Kitap okumayı çok sevsem de iyi bir okuyucu olduğumu söyleyemeyeceğim. Kitabın türüydü, akımıydı gibi konulara hiç dikkatimi vermiyorum. Sanırım en son otuz yıl önce edebiyat dersinde görmüşümdür bunları :)
o Bir akımı temsil eden bir kitap oku ve hem akım hem de kitap üzerine düşüncelerini yazıya dök.
Maddesinde sanat akımları neydi ki diyerek şöyle bir göz gezdirmek zorunda kaldım. Sonra Güz Okuma Şenliği'nde okuyacağım kitaplar içinden bir kitap seçerek bir taşla iki kuş vurmaya çalıştım.
Benim kitabım Realizm (Gerçekçilik) akımına giriyormuş. Her ne kadar adı üstünde olup ne olduğu anlaşılsa da kısa bir bilgi vereyim hakkında.
19. Yüzyılda bilimsel çalışmalar çoğalıp , bu alanda büyük ilerlemeler sağlamış. Auguste Comte'un ortaya attığı Pozitivizm felsefesi de bu dönemde, insanın sadece gördüğüne inanması şeklinde özetlenebilecek bir görüşü savunmuş. Bu görüşün edebiyattaki iz düşümü de Realizm olmuş. Bu akımda insanın duygularının onu aldatacağı savunulmuş, görülenin olduğu gibi verilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuş.
Realizm'de konu gerçek hayattır. Olağanüstü görülen istisnai olaylara yer verilmez. Okura yaşanmış bir olay ya da yaşanabileceğinden şüphe edilmeyecek bir olay sunulur.
Realizm'de anlatılan kişi, tam anlamıyla insandır. Çevresiyle davranışlarıyla, tutkularıyla en ince ayrıntısına kadar tanıtılan bir insan görülür eserde. Elbette bu insan çevresinin bir ürünü olan, çevresindeki şartlara göre karakter kazanmış biridir.
Bu noktaya geldiğimde hangi akıma daha yakın olduğumu düşündüm. Dediğim gibi pek irdelediğim bir şey değil bu. Sanırım realizme yakınım. Çok aşırı simgeler içeren ağdalı ve bulmacamsı cümlelerden daha çok seviyorum.
Şu anda aklıma gelen fikirle, aslında en sevdiğim fantastik edebiyatın da gerçekçi olduğunu düşünüyorum desem çok mu uçmuş olurum. Hahah cidden anlamıyorum hiç bu işlerden ama gerçeküstü bir dünya olsa da yaşanan olaylar o dünyanın şartlarında yaşanabilir olması gerçekçi anlamına gelmez mi?
Neyse biz kitabıma gelelim. Samipaşazade Sezai'nin (1963 basımı kitabın üzerinde Samipaşazade Sezayi diye yazıyor :) Sergüzeşt kitabı bu akıma uymakla kalmıyor, Türk Edebiyatı'nda bu akımda yazılan ilk esermiş aynı zamanda.
Sergüzeşt "Macera" demekmiş. Osmanlı dönemini esir kızların üzerinden görmekteyiz. Daha doğrusu esir kızımız Dilber'in başından geçenleri okuyoruz.
Kitabın önsözü beni kitaptan çok düşündürdü aslında.
Kitap bir roman olarak belki harika değil ama bir ilk olarak edebiyatımızda yerini almış.
Amerikalılara İngilizlere falan bakıp esir kullanmak boyunduruk altına almak nasıl yapılır ki diye düşünürken, muhteşem (!) osmanlı tarihimizdeki bu ayıbı göstermesi açısından ayrıca beğendim.
Son olarak eğlenceli bir videoyla Sergüzeşt'in anlamını pekiştirelim :)
(Kültür Sanat Mevsimi nedir? )
o Bir akımı temsil eden bir kitap oku ve hem akım hem de kitap üzerine düşüncelerini yazıya dök.
Maddesinde sanat akımları neydi ki diyerek şöyle bir göz gezdirmek zorunda kaldım. Sonra Güz Okuma Şenliği'nde okuyacağım kitaplar içinden bir kitap seçerek bir taşla iki kuş vurmaya çalıştım.
Benim kitabım Realizm (Gerçekçilik) akımına giriyormuş. Her ne kadar adı üstünde olup ne olduğu anlaşılsa da kısa bir bilgi vereyim hakkında.
19. Yüzyılda bilimsel çalışmalar çoğalıp , bu alanda büyük ilerlemeler sağlamış. Auguste Comte'un ortaya attığı Pozitivizm felsefesi de bu dönemde, insanın sadece gördüğüne inanması şeklinde özetlenebilecek bir görüşü savunmuş. Bu görüşün edebiyattaki iz düşümü de Realizm olmuş. Bu akımda insanın duygularının onu aldatacağı savunulmuş, görülenin olduğu gibi verilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuş.
Realizm'de konu gerçek hayattır. Olağanüstü görülen istisnai olaylara yer verilmez. Okura yaşanmış bir olay ya da yaşanabileceğinden şüphe edilmeyecek bir olay sunulur.
Realizm'de anlatılan kişi, tam anlamıyla insandır. Çevresiyle davranışlarıyla, tutkularıyla en ince ayrıntısına kadar tanıtılan bir insan görülür eserde. Elbette bu insan çevresinin bir ürünü olan, çevresindeki şartlara göre karakter kazanmış biridir.
Bu noktaya geldiğimde hangi akıma daha yakın olduğumu düşündüm. Dediğim gibi pek irdelediğim bir şey değil bu. Sanırım realizme yakınım. Çok aşırı simgeler içeren ağdalı ve bulmacamsı cümlelerden daha çok seviyorum.
Şu anda aklıma gelen fikirle, aslında en sevdiğim fantastik edebiyatın da gerçekçi olduğunu düşünüyorum desem çok mu uçmuş olurum. Hahah cidden anlamıyorum hiç bu işlerden ama gerçeküstü bir dünya olsa da yaşanan olaylar o dünyanın şartlarında yaşanabilir olması gerçekçi anlamına gelmez mi?
Neyse biz kitabıma gelelim. Samipaşazade Sezai'nin (1963 basımı kitabın üzerinde Samipaşazade Sezayi diye yazıyor :) Sergüzeşt kitabı bu akıma uymakla kalmıyor, Türk Edebiyatı'nda bu akımda yazılan ilk esermiş aynı zamanda.
Sergüzeşt "Macera" demekmiş. Osmanlı dönemini esir kızların üzerinden görmekteyiz. Daha doğrusu esir kızımız Dilber'in başından geçenleri okuyoruz.
Kitabın önsözü beni kitaptan çok düşündürdü aslında.
Kitap bir roman olarak belki harika değil ama bir ilk olarak edebiyatımızda yerini almış.
Amerikalılara İngilizlere falan bakıp esir kullanmak boyunduruk altına almak nasıl yapılır ki diye düşünürken, muhteşem (!) osmanlı tarihimizdeki bu ayıbı göstermesi açısından ayrıca beğendim.
Son olarak eğlenceli bir videoyla Sergüzeşt'in anlamını pekiştirelim :)
(Kültür Sanat Mevsimi nedir? )
- Ekim 31, 2017
- 12 Yorum