Sanırım on iki kadar eski Erzurum evinin birleştirilmesiyle yapılmış bir yer. Lokanta bir nevi ama tam bir müze aslında. İçeride bir şey yiyip içecekseniz giriş bedava, eğer sırf gezmek için giriyorsanız iki lira..
Her yer nostaljik eşyalarla dolu, nereye bakacağını şaşırıyor insan.
Bazen yazacak şey bulamam şimdi de neyi yazacağımı seçemiyorum:-)
Dün akşam nihayet Süreyya Operası'na bale izlemeye gittik. Gökkuşağı Balesi. Tek perdelik üç farklı oyundan oluşuyordu. İlki Broadway müzikalleri havasında pek romantikti. İkincisinin müziği bir müddet sonra sinirlerimi altüst etti. Dansa odaklanmakta zorlandım. Üçüncüsü esprili ve eğlenceliydi ve hiç balerin içermiyordu:-)
Güzel bir kaçamak oldu diyebilirim.
Bugün, gitmemiz yılan hikâyesine dönen, İstanbul Modern'e gitsek mi diyordum ama perşembeleri bedavaymış, haftaya perşembeye plânladım ben de.
Biz Bilgiç'le ilaçlanıp dururken sağlam gözüken Metos da otururken ağrı hissetmeye başlamış, bugün doktor sırası onda gözüküyor. Nazar boncuğu mu assam bloğa bilemedim ha:-)
Yarın için plânlarım var. Bir an evvel Erzurum fotoğraflarımı yayımlamalıyım, yenilerine yer açılsın..
Hikâyemi yazmaya çalışıyorum ama bütün erkeklerim evde olunca kafamı toparlayamamaktayım. Teşekkür ederim motive edici bütün yorumlara:-)
Hava güzel, çamaşır mı yıkasam ne.. Üff, ütüyü de yeni bitirmiştim.
Hepinize günaydın:-)
Unutmayın, bugün yaşasın cuma:-)
Yeni yerler, yeni maceralara yolcu harika bir haftasonuna açılsın sabahınız:-)
Erzurum deyince ilk aklınıza ne geliyor ? Benim Erzurum Kongresi :)
Kongre binası ile başladık gezimize. Gerçi kapalıymış ama içerideki görevliler kısa bir tur atmamıza izin verdiler.
Kilitli kapısının camından toplantının yapıldığı sınıfa bakarken ne kadar küçük gözüktü gözüme.. Kongre denilince dev bir salon düşünmüşüm hep sanırım..
Küçücük bir sınıftan da dev gibi işler başarılıyor demek ki :)
İkinci durağımız Atatürk Evi.. Güzel mi güzel bir bina..
Şehre 1930 larda gelesim geldi :)
Ne mutlu Türküm diyene..
Bu bir şarkının notaları ve sözleri :) Notalarla haşır neşir birisi olarak pek ilginç geldi.
Bu da zamanın baskı makinası..
Yurdun kurtuluşu için mücadele başlıyor..
Yurdun kurtuluşu için mücadele edenler, teşekkürler hepinize.. Ve teşekkürler Atam, böyle bir mucizeyi gerçekleştirdiğin için..
Bu saat oldu Bilgiç hâlâ uyuyor, ben de yeni kalktım:-)
İki gündür karşı yakaya geçiyoruz. Evelsi gün Mall of İstanbul' a gittik, bilim tüneli şeysi için. Hem de eğlence parkına da uğradık o ara. Bilim tüneli biraz sıkıcıydı bana göre ama Bilgiç rehber ablalar abiler eşliğinde orası kapanana kadar gezdi. Ben daha interaktif bir şey sanmıştım, ışıklı panolara yazılmış konular ve fotoğraflarla dolu bir alanda geziyorsun bilgilendirilerek. Öğrenci 10 tam 20 TL . Gidilip bakılabilir:-)
Aynı yolu dün de Can'ın ağabeyinin yaşgünü olduğundan gittik. Ama akşam trafiğine kaldığımızdan gitmesi üç saat sürdü. Neyse Metehan'ın telefonunu arabaya bağlayıp uzuuun bir konser eşliğinde giderken olayı az hasarla atlattık. Dönüşte gece bire kadar bekleyip yola düşünce kırk beş dakikada aynı yolu katettik.
Bugün kimse beni evden çıkartmasın, ütü yapıp film seyretmek istiyorum:-)
İyileştik mi gidebilecek miyiz derken vurduk kendimizi yollara.
Uçağa binerken reklâm levhalarında şehirleri gören bir çocuğun " Efes Türkiye'de mi?" sorusuna diğer çocuğun kendinden emin ve tok bir sesle " Haayıır" deyişini düşündükçe gülüyorum:-)
Öğleden sonra Palandöken'de Dedeman Otel'e yerleşip kayak takımlarımızı kiralamıştık bile. Şehir zaten çok yüksek olduğundan hiç dağa çıkıyor gibi hissetmiyor insan. Havaalanından otele yarım saat sürmedi varmak:-) Yine de şehir sisler içindeyken biz yukarda günlük güneşlik bir ortama düştük.
İlk sabah giyinip kuşanan ekip acaba kaymayı hatırlıyor muyum şüphesi ve burada yollar nasıldır ki kaygısı ile yola koyuldu:-)
Bu Can var ya bu Can, hepimizi kendisi gibi yetenekli sanıp bıddırı bıddırı iki rahat bırakmadı . Aslında kameraya da söylenmiştim ama sesimi almamış hain ...
Neyse, yıl boyunca kullanmadığım kaslarımı kullanıp benim ne işim var ki burada sorularıyla söylene söylene geçti ilk gün. Hayır öyle bir şey ki hem azap çekip hem de mutlu oluyorsunuz. Ayaklarınızdaki cendere şeklindeki botlar bir milim sıkı olsa tam bir cehennem, bir milim bol olsa kayaklar kontrol edilemiyor. Hele çocuğun ayaklarım acıdı dediğinde tam bir kaos, şimdiiiii yavrucum, ne kadar acıyor, az mı çok mu? Hepimizin acıyor zaten , seninki farklı bir acı mı bilemiyorum ki ben ...
Üç saat kaydıktan sonra pestili çıkan ekip kendisini öğle yemeğini müteakip odasına atıp akşam çayına kadar yatarak ancak kendisine geldikten sonra akşam manzarasının tadını çıkartarak büyük ihtimal sabah kahvaltıda yenmeyen poğaça ve kurabiyelerle çayını içip saat dört gibi kararan havanın ardından uzuuun gecede yapacak şey arayışına girdi.( Hayır cümleyi bir daha okuyup düzeltmeyi reddediyorum:-) Jetonlu oyunlar, bilardo ve iskâmbil destesi imdadına yetişti. Gecenin eğlencesi ailece oynanan pis yedili oldu.
İkinci gün düşüp parmağını sakatlayan evin annesi kendisini fotoğraf çekimine verirken üçüncü gün düşüp kolunu sakatlayan Bilgiç de ona katıldı. Anne oğul birinin sağ birinin sol tarafı sakat birlikte voltranı oluşturup durumu idare ettiler :-)
Son gün erkekleri toparlayıp şehre inmeyi ikna etmesi biraz zor oldu ama bir yere gidip de müze falan gezmeden döneceğimi beklemiyorlardı tabii:-)
Dün sabahın dördünde kalkıp kat kat giyindiğimiz halde uçağa binene kadar geçen iki dakikada burnumuzu donduran bir soğukta üşüdük, uzun bekleyişler sonunda nihayet saat üç gibi İstanbul'a vardığımızda buharlaşıyorduk sıcaktan:-)
İki saatte gittiğimiz yerden on iki saatte dönmeyi başarsak da buradayız anacım:-)
Benim parmağım, Bilgiç'in kolu sakatlandığından ilk olarak hastane ziyaretiyle açtık eve dönüşümüzü, neyse önemli bir şey yokmuş:-)
Evimi özlemişim.
Kendime geleyim size Erzurum turu yaptıracağım , şimdi yılın başka zamanlarında hiç kullanmadığım kaslarımın isyanları izin verirse çantaları boşaltacağım:-)
Hepinize günaydın.
Yorumları açtım, blog havalansın, cereyan yapalım biraz , günaydınları alayım:-) Pazar sabahı benim kadar erken kalkan kim varsa artık:-)
Çantalar hazır. İlaçlar da:-) Sabah yola çıkacağız gibi gözüküyor şimdilik.
Ben yokken hikâyemin yazdığım kadarını yayımlayacağım, boş kalmasın buralar diye:-) ( Pek bir şey de yazamadım ya koşturmaktan) Bol bol bayıldım işaretleyin ki devam edeyim döndüğümde:-)
Yorumları sabah kapatıyorum, cereyan yapmasın, dönünce açarım. (Abuk sitelerden reklâm yorumlarına gıcık kapmaktayım bu sıralar da.)
Umarım keyifle gider döneriz, bol anı ve fotoğrafla.
Dün yıkamış olduğum çamaşırları ütülerken ne seyretsem acaba? Kendime bir ütü filmi bulmalıyım.
Seyahat çantalarını hazırlayacağım. Yok Can hâlâ tam düzelmedi, iğne vurulmaya devam ediyor ama benim huyumdur, son ana kadar gidecekmişim gibi davranırım. Belli mi olur:-)
Yapbozum ağır aksak devam ediyor. Kadının yüzü bile öylesine belirsiz ki .. Neyse ki dikine fırça darbeleri var da parçalar yatay mı dikey mi anlayabiliyorum.
Yapbozla uğraşırken kitabıma zaman ayıramadım hiç.
Sabah yürüyüşe çıktım ama burnum akıyor gibi sanki. Ben de hasta olmayayım diye günlerdir yediğim şeylerin miktarına inanamazsınız.
Uykum var.
Saçlarımı boyatmam lâzım.
Falan filan..
İşte böyle bir pazar sabahından günaydın hepinize.
Hepinize günaydın, rengârenk bir güne açılsın sabahınız :)
Not: Yazmalar çok güzel değil mi? Bunları üçgen şeklinde ikiye keserek yapıyor yengem, kullanması çok pratik oluyor, renkleri de insanın içini açıyor :)
Can'ın öksürüğü artınca bugün doktora gitti. Zatürre başlamış, doktor iğne ilaç takviyesi yapmış. ( Güya iş yerinin doktoruna görünmüştü geçen hafta, neyse)
Yok bunu işaret olarak algılamıyorum, negatifleri görmezden geliyoruz:-)
Doktorla aralarında geçen muhabbet sonunda aynı zamanda , aynı yerde , aynı otelde kalacağımız çıkmış ortaya..
Ha ha ha, doktor işini de hallettik, bu tatil tamamdır arkadaşlar :-)
Tamam, Bilgiç tam kendine gelirken Can dün gece öksürmekten uyuyamamış Metos da sabah boğazım iyi değil diyerek kalkmış olabilir.
Tamam sen de zaten günlerdir sınırlarda gezip, hasta olsamm mıı, olmasamm mıı bir bünyeyle idare etmeye çalışıyor olabilirsin.
Tamam, pazartesi gününe otel rezervasyonu yapılmış, memleketimin hiç görmediğim bir köşesine gitme heyecanıyla yanıp tutuşuyor olabilir, ama bunca hastalık yüzünden yatırdığın kapora da yanarak oturduğun yerde oturabilirsin..
Ne olmuş yani?
Başka zaman gidersin.
Gerilip durmana gerek yok.
Sakin ol...
En kötü ihtimalle oturup evde tenis turnuvası izlersiniz hep birlikte... İpuçlarından katilin kim olduğunu bulur, tabu kelimeleri söylemeden derdinizi anlatırsınız veya..
Bak şimdi yanına oturan oğluşun merak etme ateşim yok dedi.
Öncelikle mesajım evrene, gayet de sağlıklıyız, turp gibiyiz, herkes harika , tamam mı :-)
Evet gelelim listemize.
1- En başa senelerdir listeye alıp da hiç gidemediğimiz İstanbul Modern'i koymaya karar verdik çocuklarla. Artık bu sene başaralım:-)
2- Evde magic kart turnuvası tabii ki olmazsa olmazlar arasında. ( Bu ne ki diyenler şuraya:-) Daha önce de söylemistim, yine tekrar ediyorum, bu gibi kart oyunları ( YuGiOh da meselâ) strateji ve zekâ gerektiriyor. Adı kart oyunu diye küçümsemeyelim, biz de öğrenip oynayalım çocuklarımızla. Hele ingilizce olursa dil gelişimine de fayda çok. Zira oyun için öğrenmeye çalışırken daha akılda kalıcı oluyor. Hatta şöyle diyeyim, Beşiktaş'ta Pegasus'a gidin ( Şuradan öğrenin yerini:-) , harika kocaman dükkanları ve sizinle ilgilenip kartları ve oyunu tanıtabilecek elemanları var. Hımm, aslında biz de gitsek çocuklarla, bayılırlar eminim:-)
3- Mall of İstanbul'da Bilim Tüneli diye bir şey varmış. Bilgiç hasta olmasa dün okuluyla gidecekti ama artık ailece gideriz . ( Meraklıları şuraya:-)
4- Bu seneki mutfak hedefimiz ( Geçen sene sıcak çikolata yapmıştık, bir senesinde ketçap ) cheesecake. Mutfakta oğluşlarla olmaya bayılıyorum:-)
5-Basın Müzesi taa yaz tatilinden beri aklımda. Onu da listeye ekledik. ( Şurada)
6- Tabii ki bol patlamış mısırlı evde sinema keyfi yapılmalı:-)
7- Gayrettepe Metro İstasyonu'nda Karanlıkta Diyalog diye bir yer varmış. Hımm, biraz ürkütücü ama denemeyi düşünüyoruz. ( Yok korku tüneli değil görme engelli rehberler eşliğinde zifiri karanlıkta görmeden bir buçuk saat tur atıyorsun. Tamam benim anlattığımdan bir şey anlamadıysan, şuraya alayım:-)
8-Gökkuşağı Balesi'ne bilet almayı başardım. Bir gece Süreyya'dayız:-)
9- Legolarla bir şehir kurabilecek miyiz acaba:-) Evde o kadar çok lego var ki, aslında onları tiplerine ve renklerine göre ayırmak gerekiyor ama bu iş bir yaz tatilinin tamamını bile alabileceğinden, şimdilik fazla ayrıntıya girmeden bir şey yapabiliriz.
10- Vialand'e de gidebiliriz belki. Babamız da izinli olacağından eğlenceli olabilir.
( Mall of İstanbul'da da eğlence parkı varmış, orada uzun uzun eğlendik, buraya gitmeye gerek kalmadı:-)
Evet sanırım bu kadar yeter. Arada patates çuvalı gibi yatacağımız zamanlar da kalsın ki tatilde olduğumuzu anlayalım:-)
Sabah altıya çeyrek kala Bilgiç'in ateşi yükselince yine,üstündekileri çıkarttım, kolonya, ıslak bez uygulaması yaptım, kahvaltısını şimdiden yaptırıp bir hap vereyim dedim. Tostunu hazırlamadan saatin alarmını kapatayım diye gittiğimde bir baktım saat beş:-) Nasıl yani? Uyku sersemi kolumdaki saatin ileri olduğunü unutmuşum meğer. İyi Metehan'ı da uyandırmadım o saatte:-)
Neyse, sabahın beşinde apartmandaki tost kokusunun sebebi benim:-)
Beş buçuktaki bulaşık sesinin de . Ama napalım gecenin onikisinde sinir bozucu piyano antremanlarını dinlemek zorunda kalan da benim, kimse kusura bakmasın.
İlacı alan Bilgiç uyumaya başlayınca - ki bu arada abiyi de uyandırmayalım diye salona taşınmıştık- ikili koltukta iki büklüm yarım saat daha kestirdim.
Sabah dejavu şeklinde yeniden tost, çay, kahvaltı. Ateşi düşen oğluşu vitamin takviyesi ile okula gönderme.
Tam o sırada elektrik kesilmesin mi... Ama ama, benim evim süpürülecek, akşam çocuklar cips yedilerdi hep, sonra yemeğim fırına sürülecek.. Hay ben senin Murphy...
Neyse fazla sinirlenmeden gidip yattım. He canım gece salonda kendime uzanacak kadar yer açmak için kaldırdıklarım dışında ütülenmiş çamaşırlar her yerde, mutfakta daha bir b plânı gerekiyor ve ben gidip yattım. Her zaman derim, misafir karşısında zombi gibi durmanın bir alemi yok..
Kalktım, Bilgiç'i okuldan almaya gittim. Şansıma da hep evde olan babamız iki gündür olmadığından abuk yerdeki okula iki gündür taksi ile gidip gelmekten bi hal oldum..
Eve döndüm ve saat onbire gelirken motorları çalıştırdım...
Elektriğin öğlene kadar gelmeyeceğini öğrendim apartmanın kapısındaki nota baktığımda.. Fırında beşamel soslu et hemen et ve patates kızartmasına döndü. Güllaç soğusun diye buzdolabı yerine balkona atıldı. Sonraki iki saat hakkında hatırladığım başka bir şey yok.
Haa, bu arada karın ağrım da başlamasın mı. Bingo:-)
İşte böyle, şu an ayaklarımı uzattım. Bilgiç de yanımda akıl oyunları dergisine bakıyor. Ateş hafif hafif otuzsekizi aşmaya başladı yine. Kırka ulaşmadan düşer bu sefer umarım.
Yarın sabah bir sınavı daha sınavı var. Bu hafta dersler de yığılmıştı ama şimdi geremeyeceğim kendimi.
Haftaya, haftaya bu zamanlarda huzurlu ve tembel bir şekilde keyif yapıyor olmanın hayalini kuruyorum yalnızca. Onu da pek kurmamaya çalışıyorum gerçi, hayal kurmaya gelmiyor anacım.
Bu arada, hepinize güzel dilekleriniz için teşekkürler. Kocaman öpücükler.
Vakit geceyarısına az kala nihayet Bilgiç'in ateşi düştü..Günlerdir geceleri ilaçla ateş düşürüp gündüz vitamin takviyesiyle okula gönderiyorum. Geçen hafta olamadıkları tüm sınavlar bu haftaya yığılmış durumda çünkü.
Vakit gece yarısına az kala, nihayet ütü bitti. Hiçbirisini yerleştirecek halim yok, gözlerim kapanıyor.
Vakit gece yarısına az kala, mutfak dandini. Yarın öğlen yemeğe misafirim var. Okuldan oğluş al, doktora götür, aa hava yine açtı bir makina çamaşır daha yıka, evi süpür derken akşam olmuş bile. Neyse ana yemek hemen hemen hazır, zeytinyağlı da pişti. Sabaha devamına bakarız artık.
Vakit gece yarısına daha az kala, yapbozun yüz parçası ancak konabilmiş, ona bakacağım derken kitap okunmadan duruyor. Ütüden dolayı her yer tozlanmış. Bir de belim ağrıyor.
Güya kafamı dinleyeceğim bir hafta olacaktı bu....
Neyse, bir daha ateşini ölçüp, terlemiş mi yine diye baktıktan sonra gidip yatarsam. Sabaha kadar yenilenirim ben...
Gece yarısı olmuş tam...
İyi geceler dünya.. Sabaha her şey çok güzel olacak...
Ama bizimkiler delikanlı oldu, tatil aktivitelerimizi kendimiz oluşturacağız ihtimal. Yine de İstanbul ahalisine, yıllık geleneksel haberlerimi vereyim:-)
1# Sakıp Sabancı Müzesi'nin şubat tatili programı şurada.
2# Turvak Sinema Tiyatro Müzesi çocuklar için kuşağı programı şurada.
3# Caddebostan Kültür Merkezi çocuk şenliği tiyatro programı şurada.
Tanımadığı birine iyi ki doğdunlarını esirgemeyen herkese teşekkür ederim. Sizler de iyi ki doğdunuz:)
Ayrıca,
Beni kendi yaptığı hiçbir şeyin dışında bırakmayan,
öğrendiği her şeyi mutlaka bana da öğreten,
üzüldüğümde bana hiç kıyamayan ve teselli eden, sıcacık kucaklayan,
yurt dışından arkadaşının ona verdiği (o zaman Türkiye'de olmayan) iki cola jelibonun bile birini kardeşi ile paylaşmak için eve getiren,
bana hiç bitmesin istediğim sulu ezilmiş pötibörlerden yapan:),
sınav öncesinde bağrış çığrış tembel kardeşini çalıştıran,
benimle çadır kurup evcilik oynayan,
kağıtlardan yollar ve şehirler yapan,
kırtasiyeye götürüp bana mini ıvır zıvır satın alarak gülümseten,
walkanle tek bir kelime bile konuşmadığımız halde kardeş kardeş gezinmenin keyfini çıkardığım,
müzik zevkimin mimarı,
Klax, Tetris, Lands of Lore ve hiç başaramadığımız adventure oyunlarında, bir numaralı yoldaşım
goblinlerden her düşen short sword'u itina ile markette satıp 6 copper Piece cebimize indiren,
beni okuluna götüren, kral mezeden harika sandviçler alan,
ben inanılmaz rahatsız tahta koltukta, o inanılmaz rahatsız zeminde; benimle 100'lerce video filmini büyük keyifle, gayet konfor içerisinde (nasılsa) izleyen,
Seninle ilk tanışmamız şu şekilde olmuş :) Yüzümdeki gülümsememin sırrını tam çözemedim şimdi ama o zamanki mutluluğumu hatırlıyorum... Bir küçük prens gelmişti aramıza ve ben de onun ablasıydım :)
Annemin saçına yapışmışsın belli :)
Bebek arabasından dünyayı keşfediyorsun.
Saçların uzamış, şekerlik had safhada :) Çok severim bu pozumuzu.
Canımın içi, ablasının bir tanesi .. İyi ki kardeş istiyorum diye tutturmuşum..
Kar tatili iyi hoştu da ben en çok neye üzülüyorum biliyor musunuz?
Bu çocuklar bizim gibi karda bata çıka okula gitme keyfini yaşayamıyorlar. Okulun bahçesindeki çılgın kartopu savaşlarını. En ciddi öğretmenin bile yüzünde beliren çocuksu neşeyi, peşinden dersler tatil edilince kahkahalarla eve dönmeyi...
İşin komiği sınıf mevcudu tam olurdu hep, aman nasıl olsa tatil edilir diye evde oturmazdı hiçkimse:-)
Şimdiki gibi kıyafetler, ayakkabılar da yok tabi. En iyi botlar bile suyu çekmiş, ayaklar ıslak, eldivenler tabii örgüden, sırılsıklam,buz gibi, burnumuzu çeke çeke eve geri döndüğümüzde üşümemiş olurduk..
İçimi sımsıcak yapan, koskocaman yüreği olan bir anne, güzeller güzeli, tam bir hanımefendi, kitap kurdu, yapboz pîri, bir iki dizeye dünyaları sığdıran şair,
Bir hikâye yazmaya başladım, bırakırsam kaçıp gidecek yazma duygum diye korkuyorum... Ah nasıl özlemişim hayal dünyamda dolaşıp satırlara dökmeyi içimdekileri...
Sonradan eklenen not: Sıkı destek aldım valla, ha ha ha:-)
Daha üç yaşında ağabey olan oğluşum tabii ki biz ne yaparsak, ne kadar ilgilenirsek ilgilenelim kıskanıyordu kardeşini. Evde falan iyi de , Bilgiç'in bir yaşlarında en şeker haliyle bebek arabasında oturduğu zamanlarda dışarı çıktığımızda çok zorlanıyorduk. Herkes bebeğe bakıyordu, benim tatlılar tatlısı ağabey oğluşumu gören yoktu.
Hiç unutmam, bir gün markette birileri bebeğe doğru eğilince Metos hemen arabanın önüne geçti, kollarını açıp "Benden izin almadan sevemezsiniz!" dedi. Onu görenler durdular ve sordular: "Aaa, öyle mi, peki o zaman izin verir misin, sevebilir miyiz bebeği?"
'Hayır!"
Ha ha ha, hâlâ anlatır güleriz:-)
Siz siz olun bir bebeğin yanında ablası ağabeyi falan varsa onunla ilgilenin daha çok. Ve bir de yeni doğan bebeğe giderken büyüklere de abla olma-abi olma hediyesi diyerek minik bir şeyler götürün ki kendisini iyi hissetsin:-)
Tamam bu havada Kadıköy'e ineceğim diye tutturan pek fazla kişi olmayabilir. Ama dükkânın birinde kuzenime rastlayarak kanımızda bir eskimoluk olduğunu kanıtlamış oluyorum bence:-)
Hem biliyor musunuz, dört seneyi geride bıraktıktan sonra nihayet Süreyya Operası'ndan bir bilet alabildim... Evelsi gün, evdeki programa bakıp yarıyıl tatiline bir bilet alacağım muhakkak diyerek seçtiğim oyunların ardından Metos edebiyat öğretmeni tatilde opera veya bale izleme ödevi verdi deyince bu bir işarettir artık diyerek kar kış kıyamet demeden gişeye koştum. Netekim oyunlara yer kolay kolay bulunmuyor:-)
Ayrıcanaaa, kar çizmesi de beni bekliyormuş mağazada, arada onu da kaptım. Tatilde Can da izin alabildi, plânlarımız var:-)
Kasap, peynir derken eve geri döndüm. Henüz yerlerde kar yok ama ara ara dolu gibi yağıp çatılar beyazlıyor ardından hemen eriyor. Kar da ne yapsın, şehrin bunca sıcağıyla baş etmesi zor tabi.
Neyse, kıymadan Metehan'a sandviç yapacak şekilde köfteler hazırlayıp buzluğa atmayı da tamamladıktan sonra artık battaniyeme kıvrılabilirim sanırım. Kitabım da var. Daha ne olsun:-)