Ben eskisi gibi uzuun yıllar kullanabilmek istiyorum eşyalarımı.
Cep telefonumu sırf pili bittiği için yenilemek zorunda kalmayayım. Ya da tost makinamın bozulan teflon tabanlarının yenisi olmadığı için bana yeni ürün alırsanız %15 indirimli verebiliriz şeklinde teklif gelmesin. En sevdiğim saatim kayışı kopunca ona uyan bir kayış bulamadığım için çekmecemde kalmasın.
Çok seviliyorum biliyorum ama doğum günüm diye bayram yapılmasına gerek de yoktu canım :) Şeker meker alıp bayram hazırlığı yapmaya gidenler bana da hediye bakmayı unutmasınlar sakın :D
Şimdi yaşımı karıştırmanın bir alemi var mı, tı tı tı...
"29"
Bundan sonra 29 olmaya karar verdim. Hep öyle kalıcam. Keyif benim değil mi ?
Bugün yazacağım konuyu biliyorum : Hediye kabul etme sanatı.
Bu çoğu insanca bilinmeyen bir sanattır. Netekim, binbir özenle seçtiğiniz hediyeyi karşınızdakine verirken "Ne gerek vardı?" gibi bir cümleyi duyduğunuzda anlarsınız karşınızdakinin bu sanattan haberi olmadığını.
Aslında çok basittir hediye kabul etmek. Hediyeyi alır ve "Teşekkür ederim" dersiniz. Öyle "Zahmet etmişsin", "Hiç gerek yoktu" gibi manasız cümleler sarfetmezsiniz. Ardından da hediye paketini açar, içinden çıkana bakar. Nazik bir iki söz söylersiniz. Hele de gerçekten beğendiğiniz bir şeyse bunu güzelce belirtirsiniz. Evet efendim, hediye paketi açmak görgüsüz bir davranış değildir, aksine açmadan paketi bir kenara koymak öyledir. Bu , aldığın hediye benim için hiç önemli değil mesajı verir. Ama diyelim ki o sırada açamadınız, daha sonra açtığınızda muhakkak ama muhakkak hediye vereni arayıp tekrar teşekkür etmelisiniz ki o da aldığı hediyenin tarafınızdan beğenildiğini bilsin.
Bir de komşulardan gönderilen yemekler falan olur ya. İşte onlarda da yemeği yedikten sonra beğendiğinizi belirtmek için aramak nazik bir davranıştır. Hele ki gönderen kişi kendisi gelmemiş de birisiyle yollamışsa (He canım, çocuğun eline vermiş yollamış işte kadıncağız) muhakkak aramak gerekir.
İşte böyle arkadaşlar. Bakın yine memlekete çok faydalı bir post yazdım :)
Ha, unutmadan. Hediye verirken de "Sana layık değil ama" gibi saçma sapan bir cümle kullanmayın sakın. Layık değilse niye aldın kardeşim, tı tı tı...
Günaydın.
Verilen hediyelerin hepsini görebildiğimiz bir güne açılsın sabahımız...
Yok yok durum o kadar kötü değil canım diyerek bu sabah yazacak birşeyler bulmaya karar verdim.
Meselâ en son gittiğim filmden söz edebilirdim. Ailece gittiğimiz köpek balıkları ve filler üzerine üç boyutlu bir film olduğunu hatırlayınca bundan vazgeçtim. Ondan önce Can'la gittiğimiz bir film vardı ama onu da hatırlayamadım bir türlü.
En son okuduğum kitaptan söz edebilirdim. Eeee, çocukluk kitaplarımı çıkartınca onların dayanılmaz cazibesine kapıldıydım. En son okuduğum kitap da Enid Blyton'un "Afacan İkizlerin Yeni Planları" oldu bu durumda. Geçiniz.
En son çocukları parka götürdüydük.
En son domateslerle uğraştıydım.
En son ütüm bozulduydu da bir daha filipis marka bir şeyim bozulduğunda servise vermek yerine atmanın daha iyi bir fikir olduğunu anladıydım.
Yazacaklarımın hepsi bitti mi acaba gerçekten? Yazıyormuş gibi yapmaktan öteye geçemiyor muyum? Kendini tekerrürden ibaret mi hayat? Konuşmalar aynı, hareketler aynı.
Bakıp duruyorum boş sayfaya. Bir ay daha bitmiş. Bir yenisi başlamış. Bir hafta bitmiş. Bir yenisi başlamış. Bir insan bitince ne oluyor acaba? Bir yenisi mi başlıyor aynı bedende? Hiç sanmam. Biz bitirip sürüklüyoruz kendimizi.