Ulan Batur 1

Ekim 30, 2024






















 Yine fotoğraflar tersten yüklenmiş ama hiç uğraşamayacağım, güzelim fotoğraf yükleme sistemini değiştirip şu hale getiren bloggera ...

Neyse siz aşağıdan yukarıya bakınız..

Can'ın uyanmasını beklerken bir taraftan bloğumla ilgileneyim dedim. Kitabımı okusam daha iyiydi ama sonra üşeniyorum yazmaya :D Başım da öyle ağrıyor ki.. Burun damlamı nedense çantamdan çıkarmışım, tıkanıp duran burnum sonunda başımı isyan ettirdi. Tuzlu su falan yaptım ama hiçbir işe yaramadı. 

Konuya dönelim.Size gecenin üç buçuğu bana sabahın sekiz buçuğu olduğu şu saatlerde bakalım dün ne yapmışız .

Kendi pilotumu yanımda götürürüm uçuşa giderken diyerek yola çıkmıştım. İnstagramda birisinin yorumu kahkaha atmama sebep oldu. Yazın bir video yayımlamıştım, ben önde dans çalışıyorum ama dansın hareketleri de hızlı ve abuk. Kendimi videoya alıyorum çalışırken zira yaptığımı zannettiğim hareketlerin gerçekte nasıl gözüktüğünü öğrenmem gerekiyor. (Hahah, tam bir hayal kırıklığı oluyor kendimi izlemek ) O sırada da balkon kapısından Can videoya yakalanmış. Benim video çektiğim dakika boyunca elindeki telefona hiç kıpırtısız bakıyor. Adamcağız Çin'den falan sabah dönmüş, uykusuz, yorgun, jetlag, çayını içip yatmaya gidecek. Videoyu izlerken olayıp absürdlüğüne öyle güldüm ki paylaşmayı düşündüm. Can'a seni kesmeyeceğim videodan, o adamlı video olacak ( Biz Kürşad'la videoları izlerken bayılıyoruz Can'ın olduğu sahnelere, renk geliyor resmen, ona "O Adam" diyoruz) dedim. Ve yine saf saf , kendi arkadaşlarım görecek diye paylaştım. Ay video bir ay keşfette kaldı, bir ara artık daral gelmişti yorumlarından falan, zavallı Can arkada duran kıpırtısız, hayattan bezmiş adam olarak akıllarda yer etmiş:D (Allahım çenem de düştü bu yazı nasıl bitecek bilmiyorum :D) İşte dün otele vardığımızda çektiğim fotoğrafın altına birisi "O balkonda oturan içi geçmiş abi dedikleri pilot mu?" diye yazmış. Hahahaha. 

Bu arada bir başkası da mesaj olarak "Tabii en güzelini yapıyorsunuz, dışarıdakilerin içine ne koyuyorlar belli değil." demiş. Allahım çevremdeki insanlar da benim gibi, ne güzel :)

Alttan ikinci fotoğrafta biznız hayatını göstereyim dedim. Hani çocuklar yatağımı yapmışlardı ya o yatak, kitabım, okuma lâmbam felan. Hey gidi heyyy, şımartılıyorum . 

Uçak inişe geçtiğinde karşımda gün doğumu renkleri belirdi. İlk baktığımda nehir akıyormuş gibi hissettim. 

Ama öyle ilginçti ki. Az uçak yolculuğu yaptım diyemem, pencere kenarından dışarıyı izlemişliğim de çoktur. Hani insan artık kanıksadığını düşünüyor. Bu sefer öyle olmadı. Alacakaranlıkta dışarıya bakıyorum. Hemen altımda bulutlar olması gerekiyor. Ama bulutların arasından ışık görüyorum. Eee orası yer mi ? Olamaz, yere o kadar yakın bu hızla uçmamıza olanak yok. 


Dağların zirvelerinin üzerindeki köyler olduğunu tahmin ediyorum buraların ama izlemesi gerçekten insanı ürpertiyor. 

İniş daha da ilginç. Zaten sonradan Can'la konuştuğumuzda neredeyse iniş yapılamayacak kadar bulutlu bir hava olduğunu, son anda pisti görünce indiğini öğreniyorum. Yani size Almaatı anıları anlatıyor da olabilirdim şu an.


Havaalanı şehrin bayağı dışında , bir saat yolu var . Bozkırın ortasından ilerliyorsun. Ama şehre gelince ilerleme duruyor. Bir anda kendimi İstanbul'da hissediyorum . Bir ara yarım saat kadar sadece duruyoruz. Sola dönmemiz gerekiyor ve ışık bekliyoruz. Işığın yanmasıyla sönmesi bir olduğundan oradan çıkamıyoruz bir türlü. Otele vardığımızda bütün ekip uçakta değil arabada yorulduk diyerek içeri giriyor. Neyse kahvaltıyı kaçırmadık. Burada saat on olmuş. İstanbul'da beş. Bir yanım bu saatte ne yemeği derken diğer yanım aç :)

Etli , pilavlı, çorbalı, kimçili, fasülyeli bir kahvaltı. Neyse bir santimetreküp şeklinde doğranmış olsa da üç çeşit peynir , yağsız tuzsuz zeytin de var. Tropikal meyveler en tatsız halleriyle endam eylemişler. Yaştır yemiştir diyerek yiyoruz. Diyet meyvesi :D 
Otel benden ekstra para almıyor. Gerçi kahvaltı salonundaki kız içeri girmemizle elime bir kahvaltı parası faturası tutuşturmaya çalışıyor ama Can resepsiyon ile konuşmalarını söyleyince iptal ediyorlar faturayı. E en başta biz kahvaltıyı ödeyelim mi diye sormuştuk zaten, hayır demişlerdi. 

Kahvaltı sonrası odaya dönüp tuş oluyoruz. Ben yine iki saat kadar uyumuşum, Can hiç uyumamış. 


Ben saat iki gibi uyanıyorum.  Üç gibi Can'ın başına ekşiyorum haydi kalk diye. O arada daha önce gelenlerden telefonunu aldığımız bir adamı arıyoruz bizi ertesi gün yazıtlara götürebilir mi diye .100 dolara Tonyukuk Yazıtlarına ( bize bir buçuk saat mesafede) , 400 dolara Orhun Abideleri 'ne görülebileceğini söylüyor ( Altıbuçuk saat mesafede). Otele girerken kapıda bizi tur kağıtlarıyla karşılayan adam kişi başı 100 dolar istiyordu , bu daha makul (araba altı kişilik olunca) 

Karar vermeyi akşama bırakıp gün bitmeden kendimizi sokağa atıyoruz. Trafik ve kornalar hâlâ devam. Hava düşündüğümüzden sıcak. Şapka takmak gerekiyor ama içlik giymeden dolaşılıyor. Her ter trafik polisi ve gitmeyen arabalarla dolu. Ve arabalarla ilgili çok ilginç bir şey keşfediyoruz, direksyonların kimi sağda kimi solda :D Trafik sağdan akıyor ama . 

Şehirdeki bu kadar çok trafik polisi niye ki diye düşünürken meydandaki Kazak Bayrağını araştırmak için baktığımda Kazakistan Cumhurbaşkanı 'nın geldiğini öğreniyorum. Sanırım curcunanın sebebi bu.


Büyük binaların arasında gördüğüm bir kaç eski binayı fotoğraflıyorum. Ağaçlar yapraklarını tamamen dökmüşler. Şehrin en çirkin hali bu olmalı. Kar yok, yeşillik yok. Zaten daha çok bina, yol ve bitmeyen korna sesi. Benlik bir yer değil. Üç milyon nüfuslu Moğolistan'ın üçte biri burada yaşıyormuş. Gezdiğim yerlerde bir tane sakin köşe görüp orayı seviyorum. (Bulun bakalım hangi fotoğraf) Cengiz Han Müzesi'nin önünden geçiyoruz , pek ihtişamlı. Gitmek istediğim Moğol Ulusal Müzesi'ne geldiğimizde bakıyoruz daha kapanmasına var, hazır güneşliyken biraz daha yollarda dolaşalım diyoruz. Az ileride Sukhbataar Meydanı Hükümet Sarayı'nın önünde. Çocuklar bisikletle geziyorlar. Gün boyu beni en gülümseten manzara bu oluyor.


Müzede fotoğraf çekmek için ayrıca para istendiği için müze fotoğrafı yok. Çok da para istemedilerdi gerçi ama cimriliğim tuttu. (Tıkla)Kapısının önünde çektiğim  videoyu göstereyim.

Müze çıkışı yemek yiyecek yer arayarak otele doğru dönüyoruz .Her yer Kore, Japon, Çin restoranı dolu. Geleneksel Moğol yemeği bulabilir miyiz diye bakıp en sonunda Can'ın her geldiğinde gittiği yere gidiyoruz .Otelin on metre yanında :D Neyse şık ve güzel bir yer. Keyifle yemeğimizi yiyerek dönüyoruz otele. Porsiyonları öyle büyüktü ki aldığım abur cuburlara elimi sürmüyorum. Buraya göre saat daha sekiz döndüğümüzde. Ona kadar uğraşıp didinip ayakta duruyorum . Tabi gecenin ikisinde hortluyorum sonra. Ben uzun yatamıyorum ki. Sağım solum ağrımaya başlıyor. Bir de gecenin ikisi dediğimiz İstanbul'a göre dokuz olunca hepten karışıyor her şey :D 

Bir saat debelendikten sonra yeniden uyumuşum neyse ki sabah yedi buçuk gibi kalktım. Şu an saat 11.00 olmuş. Can'ı uyandırdım  kahvaltı yapıp döndük o arada. Şimdi bu yazıyı bitirip yollara döküleceğim. Kocamı bir saat yürütmeyi plânlıyorum. Bari geleneksel bir yer görelim. Orhun Abideleri 'ne götürmediğine pişman olacağını hissediyorum :D En azından gidiş dönüş arabada 13 saat oturacaktı :P

Buraya kadar okuduysanız valla bravo :)

Görüşmek üzere..


Benzer yazılarım

0 Yorum