olmayan hanımefendi üslûbuyla dile getirirdi. H.Sadettin Arel’in sağ kolu olmakla daima müftehir ve mesuliyetini her zaman müdrik bir hayat çizgisi üzerinde, doğru bildiği istikametindeydi. Fikirlerinden hiç taviz vermezdi… Hak
bellediğini her zaman, her mekânda, herkese karşı söylemekten çekinmemişti… Türk Musikisi Dergisi’ni yıllarca tek başına çıkarmış, Arel-Ezgi-Uzdilek sisteminin, daha doğrusu Türk Geleneksel Müziğinde sistemli çalışmanın bıkmaz teşvikçisi ve yılmaz savunucusu olmuştu…Laika Karabey’i çok özlüyorum.
Bir kış günü, geç saatlerde biz genç stajyerlere solfej dersi verdiği akşamki hüznünü hiç unutamam. Ders odasındaki otuz kadar kişiyi hiç görmeden piyanosunun başına geçmesini, iki
saat kadar süreyle bütün etüd parçalarını sırayla hepimize -istirham ederek- okutuşunu hiç unutmuyorum. Çünkü o an yıllarca bir yastığa başını baş koyduğu eşini toprağa vermiş, avunabilmek için en sıcak ortamı biz talebelerinin arasında bulabileceğini düşünmüştü… Halil
Bedii Yönetken’i çok özlüyorum.
Bir kış günü, bir başka güzel insan girmişti odama, ağlıyordu. Bir yıl önce genç oğlunu
trafik kazasında yitirmişti. Acısı o günden sonra hiç dinmemiş, giderek onun boşluğunu daha çok hisseder; daha çok üzülür olmuştu. Bu yüzden hayata dönük şen şakrak eserlerin yer aldığı programlara katılmak istemiyor, daha doğrusu saz çalmak içinden gelmiyordu: “Fethi’ ciğim,
bundan sonra oyun havaları da dâhil her programın saz kadrosuna yaz beni” diyordu ağlayarak… Güzel yüzü kıpkırmızıydı ve gözlerinden akan yaşlar dinmek bilmiyordu… “Ben Oğlumun ölümünü ve acısını suiistimal ediyormuşum, böylece programlardan
kaytarıyormuşum” diyordu… Az önce ikimizin de üzerinde bir idareci kendisini ikaz etmiş, güya böylelikle görevini yerine getirmişti! O gün, günlerden pazartesiydi… Hiç unutmuyorum müteakip Perşembe günü zaten çoktan küsmüş olduğu hayata veda etti… “Burası baş başa kaldığımız yer” diyor; Sadettin Öktenay’ı çok özlüyorum.
Radyodan ayrılalı yıllar olmuştu fakat bu kuruma çok hizmetlerde bulunmuş yılların
sanatçısıydı. Son zamanlarda sesi soluğu pek duyulmuyordu. Küçük kızını kaybetmiş ve evlât acısıyla çökmüş bir baba da oydu… Bir gün repertuvar kurulunca kabul edilen iki şarkısıyla geldi… Amacı, bu iki eseri sazlarla birlikte seslendirerek nihayet kendisini hatırlayan bir televizyon yapımcısının programına katılabilmekti… O gün ne olduysa kimse ilgilenmedi kendisiyle… “Sen artık bizim elemanımız değilsin” gibi bir vefalı (?) yaklaşımla ses kayıt ustaları ona iki şarkıcığını seslendirme imkânını çok görür oldular… Nihayet program müdürünün delâletiyle zar zor bir kayıt yapılabildi… Aman ne özürler dilemişti benden, başıma bu işleri
açtığı için… Oysa ben onu “Bu kurum vefalıdır, mutlaka sana istediğin imkânı yaratacaktır” diye rahatlatmaya çalışıyordum… O buruk teşekkürü ve vedaı gerçekten onu son görüşüm oldu… Taner Şener’i çök özlüyorum…
Ah… Bu yaz gününde, bu özlemlerde neyin nesi, diye sormayın değerli okurlarım; yaz
gibi güzel mevsimler de dâhil, tüm güzellikler paylaşılmaksızın nasıl mutluluk verebilirler ki… Gelenler gidenleri aratmasalardı daha kolay tesellî bulabilecektik. Ama ben özlüyorum işte; böyle zaman zaman takılıp kalıyorum “hayâli cihan değer” noktalarda… Edebiyat âleminden Ali Nihat Tarlan’ı, Reşit Rahmeti Arat’ı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Mehmet Kaplan’ı, Faruk K. Timurtaş’ı, Sadettin Buluç’u, Ahmet Caferoğlu’nu, Fahir İz’i, Faruk Akün’ü, Muharrem Ergin’i; müzik
dünyasından Mustafa Nafiz Irmak’ı, Ulvi Erguner’i, Radife Erten’i, Emin Ongan’ı, Halil Aksoy’u, Şekip Ayhan Özışık’ı, Ali Rıza Avni’yi, Sevim Deran’ı, Özdal Orhon’u, Fuat
Türkelman’ı, Faik Dramalı’yı, Turgut Aksoy’u özlüyorum… Her birinden kalan sonsuz enstantaneler arasında süren yolculuğumun bıraktığı yorgunluğu giderecek odaklar bulmakta zorlanıyorum ve bir Nihavend şarkıyla Yahya Kemal ile Üsküdarlı Şekip Memduh Bey yetişiyorlar çok uzaklardan imdadıma:
Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde / Sen nerdesin ey sevgili yaz günleri nerde
Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde / Sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde
Akşam güneş artık deniz ufkunda silindi. / Hülya gibi yalnız gezinenler koya indi
Ben kaldım uzaklarda günün sesleri dindi / Gönlümle hayalet gibi ben kaldım o yerde.
Ağustos1995 de “Size” dergisinde özlemlerini “ÖZLEYEN” başlıklı yukarıdaki yazısında böyle anlatmıştı, Fethi KARAMAHMUDOĞLU…
1942 yılının 7 Ekim’ inde doğuşundan 57 yıl sonra 1999 yılının yine 7 Ekim’ inde fâni âlemden batışı ile bâki âleme doğdu,,,
Mevlânâ Celâleddin Rûmî der ki;
“Batmayı gördün, doğmayı da seyret…
Hangi gün güneş battı da yeniden doğmadı ki…”
Can dostum, mesai arkadaşım, Bestekâr, Şair, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni merhum Fethi KARAMAHMUDOĞLU’
nu ben de özledim:
Kadıköy Kız Meslek Lisesi’ nde aynı odada karşı karşıya yıllarca Müdür Yardımcısı olarak görev yaparken rebabı ile Itrî merhumun dillerden düşmeyen ‘Tekbir’ ini seslendirerek gönlüme dokunuşunu; evimize iftar için teşrif ettiği bir Ramazan gününde akşam namazı için kamet getirip
müezzinlik yapışını özledim… “Buradan ayrılırsak beraber ayrılacağız” ahitleşmemizi hatırlatarak “TRT den iyi bir teklif aldım, senin de Okul Müdürü olman söz konusu. Gitmeyi düşünmüyorsan ben de teklifi red edeceğim” derken vefasını… Notası olmayan bir eseri birkaç kez dinleyerek notaya almasını ve Kur’an-ı Kerîm’ in musikî üslubu üzerine yaptığımız yarım kalan ortak çalışmamızı… Liseler için hazırlayıp tüm hak ve gelirlerini TSK Güçlendirme Vakıflarına armağan edeceği taahhüdüyle Milli Eğitim Bakanlığı’ na gönderdiği “Bizim Edebiyatımız I-II-III” isimli ders kitapları “ders kitaplarının yarışma yoluyla yazdırıldığı” gerekçesiyle iade edildiğinde yüzündeki öfkeyi özledim… Ağırlığı 10 kg dan fazla olan üçer
nüsha kitapları Kadıköy PTT den zor zahmet postaladığım için ben de o öfkeye ortak olmuştum.
O günlerdeki ismiyle Kadıköy Kız Meslek Lisesi’ ndeki Edebiyat öğretmenliğinin yanı
sıra, dur durak bilmeden, usanmadan musikimizi sevdirerek yeşerttiğin öğrencilerin de özledi öğretmen arkadaşların da… Okulda düzenlediğin Türk Musikîsi Konserlerini özledim. O
konserlerde sahne alan öğrencilerin musikî alanında boşlukları doldurdular ve çevrelerine ışık saçan yıldızlar oldular… Hocalarım merhum Ziraat Y. Mühendisi İsmail Baha SÜRELSAN, Avukat Ahmed HATİBOĞLU ve Dr. Alâeddin YAVAŞÇA gibi bir koltuğa sığdırdığın iki karpuzun da hakkını verdiğin için özledim…
TRT de her ay beğeni ile izlenen Hoş Sadâ’ nın metin yazarı olarak “Önümüzdeki program Şeb-i Arûs’ a rastlayacak. Mevlânâ hakkında neler anlatabiliriz?” diye danıştığında, Mevlânâ’nın kendisini “men bende-i Kur’ân’ em” diye başlayan mısralar ile tarif ettiğinden söz ettim. Not almak için tekrar etmemi istediğinde; “hocam kendini yorma, denetimden geçmez” demiştim. “Nasıl geçmezmiş, bunlar Mevlânâ’nın sözleri değil mi?” sualini “evet Mevlânâ’nın
sözleri ama, siz Mevlânâ’ yı hümanist, herkese kucak açmış biri olarak anlatabilirsiniz zira, kurumun anlayışı böyle” diye cevapladım. Hiddetle masayı yumruklayıp “bu sözler denetime takılırsa oranın altını üstüne getiririm” dedin ve dediğini yaptın… O programda Mevlânâ’ yı;
Ben yaşadığım müddetçe Kur’ân’ ın bendesiyim.
Ben, Muhammed Mustafa'nın yolunun toprağıyım.
Her kim benden bundan başkasını naklederse,
O’ndan da şikâyetçiyim, o sözden de şikâyetçiyim.
anlamına gelen kendi sözleriyle anlatışını hayranlıkla izledim. Nasıl yaptığını anlatmadığın için bilemiyorum ama Hoş Sadâ programının sözleşmesi uzatılmadığı için tahmin etmek zor olmadı; maddî ve manevî kayıplarını göze alarak ilkeli davranmanı özledim…
İstanbul Radyosu Türk Musikisi Bölüm Müdürü iken ziyaretlerimde şahid olmuştum:
Hicaz makamında program yapmak isteyen adını vermeyeceğim ünlü bir sanatçımızı
“kimse evc makamında program yapmak istemiyor; ablacığım sen yapmazsan kimse yapamaz” sözlerinle motive edişini;ses kayıtlarının bulunduğu dolap raflarının arka bölümündeki tozlanmış kayıtları bana gösterişini, onları öne çıkartıp sürekli tekrar edilen programları azaltma gayretini
özledim… Şaşkınlıkla izlemiştim tabureye çıkıp ses kayıtlarının bulunduğu dolapların üstünü temizlerken hizmetlinin “hocam lütfen bırakın bu bizim işimiz” diyerek yalvarışını… “Ben size iki defa söyledim, yapmadınız, siz efendisiniz elbette yapmazsınız, bu bizim işimiz” diyerek
personeli eğitişini özledim…
“Meyve veren ağaç taşlanır” ya da “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” sözleri
boşuna söylenmemiş olacak ki peşin hükümlü bir uyduruk soruşturma ile İzmir Radyosu’ nda Uzman olarak görevlendirildin. Daha doğru bir deyişle sürgün edilmekle de onurlandırıldın… O
kadar çok ki özleyiş sebeplerim; Allah (cc) ömür verirse onları gelecek yıl ki 7 Ekim’ e
bırakıyorum. Zira maalesef uzun yazıları okuyanlarımız azaldı, canım Hoca’m.
Karacaahmet’ te, kitabesinde kendine ait “Emreyledi Ma’bud Gitti” diye başlayan mısraların bulunduğu kabrine konulduğunda sevgili Ahmed ŞAHİN kardeşimin yürekten okuyarak gönlümüze
dokundurduğu Sûre-i Yasin’ i özledim… Sultanahmet Camii’ nde vefatının yedinci gününde haddim olmayarak sevgili Amir ATEŞ ile birlikte okuduğumuz Mevlid-i Şerîf’i de aile efradı ve sevenlerinin her yıl
kabrinin başında ve evinde seni duâlarla yâd edişlerini de Ö Z L E D İ M …
Rabbü’l- Âlemîn sana, seni
sevenler ile sevdiklerinden ahirete
irtihal eden mü’minlere mağfireti,
Ru’yet-i Cemal’ i ve Cennet’ i ile
ikram eylesin.
Zarif Zeyrek
7 Yorum
Hem de o kadar güzel okunuyor ki, çok hüzünlendim okurken, ne kadar da güzel anlatmış özlemlerini....Zarif Amca'nın yazısı da çok güzel. Mekanı cennet olsun. :(
YanıtlaSilNe güzel zamanlarmış, ne güzel zamanlarda yaşamışlar ❤️
YanıtlaSilsonuna kadar okudum hüzünlendim ne güzel zamanlarmış Allah rahmet eylesin cümlesine Hülya
YanıtlaSilSanki hepsi birbirlerine kavuşmuşlar Handan :,( Gözlerim dolarak okudum, şu insanlardaki zerafete, saygınlığa bir bak. Allahım nereden geldik, nerelere gidiyoruz.... Yemin ederim ben de hiç tanımadan bilmeden, özledim!
YanıtlaSilAllah rahmet eylesin.
YanıtlaSilIcimde buruk bir his var tarif edemediğim, çok cok nadiren bir yazıyı okurken, o hissi yaşıyorum. Bu da o yazılardan biriydi iste...
YanıtlaSilİsimlerini bilip eserlerini dinlediğim insanları babanın kaleminden, babanı da arkadaşının kaleminden okurken kalbim sızladı. Artık bırak Evci, Hicazı, Nihavendi bile zor duyuyoruz.
YanıtlaSilAllah babana gani gani rahmet eylesin, o yattıkça size ömür versin Handan.