Can önümüzdeki günlerde Fransa'ya gidecek. Geçen akşam Fransızca söyleyebileceğimiz şeyleri sıraladık birlikte. O üniversiteye ben yüksek lisansa kadar fransızca görmüşüz ama pek acınası bir haldeydik.
Adımızı, yaşımızı ve milliyetimizi söylüyoruz burası tamam. Orta bir fransızca kitabında ezberlettikleri diyalogdan "Ou est Metin?" i hemen hatırladığımız için bilimum şeyin nerede olduğunu da sorabiliriz. Ben 100 e kadar sayabiliyorum ama Can o konuda 10 da kalmış :)
Bunlar dışında söyleyebileceğimiz cümleler:
Si tu savais combien je t'aime
Voulez vous coucher avec moi ce soir
Tabi bunları herhangi bir yerde söylerse vururum :)
Michelle, ma belle. Sont des mots qui vont très bien ensemble, Très bien ensemble.
Eeee, Michelle ma belle yerine başka birşey konularak bir şeyler yapılabilir mi, düşünme aşamasındayız :)
Si la vie est cadeau
Entellektüel konuşmalar için saklıyoruz.
Joe le taxi C'est sa vie
Taksi yolculuğunda şöförle muhabbet amacıyla falan belki :)
İşte böyle, gidene kadar biraz daha toparlayacağız bildiklerimizi .
Bu sabah koşturarak gittiğim marketin elim kolu dolu kan ter içinde kalarak yaptığım geri dönüşünde, bir an yolumdaki ağaçlara, ışık vuran yapraklara baktım. Kendi kendime dedim ki "Ne kadar acelen ya da çok işin olursa olsun, bu güzelliği görmezden gelmemelisin" Ve orada o bir saniyede içime çektim bütün hayatı.
E ne duruyorsunuz, boşuna anlatmadım herhalde. Kafanızı kaldırıp güzel birşeyler bulun kendinize. Bir iki saniyeliğine de olsa hayata kaçın. O hep orada, biraz farkındalık istiyor sadece...
You can see it in a clear blue sky
(Berrak mavi gökyüzünde görebilirsin onu)
You can see it in a woman's eyes
(Bir kadının gözlerinde görebilirsin)
You can hear it in your baby's cries
(Bir bebeğin ağlamasında duyabilirsin)
You can hear it in your lover's sighs
(Bir sevgilinin nefesinde duyabilirsin)
You can touch it in a grain of sand
(Bir kum tanesinde dokunabilirsin)
Yeah hold it right there
In the palm of your hand
(Evet tam avucunda tut)
Feel it 'round you everyday
(Her gün çevrende olduğunu hisset)
And hear what I've got to say
(Ve söylemem gerekeni duy)
God gave me everything I want
(Tanrı bana istediğim herşeyi verdi)
Come on
I'll give it all to you
(Ben de hepsini sana veriyorum)
God gave me everything I want
Come on
I'll give it all to you
I saw it in the midnight sun
(Onu geceyarısı güneşinde gördüm)
And I feel it in the race I won
(Ve kazandığım yarışta hissettim)
And I hear it in the windy storm
(Rüzgârlı bir fırtınada duydum)
And I feel it in the icy dawn
(Buzlu şafakta hissettim)
And I smell it the wine I taste
(Tattığım şarapta kokladım)
And I see it in my father's face
(Babamın yüzünde gördüm)
And I hear it in a symphony
(Bir semfonide duydum)
And I feel it in the love
You show for me
(Ve senin bana gösterdiğin aşkta hissettim)
Yeah
God gave me everything I want
Oh come on
I'll give it all to you
God gave me everything I want
Come on
I'll give it all to you
God gave me everything I want
I can't stop can't stop
I'm still looking now
God gave me everything I want
Oh come on
I'll give it all to you
Crazy you said
It's all in your head
Not: Ben pek çeviriden pek anlamam ama böyle birşeyler diyor herhalde :)
" Hiç düş kırıklığına uğramayanlar, hiç umut beslememiş olanlardır." " Bir insanın at olmasını gerektirmez, ahırda doğmak." "İnsanların ölmesiyle yaşamın gülünçlüğü nasıl değişmezse, insanların gülmesiyle de yaşamın ciddiliği değişmez." " Size yapılmasını istediğiniz şeyleri başkalarına yapmayın sakın.Onların istedikleri sizinkilerden farklı olabilir." "Bir adamın söyleyecek birşeyi varsa şu dünyada, güç olan onu söyletebilmek değil, durmadan söyleyebilmesini engelleyebilmektir."
Can'ın ne zaman işe gidip geldiği belli değil. Çocukların basket kursu bitti. Tarih gösteren saatim güya bilmem kaç metre dalma özelliği olduğu halde havuzda bozuldu.
Ayın kaçı, günlerden ne gibi konularda son derece tarihten kopuk yaşamaktayım .
"Lozan antlaşması, Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş, büyük bir suikastin yıkılışını ifade eden bir belgedir. Osmanlı devrine ait tarihe eşi geçmemiş bir siyasi zafer eseridir. "
24.07.1933, Hakimiyet-î Milliye.
"Lozan barışı Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk milleti için siyasi bir zafer teşkil eden bu antlaşmanın Osmanlı Tarihinde benzeri yoktur. Milletimiz bununla haklı olarak iftihar edebilir ve Türk milletin yüksek bir eseri olan bu antlaşmanın yüksek kıymetini takdir etmesi lâzım gelen gençliğin bunu mazide yapılmış antlaşmalarla kıyaslanması gerekir."
26.07.1927, Dolmabahçe Sarayı, Lozan Barış Antlaşması
Türkiye’den ve Avrupa’dan katılacak 60 graffiti çizerinin sanatlarını sergileyecekleri festivalde ayrıca BMX ve kay kay gösterileri, break dans gösterileri, gün boyu dj performansları varmış.
Taksim Gezi Parkı`nda 11.00 – 23.00 arası gerçekleşecek etkinlikler keyifli olabilir diye düşünüyorum.
Yer: Forum İstanbul Alışveriş Merkezi
Tarihler: 23.07.2011~24.07.2011
Telefon: 0212 443 13 50
Adres: Kocatepe Mah. Paşa Cad. 34045 Bayrampaşa İstanbul
Su Savaşları ve Fıskiyeler! Bungee Jumping. Zorb Topları. Su’da yüzen dev balonlar, uzaktan kumandalı tekneler, su bisikletleri. GMAX. Ödülü Yarışmalar. Çocuk Tiyatrosu ve Çizgi Film Köşesi. Eğlenceli Gösteriler. Dalış Dersleri. Sanat Atölyeleri. Mayo Sergisi. Kuruma Köşesi. Yüzlerce Sürpriz Hediye...
Asıl etkinlikler dünmüş ama bugün de keyifli olabilir. Bu sıcaklarda pek hoş gözüktü gözüme.
SESLERİN AYAK SESİ Kırlangıçlar dönecek yakında Açılacak onurlu kapıları Haziran sabahlarının Ağırdan Yer gök deniz nasıl bak Birbirine karışacak Çiçekler başı çekecek hey Nice Sonra çocuklar Balonlar uçurtmalar bulutlar ellerinde Ardından Beyazlar kırmızılar kayıklar Haydiii Yeşilde mavilikte Ayak sesleri var başka işiteceksin Bizlerin ayak sesinden Toprağın var suların var ağaçların var Günlerin gecelerin Sözlerin biçimlerin ayak sesleri Ayak sesleri elele Ayak sesleri kıyamet gibi Işığın ayak sesi Gölgenin ayak sesi Seslerin ayak sesi Çocuğum ilk ağızda bunları belle
Çekinik genler baskın genler en sevdiğim konulardan biriydi. Ama nedense Mendel'in bezelyeleri hep gözümün önünde mercimek olarak canlanmışlardır :D İsminden midir nedir?
Şu kendiliğinden yanan lambalar var ya şimdi. İyi hoş. Elektrik tasarrufu falan, falan da işin cılkını çıkartmasak diyorum.
Tamam tuvalete koydun onu iyi hoş,gel gelelim onun bir etki tepki alanı var. Biz kadınlar da ayakta duramıyoruz netekim. Eee otur ışık sönsün, sonra uğraş dur artık elini kaldır, çantanı salla ki ışık yansın yeniden.
Biz de her sabah erkenden eşlerimizi yolcu ederiz gülümseyerek. Gün boyunca neler olabileceğini hiç getirmeyiz aklımıza. Zaten o kadar şevkli, o kadar mutludurlar ki yaptıkları işten, gerisi önemli olmaz.
Çocuklarımız küçükken her yeşil tulumluyu babaları zannederler uzaktan :) Gökyüzündeki her uçakta babamız uçuyordur.
Hiç getirmeyiz aklımıza kötü şeyler.
Ta ki gerçekleşinceye kadar.
O zaman düşen uçağın içinde hepimiz yer alırız sanki. Sevdiklerimiz, umutlarımız, hayallerimiz, hepsi o uçaktadır...Hayatın nasıl da "bir varmış bir yokmuş"tan ibaret olduğunu herkesten çabuk öğreniriz...
Onlar şimdi en sevdikleri yerdedirler ihtimal. Öyle olmalı ...
Bizler de yarın sabah hiçbirşey yokmuş gibi gülümseyerek yolcu edeceğiz babalarımızı yeniden...
Not: Bizim babamız artık Çiğli'de değil, ama dile kolay tam on sene oradaydık.
Fularları hep çok sevmişimdir. Özellikle çalışırken her sabah boynumda bir fular olurdu. Onları en pratik şekilde bağlardım.
Mesela bu en kısa sürede yapılan bir model. İkiye katlayıp boyna doladıktan sonra ucunu içinden geçiriyoruz.
Bunu da çok kullanırdım ama eşarp yüzüğü yerine oraya bir düğüm atıyordum, o düğümün içinden geçiriyordum diğer tarafı.
Bir de boynumdan iki kere doladığım fuların uçlarınıdoladığım kısmın içinden geçirerek yaptığım bir model vardı. Ama fotoğraf makinalarının pili bitmiş bir ara gösteririm ne demek istediğimi.
İşte her sabah böyle gitmemin ardından yapmış olduğum her model bir saat sonra bozularak boynumdan sarkan bir hale dönüşünr, iki saat sonra da fular çekmecedeki yerini alırdı :) Hafta sonları çekmecede biriken fularlarımı toplar eve getirirdim :D
Dizin mi ağrıyor? Belin mi kötü? Bileğinde mi bir sorun var? Hiç fark etmez. Kulağına mp3 çalarını tak ve çık yürü. Hızlı olmak, uzun olmak zorunda değil . Sadece yürü. Bir müddet sonra farkı anlayacaksın.
Her yere mümkün olduğunca yürüyen birisi olarak vücudumdaki bilimum eklemler iyice ağrımaya başlayınca bırakmıştım yürümeyi. Ekim ayından beri sabahları yürüyüşe çıkıyorum. Önce o kadar yavaş yürüyordum ki. Hatta o sırada bacaklarıma ne kadar söz geçireceğimi bilmediğimden karşıdan karşıya geçerken bile araba gelene kadar yolu kat edebileceğimden emin olamayıp bekleyip duruyordum.
Şu anda ağrıyan bütün eklemlerim hâlâ ağrıyorsa da dizim nispeten daha iyi.Ben de artık eski hızıma kavuştum diyebilirim. Eskisi kadar uzun sürmese de en azından Metallica dinlerken ritmine ayak uydurabiliyorum. Kendimi çok daha dinç görüyorum. Sabah yürüyüşlerinde rastladığım "Atom Karınca" nın hızına yetişebiliyorum. (Ufak tefek jet hızla yürüyen bir bayan kendisi, ona o ismi taktım. Kendisi farkında değil ama hırslanıp yeniden eski hızıma kavuşmada büyük etkisi var:)
Diyeceğim o ki bahaneler hep var. Bahane olmayıp gerçek olanları da hep var. Hele belli bir yaştan sonra hep olacak. Mesele onlarla neler yapılabileceğine bakmak. Yapabildiğimiz kadarını yapmak.
Ha bir de üşenip yürüyüşe gitmezsem belimin ağrısından bir türlü güzel uyuyamıyorum. Oysa gidip geldikten sonra kıvrılıp bir köşeye uyuması ne keyif ne keyif :D
O kadar konuştum, yarın sabah bekliyorum hepinizi yürüyüşe :)
Lise son sınıfa gittim önce. Dersanede Taylan 99 kilodan almıştım ilk Bon Jovi kasedini. Dinlemek için almıştım ama beğenince ben kendime yine alırım diye bana satmıştı. Dile kolay 25 sene... Dün gibiydi...
Üniversite yıllarına geçtim oradan. Walkmande sürekli başa alarak dinlediğim şarkı ile Akaretler Yokuşunu tırmanışım. Başa sarmak zaten bir dertti o zamanlar bir de pil bitmesin diye kaseti kalemden geçirip döndürmek suretiyle sarardım başa bazen :)
Derken müfettişlik yıllarım. Beyoğlu İstiklâl Caddesi'nde Günsu ile yürüyüşlerimiz, her köşeden çalan "Always" şarkısı. O zamandan beri bile 16 yıl geçmiş. Bu şarkıyı yeni olarak düşünüyorum bir de :)
7 den 70 e herkes vardı dün gece orada. Benim oğluşlarım da ilk konserlerinin keyfini çıkarttılar.
Bir ara Bilgiç bana dönüp "Konser bu mu şimdi?" diye sordu. "Evet" dedim. "Bayıldım, çok güzelmiş."
Küçük beyimiz gece boyunca bir babasının bir dayısının omzundaydı :)
Onca yorgunluğun ardından dönüş yolunda tuş oldular.
Ama tabi konsere gitmeden önce istediği dondurmayı yemeyi unutan Bilgiç eve gelir gelmez gözlerini açtı ve gecenin bir yarısı dondurmasını yiyerek öyle yattı :D
İşte böyle bir geceydi.
Bilgiç'in doğumgünü vesilesiyle bize biletleri hediye eden dayımız ve Aynur Ablamızı kocaman öpüyoruz.
Bir dala konmuştu karga cenapları;
Ağzında bir parça peynir vardı.
Sayın tilki kokuyu almış olmalı,
Ona nağme yapmaya başladı:
“-Ooo! Karga cenapları,merhaba!
Ne kadar güzelsiniz,ne kadar şirinsiniz!
Gözüm kör olsun yalanım varsa.
Tüyleriniz gibiyse sesiniz,
Sultanı sayılırsınız bütün bu ormanın.”
Keyfinden aklı başından gitti bay karganın.
Göstermek için güzel sesini
Açınca ağzını,düşürdü nevalesini.
Tilki kapıp onu dedi ki: “Efendiciğim,
Size güzel bir ders vereceğim:
Her dalkavuk bir alığın sırtından geçinir,
Bu derse de fazla olmasa gerek bir peynir.”
Karga şaşkın,mahcup,biraz da geç ama,
Yemin etti gayrı faka basmayacağına.
"Mutlu olmaya çalışmayı bıraksak bayağı iyi vakit geçireceğiz" Edith Wharton
"Mutlu bir yaşam için çok az şey gerekir. Hepsi de içinizde, düşünme şeklinizde gizlidir." Marcus Aurelius
"Bazıları gittikleri her yerde mutluluk yaratırlar; bazılarıysa her gittiklerinde." Oscar Wilde
"Mutluluğa giden kestirme yollar vardır ve dans onlardan biridir." Vicki Baum
"Gerçekten mutlu bir insanı ararsanız, onu ancak bir tekne yaparken, bir senfoni yazarken, oğlunu eğitirken, bahçesinde yıldız çiçekleri yetiştirirken ya da Gobi Çölü'nde dinozor yumurtası ararken bulursunuz. Onu kaloriferin altına kaçan yaka düğmesini arar gibi mutluluk ararken bulamazsınız" W.Beran Wolfe