Yine anneme giderken çiçek böcek çekiyordum ki Sevgi 'nin mahalleni de göstersene Handan dediği geldi aklıma.
Annemler bu mahalleye taşındıklarında ben henüz 2 yaşında bile değilmişim. Babacığım verem olmuş, taa Giresun'dan İstanbul'a ve bu mahalleye sanatoryumda tedavi olmak için gelmiş. O zamanlar Öğretmenler Hastanesi'ydi. Sonra Üsküdar Devlet Hastanesi'ne bağlandı (Ki o da eskiden Polis Hastanesi'ydi). Şimdi Haydarpaşa 'ya bağlı poliklinikler var. Artık sanatoryum değil. Şu an oturduğum site hastanenin bostanıymış. Temiz havada güneşlenip, taze yemeklerler besleniyorlarmış. Ben ilkokula giderken de yine bu sitenin olduğu yerde pikniğe gelirdik. Mahalle sadece müstakil evlerden mütevvelitti. Bir de bir kaç apartman olan sokak vardı. Bu iki üç katlı apartmanların çevresi hep papatya tarlası, çimenlik, boş arsaydı.
2 yaşımdan evlendiğim 27 yaşıma kadar burada yaşadım. Kırk yaşımda İstanbul'a geri döndüğümde kader bizi yine buraya sürükledi. On senedir kürkçü dükkanımdayım :)
Bu yol benim okul yolumdu. Metehan'la Bilgehan'ın okulu da oldu orası sonra. Ne ilginç.
Sokaktaki evler artık daha çok işyeri olarak kullanılsalar da arada oturulanlar da var.
Bugünlerde mahalle 30 yıl önceki hallerine döndü diyebilirim. Kafe ve restoranlar kapanınca ( Ki elli tane falan vardır, abartmıyorum) sokaklar sakinledi, boşaldı, bana da nostalji yapmak kaldı.
Bu merdivenden Mustafa Amca'nın bakkalına giderdim. Bu merdivenler mahallenin her yerinde var. Birbirine paralel sokakların arası merdivenlerle bağlanmış. Komik olan ne biliyor musunuz, benim bu karakteristik güzelliği kırkımdan sonra fark etmem. Merdivenler öyle doğaldı ki hayatımızda, filmlerde görsem ne güzel diyeceğim yerler olduğunu hiç düşünmemişim.
Sokağımızdaki benden küçük çocukları sıraya dizip okula götürürdüm bu sokaklardan. Sonra da Kürşad'ı bırakıp aldım yıllarca.İşe bak ki aynı sokaklardan olmasa da dört sene daha kendi çocuklarımı götürüp getirdim :)
Evler biraz daha büyütülmüş, sokaklardaki arabalar artmış ama mahalle hâlâ İstanbul'daki en kurtarılmış bölgelerden biri sanırım.
Bu merdivenin iki yanı kurtbağrı doluydu ben küçükken. Dut ağaçları meyve verdiğinde kurtbağırları da çiçek açmış olurdu. Benim için o iki koku birbirine karışmıştır ve yaz tatili yaklaştı demektir.
Bu sokakta beni köpek kovalamıştı. O en uçtan buraya kadar kaçmıştım. Derken bir baktım boynumda atkım yok. Durmamla köpek de durdu. Atkım köpeğin üzerine düşmüş. Çığlık atıp atkımı kapmamla köpeğin dönüp kaçması bir olmuştu. (Ceren yav, bi kişilik analizi yap bana şu olaydan çıkarak, ben çözemedim kendimi :D)
Bu ağaçların altı bizim otobüs durağımızdı. Şu gördüğünüz binalar ve park falan yoktu. Oralar boş arsaydı. Tam ortalarında Ali Amca'nın bakkalı vardı. Okul dönüşü oradan geçerken toprağın çatlaklarından aşağıdaki kanalizasyon görülürdü. Biz de onun başında otururduk. Niye? Haha ne bileyim, niye yapmayalım ki :D
Otobüs bu yoldan gelirdi. Yolun en ilerisinde Cami Durağı vardı. Bizimkinden bir o kadar ileride de Köşe Durağı. Biz Bakkal Durağı 'ydık. Bit kadar mahalleden geçen üç otobüs vardı. Şimdi bir tane içinden geçen yok. Abuk subuk minübüslere kaldık.
Bu caddenin bir özelliği daha vardı ki her yağmurda dere olurdu. Zira iki tepe arasında dere yatağıymış zaten. İlkokula giderken bazen geçemez mahsur kalırdık, araba da pek yoktu zaten. Üniversiteye giderken bir yaz günü yine sel basmıştı. Biz Any ile buluşup adaya denize gidecektik. Yağmura rağmen gitmekten vazgeçmediydik tabi. Bir baktım otobüs geliyor, ayağımdan spor ayakkabıları çıkartıp çıplak ayak suların içinden karşıya geçip otobüse yetişmiştim. İçeridekilerin garip bakışları altında çıplak ayakla girip, koltukta ayakkabımı giydiğim o gün baştan sona komik olaylarla doluydu. (Bknz)
İşte bizim Ali Amca'nın dükkânının olduğu yer, ben üniversiteyi kazandığım sene park yapıldı. Ali Amca vefat ettikten sonra dükkânı kapanmıştı zaten. Çocukluğumun çamur deryası alanı gençliğimin en keyifli yaz akşamlarının ortamı oldu.
Bizim yokuşa da geldik. Kaçan topumuzun peşinden az koşmamışızdır. Gelgelelim sokakta iki oto tamircisi ve iki taksi dışında kimsenin arabası yoktu, sokaklar bize aitti, kaçan topun peşinden deli gibi koşulabilirdi.
Bu arada Hüseyin Amca'dan da bahsedeyim. Mahalleye son gelen bakkaldı. Sağdaki binanın alt katındaydı dükkânı. Azıcık kaprisli olduğundan pek ona girmezdik eve en yakın bakkal olduğu halde. Sonra zamanla alıştık birbirimize. 7up soran birisine sevınap yok ama yediup var ister misin diye cevap vermesi düşündükçe gülümsetir bizi.
Azıcık daha ilerleyelim işte çocukluğumun geçtiği ev.
Babamın dallarından düdük yaptığı, annemin üzerine tırmanıp meyvelerini topladığı incir ağacı. Çok yaşlandı, hâlâ minicik bal gibi meyvelerini yoldan geçenlere sunuyor.
Dalların arasından görünen balkondan bitişik komşumuzun çocuklarıyla konuşurduk. ( O dairedeki balkon kapatıldı şimdi) Kapımızın önündeki bir metrekare bile olmayan minicik taşlıkta oynardık bazen. Şenay'la Serkan'ın kulakları çınlasın.
Bitişik komşu denilince aklıma gelen en komik hikâyenin kahramanı ise Bilgiç. Kürşad evlendiğinde o daireyi kiraladılar. Biz anneme gittiğimizde çocuklar Kürşad'ın yatağına yatmaya başladılar dolayısıyla. Bilgiç'in olayı anlatması şu şekildeydi : Anneanneme gidince biz dayımın yatağında yatıyoruz, dayım da yan komşuya gidiyor :D
Ah bu bahçenin dili olsa da anlatsa. Şu merdivenlerin dördüncü basamağından aşağıya atlamak en normal iniş şekliydi. Bir gün saklambaç oynarken sobeleyeceğim derken oradan düşüp dizimi yarmıştım. Aslında bir sene önce top üzeride durmaya çalışırken düşüp de kapının camını kırarken kestiğim üç dikişli dizimi yine açmıştım da denilebilir. Babam, kızım fermuar takalım istersen demişti :D
Hah işte dizimle camını kırdığım kapıya da geldik. Sol alttaki cam hâlâ üstte yama yapılmış şekilde durur. Hahaha, yalnız tam şu anda aydınlanma yaşadım. Cam bütün olarak değişse pahalı olacaktı herhalde ki kırılan kısmının üstüne cam yapıştırılmıştı :)
Eveet sabahları yürüyüş yaptığım parktan geri dönelim artık.
Fotoğrafını çekmemişim ama onca bakkal amcanın arasında Yusuf Amca'dan da bahsetmeden geçmemeliyim. Senelerce alış veriş yaptığımız bakkalımız. Oğullarından biri benim sınıf arkadaşımdı biri babamın öğrencisiydi. Biri de senelerdir her elektrik işimize koşar sağ olsun.
Bakkal deyince tabii ki Kürşad'ın hikâyesini anlatmak zorundayım. Kürşad beş yaşlarında falan herhalde. Annem ona para verip ekmek almaya göndermiş. Bizimkisi elinde çikolatayla dönmüş, ekmek yok. Annem ben seni ekmek almaya göndermiştim diyerek geri yollamış, çikolayı verip ekmeği alsın diyerek. Okuldan döndüğümde bana anlattı olayı. Hüzünlendim haline. Neyse çikolata aldık ona bir tane falan. Akşama babama anlattık olayı. Babam da Kürşad'la konuşmaya başladı.
-Oğlum ne oldu sen ekmek yerine çikolata aldın da geri mi götürdün sonra?
-Yanlışlıkla almışım, unutmuş da yemişim.
-???
Konuşmanın sonunda o pek hüzünlenip verdiğim çikolatanın bizimkinin yediği ikinci çikolata olduğu açığa çıktı :D Bakkala geri dönerken yemiş çikolatayı, bakkaldan parasını vermeden ekmeği alıp gelmiş :D
Bu yokuş bizim yokuşun paraleli. Hatta şimdi çıkıp sokağın fotoğrafını çekeceğim, zira demin bahçeydi kapıydı derken unutmuşum.
Bu yol yapıldığında bize ne devasa gelmişti. Şimdi araba park yeri yapılıp durduğundan iyice daraldı. Bu iyi hali, kafeler açıkken iki sıra araba park ediliyor.
Yine bu yokuş Kürşad'ın bisikletini alıp da bir bineyim dediğim gün freninin bozuk olduğunu öğrendiğim yokuş. Tam fotoğrafı çektiğim yerdeki parkın korkuluklarına girmiştim. Neyse ki yoldan araba geçmiyordu. Elimdeki iz de o günden kalmadır.
İşte çocukluğumun sokağı. Ama bu ucu değil. Diğer ucu çocukluğumun sokağı, bu uçla 95 yılı sonrası Üsküdar'a minibüs seferleri başladıktan sonra tanıştım. Ondan önce küçükken zaten dört evden ötesine gitmem yasaktı. Ben de uslu bi çocuktum, bi kere bile geçmemişim. Valla.
Eveet yokuştan inerken bisikletler çarptığım alan ve Cami Durağı'nın yerini birlikte görebiliriz. Ve mahallemizin zarif camiini :)
Gelelim caddenin sonuna. Sağdan yukarı çıkan dik yokuş arnavut kaldırımıydı, yeşilliklerin arasında ahşap bir köşk vardı. Bahçesinde pikniğe gitmiştik bir kaç kere.
Soldaki yol, topraktı, mandıra vardı orada.
180 derece döndüğümüzde de bu yokuşa bakıyoruz. Çiçekçinin olduğu sokaktan okula götürüyordum çocukları. Bu cadde normal şartlarda çok kalabalık olduğundan ve aşağı inenler de yukarı çıkanlar da durmaya niyetli olmadıklarından karşıdan karşıya geçmek ustalık istiyordu. Bir senesinde sabahları birini götürüp, öğlen onu alıp diğerini bırakıp, akşama da almaya gittiğimden günüm hep burada geçmişti :D
Eveet, işte bizim sokağa da geldik.
Umarım çok sıkılmamışsınızdır okurken. Hiç aklımda yokken nerelere gitmiş oldum. Sokakların fotoğrafları ve anılarım burada dursun.
Küçüklüğümün güzel insanları, bakkal amcalar, öğretmenlerim, komşu teyzeler, sokakta atlı arabasıyla geçen zerzevatçı, kendine özgü gaydasını söylerek dolaşan mısırcı (kışları da simitçi), sadece kaymaklı ve çikolatalı çeşidi olan bisikletli dondurmacı, pamuk helvacı, omzundaki sopadan asılı tepsileriyle yoğurtçu, güğümleriyle sütçü, düdüğünü öttürüp dolaşan bekçi, gecelerin ortasındaki ses bozacı, kasap amca, minik kırtasiye dükkânı, belime kadar saçlarımı kısacık kesen kuaför. Yaşayanlara Allah uzun ömürler versin, ölenlere rahmet eylesin. Teşekkür ederim çocukluk anılarımın sıcaklığında yer aldığınız için.
Annemler bu mahalleye taşındıklarında ben henüz 2 yaşında bile değilmişim. Babacığım verem olmuş, taa Giresun'dan İstanbul'a ve bu mahalleye sanatoryumda tedavi olmak için gelmiş. O zamanlar Öğretmenler Hastanesi'ydi. Sonra Üsküdar Devlet Hastanesi'ne bağlandı (Ki o da eskiden Polis Hastanesi'ydi). Şimdi Haydarpaşa 'ya bağlı poliklinikler var. Artık sanatoryum değil. Şu an oturduğum site hastanenin bostanıymış. Temiz havada güneşlenip, taze yemeklerler besleniyorlarmış. Ben ilkokula giderken de yine bu sitenin olduğu yerde pikniğe gelirdik. Mahalle sadece müstakil evlerden mütevvelitti. Bir de bir kaç apartman olan sokak vardı. Bu iki üç katlı apartmanların çevresi hep papatya tarlası, çimenlik, boş arsaydı.
2 yaşımdan evlendiğim 27 yaşıma kadar burada yaşadım. Kırk yaşımda İstanbul'a geri döndüğümde kader bizi yine buraya sürükledi. On senedir kürkçü dükkanımdayım :)
Bu yol benim okul yolumdu. Metehan'la Bilgehan'ın okulu da oldu orası sonra. Ne ilginç.
Sokaktaki evler artık daha çok işyeri olarak kullanılsalar da arada oturulanlar da var.
Bugünlerde mahalle 30 yıl önceki hallerine döndü diyebilirim. Kafe ve restoranlar kapanınca ( Ki elli tane falan vardır, abartmıyorum) sokaklar sakinledi, boşaldı, bana da nostalji yapmak kaldı.
Bu merdivenden Mustafa Amca'nın bakkalına giderdim. Bu merdivenler mahallenin her yerinde var. Birbirine paralel sokakların arası merdivenlerle bağlanmış. Komik olan ne biliyor musunuz, benim bu karakteristik güzelliği kırkımdan sonra fark etmem. Merdivenler öyle doğaldı ki hayatımızda, filmlerde görsem ne güzel diyeceğim yerler olduğunu hiç düşünmemişim.
Sokağımızdaki benden küçük çocukları sıraya dizip okula götürürdüm bu sokaklardan. Sonra da Kürşad'ı bırakıp aldım yıllarca.İşe bak ki aynı sokaklardan olmasa da dört sene daha kendi çocuklarımı götürüp getirdim :)
Evler biraz daha büyütülmüş, sokaklardaki arabalar artmış ama mahalle hâlâ İstanbul'daki en kurtarılmış bölgelerden biri sanırım.
Bu merdivenin iki yanı kurtbağrı doluydu ben küçükken. Dut ağaçları meyve verdiğinde kurtbağırları da çiçek açmış olurdu. Benim için o iki koku birbirine karışmıştır ve yaz tatili yaklaştı demektir.
Bu sokakta beni köpek kovalamıştı. O en uçtan buraya kadar kaçmıştım. Derken bir baktım boynumda atkım yok. Durmamla köpek de durdu. Atkım köpeğin üzerine düşmüş. Çığlık atıp atkımı kapmamla köpeğin dönüp kaçması bir olmuştu. (Ceren yav, bi kişilik analizi yap bana şu olaydan çıkarak, ben çözemedim kendimi :D)
Bu ağaçların altı bizim otobüs durağımızdı. Şu gördüğünüz binalar ve park falan yoktu. Oralar boş arsaydı. Tam ortalarında Ali Amca'nın bakkalı vardı. Okul dönüşü oradan geçerken toprağın çatlaklarından aşağıdaki kanalizasyon görülürdü. Biz de onun başında otururduk. Niye? Haha ne bileyim, niye yapmayalım ki :D
Otobüs bu yoldan gelirdi. Yolun en ilerisinde Cami Durağı vardı. Bizimkinden bir o kadar ileride de Köşe Durağı. Biz Bakkal Durağı 'ydık. Bit kadar mahalleden geçen üç otobüs vardı. Şimdi bir tane içinden geçen yok. Abuk subuk minübüslere kaldık.
Bu caddenin bir özelliği daha vardı ki her yağmurda dere olurdu. Zira iki tepe arasında dere yatağıymış zaten. İlkokula giderken bazen geçemez mahsur kalırdık, araba da pek yoktu zaten. Üniversiteye giderken bir yaz günü yine sel basmıştı. Biz Any ile buluşup adaya denize gidecektik. Yağmura rağmen gitmekten vazgeçmediydik tabi. Bir baktım otobüs geliyor, ayağımdan spor ayakkabıları çıkartıp çıplak ayak suların içinden karşıya geçip otobüse yetişmiştim. İçeridekilerin garip bakışları altında çıplak ayakla girip, koltukta ayakkabımı giydiğim o gün baştan sona komik olaylarla doluydu. (Bknz)
İşte bizim Ali Amca'nın dükkânının olduğu yer, ben üniversiteyi kazandığım sene park yapıldı. Ali Amca vefat ettikten sonra dükkânı kapanmıştı zaten. Çocukluğumun çamur deryası alanı gençliğimin en keyifli yaz akşamlarının ortamı oldu.
Bizim yokuşa da geldik. Kaçan topumuzun peşinden az koşmamışızdır. Gelgelelim sokakta iki oto tamircisi ve iki taksi dışında kimsenin arabası yoktu, sokaklar bize aitti, kaçan topun peşinden deli gibi koşulabilirdi.
Bu arada Hüseyin Amca'dan da bahsedeyim. Mahalleye son gelen bakkaldı. Sağdaki binanın alt katındaydı dükkânı. Azıcık kaprisli olduğundan pek ona girmezdik eve en yakın bakkal olduğu halde. Sonra zamanla alıştık birbirimize. 7up soran birisine sevınap yok ama yediup var ister misin diye cevap vermesi düşündükçe gülümsetir bizi.
Azıcık daha ilerleyelim işte çocukluğumun geçtiği ev.
Babamın dallarından düdük yaptığı, annemin üzerine tırmanıp meyvelerini topladığı incir ağacı. Çok yaşlandı, hâlâ minicik bal gibi meyvelerini yoldan geçenlere sunuyor.
Dalların arasından görünen balkondan bitişik komşumuzun çocuklarıyla konuşurduk. ( O dairedeki balkon kapatıldı şimdi) Kapımızın önündeki bir metrekare bile olmayan minicik taşlıkta oynardık bazen. Şenay'la Serkan'ın kulakları çınlasın.
Bitişik komşu denilince aklıma gelen en komik hikâyenin kahramanı ise Bilgiç. Kürşad evlendiğinde o daireyi kiraladılar. Biz anneme gittiğimizde çocuklar Kürşad'ın yatağına yatmaya başladılar dolayısıyla. Bilgiç'in olayı anlatması şu şekildeydi : Anneanneme gidince biz dayımın yatağında yatıyoruz, dayım da yan komşuya gidiyor :D
Ah bu bahçenin dili olsa da anlatsa. Şu merdivenlerin dördüncü basamağından aşağıya atlamak en normal iniş şekliydi. Bir gün saklambaç oynarken sobeleyeceğim derken oradan düşüp dizimi yarmıştım. Aslında bir sene önce top üzeride durmaya çalışırken düşüp de kapının camını kırarken kestiğim üç dikişli dizimi yine açmıştım da denilebilir. Babam, kızım fermuar takalım istersen demişti :D
Eveet sabahları yürüyüş yaptığım parktan geri dönelim artık.
Fotoğrafını çekmemişim ama onca bakkal amcanın arasında Yusuf Amca'dan da bahsetmeden geçmemeliyim. Senelerce alış veriş yaptığımız bakkalımız. Oğullarından biri benim sınıf arkadaşımdı biri babamın öğrencisiydi. Biri de senelerdir her elektrik işimize koşar sağ olsun.
Bakkal deyince tabii ki Kürşad'ın hikâyesini anlatmak zorundayım. Kürşad beş yaşlarında falan herhalde. Annem ona para verip ekmek almaya göndermiş. Bizimkisi elinde çikolatayla dönmüş, ekmek yok. Annem ben seni ekmek almaya göndermiştim diyerek geri yollamış, çikolayı verip ekmeği alsın diyerek. Okuldan döndüğümde bana anlattı olayı. Hüzünlendim haline. Neyse çikolata aldık ona bir tane falan. Akşama babama anlattık olayı. Babam da Kürşad'la konuşmaya başladı.
-Oğlum ne oldu sen ekmek yerine çikolata aldın da geri mi götürdün sonra?
-Yanlışlıkla almışım, unutmuş da yemişim.
-???
Konuşmanın sonunda o pek hüzünlenip verdiğim çikolatanın bizimkinin yediği ikinci çikolata olduğu açığa çıktı :D Bakkala geri dönerken yemiş çikolatayı, bakkaldan parasını vermeden ekmeği alıp gelmiş :D
Bu yokuş bizim yokuşun paraleli. Hatta şimdi çıkıp sokağın fotoğrafını çekeceğim, zira demin bahçeydi kapıydı derken unutmuşum.
Bu yol yapıldığında bize ne devasa gelmişti. Şimdi araba park yeri yapılıp durduğundan iyice daraldı. Bu iyi hali, kafeler açıkken iki sıra araba park ediliyor.
Yine bu yokuş Kürşad'ın bisikletini alıp da bir bineyim dediğim gün freninin bozuk olduğunu öğrendiğim yokuş. Tam fotoğrafı çektiğim yerdeki parkın korkuluklarına girmiştim. Neyse ki yoldan araba geçmiyordu. Elimdeki iz de o günden kalmadır.
İşte çocukluğumun sokağı. Ama bu ucu değil. Diğer ucu çocukluğumun sokağı, bu uçla 95 yılı sonrası Üsküdar'a minibüs seferleri başladıktan sonra tanıştım. Ondan önce küçükken zaten dört evden ötesine gitmem yasaktı. Ben de uslu bi çocuktum, bi kere bile geçmemişim. Valla.
Eveet yokuştan inerken bisikletler çarptığım alan ve Cami Durağı'nın yerini birlikte görebiliriz. Ve mahallemizin zarif camiini :)
Gelelim caddenin sonuna. Sağdan yukarı çıkan dik yokuş arnavut kaldırımıydı, yeşilliklerin arasında ahşap bir köşk vardı. Bahçesinde pikniğe gitmiştik bir kaç kere.
Soldaki yol, topraktı, mandıra vardı orada.
180 derece döndüğümüzde de bu yokuşa bakıyoruz. Çiçekçinin olduğu sokaktan okula götürüyordum çocukları. Bu cadde normal şartlarda çok kalabalık olduğundan ve aşağı inenler de yukarı çıkanlar da durmaya niyetli olmadıklarından karşıdan karşıya geçmek ustalık istiyordu. Bir senesinde sabahları birini götürüp, öğlen onu alıp diğerini bırakıp, akşama da almaya gittiğimden günüm hep burada geçmişti :D
Eveet, işte bizim sokağa da geldik.
Umarım çok sıkılmamışsınızdır okurken. Hiç aklımda yokken nerelere gitmiş oldum. Sokakların fotoğrafları ve anılarım burada dursun.
Küçüklüğümün güzel insanları, bakkal amcalar, öğretmenlerim, komşu teyzeler, sokakta atlı arabasıyla geçen zerzevatçı, kendine özgü gaydasını söylerek dolaşan mısırcı (kışları da simitçi), sadece kaymaklı ve çikolatalı çeşidi olan bisikletli dondurmacı, pamuk helvacı, omzundaki sopadan asılı tepsileriyle yoğurtçu, güğümleriyle sütçü, düdüğünü öttürüp dolaşan bekçi, gecelerin ortasındaki ses bozacı, kasap amca, minik kırtasiye dükkânı, belime kadar saçlarımı kısacık kesen kuaför. Yaşayanlara Allah uzun ömürler versin, ölenlere rahmet eylesin. Teşekkür ederim çocukluk anılarımın sıcaklığında yer aldığınız için.
- Nisan 30, 2020
- 20 Yorum