Kitap Salı 2024 /3

Kesinlikle Dostoyevski insanı değilim arkadaşlar. Hangi kitabını elime alsam bitiremeden bıraktım. Bu kitabı da bitireceğim diye çatladım. İçime darallar geldi. Neyse başardım.

Yeraltından Notlar/ Dostoyevski 


Kitabın ikinci yarısı neyse ki daha akıcıydı ama ben kahramandan o kadar nefret ettim ki ...

#Ahmak olmasını ahmaktır ;bunun aksini iddia edecek değilim, fakat normal adamın ahmak olması gerekmediği ne malum?

#Umutsuzluk en yakıcı zevktir ,özellikle de içinde bulunduğun durumun çaresizliğini açıkça kavramışsan.

#Acı çeken kimse inlemekten zevk alır, almasa inlemesini pekala tutardı.

#Bütün samimi insanlar ve işinde gücünde olanlar, ahmak, dar kafalı oldukları için faal kimselerdir. Nasıl açıklamalı? Bakın şöyle: Bu çeşit insanlar, akılları kıt olduğu için herhangi bir konuda ana sebepleri araştırmadan hemen el altındaki ikinci derece sebeplere bağlanıverir ve doğru hareket ettiklerinden emin oldukları için rahatlarlar ; en önemlisi de budur zaten.

#Dünya kurulalı bere insanların yalnız kişisel çıkarlarını düşünerek hareket ettikleri görülmüş müdür? Peki, göz göre göre , gerçek çıkarının nerede olduğunu bildiği halde bunu umursamadan, hiç kimsenin ve hiçbir şeyin onları zorlamadığı başka, tehlikeli bir yolu tutan ve kaderin kendilerine çizdiği yoldan yürümek varken, kasten yapar gibi yeni, çetin, saçma, karmakarışık bir yol keşfetmekte inat eden insanların oluşturduğu milyonlarca örneğe ne demeli?

#Çevrenize bakın bir kere : kan gövdeyi götürüyor, hem de keyifli keyifli , şampanya gibi akıyor. ... Medeniyet neyimizi yumuşatmış ?

#Hür iradesi, arzusu olmayan, istemeyi bilmeyen insanın org silindiri üzerindeki civatadan ne farkı vardır ki?

#Esasen tabiatın hiçbir zaman, hiçbir durumda bize tabi olmadığını, onu hayalimizde kurduğumuz gibi değil, gerçekte olduğu gibi kabul etmemiz gerektiğini asla akıldan çıkarmamalıyız.

#İnsan gayeye ulaşmak için çalışmayı sever, fakat ulaşmayı pek istemez; bu hal hiç şüphesiz gülünçtür. Şu halde insan daha doğuştan gülünç bir yaratıktır, işin hoş tarafı da budur zaten.

#Bakın ,yağmur yağarken saray yerine bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için belki kümese girerim. Fakat kümes beni yağmurdan korudu diye, şükran borcumu ödemek için kümese saray gözüyle bakamam. Bana gülecek, hatta böyle bir durumda sarayla kümes arasında fark olmadığını söyleyeceksiniz. Evet, hayatta tek gayemiz ıslanmamak olsaydı, dediğiniz doğruydu diye cevap veririm ben de .

#Her şey çabucak alışırdım zaten, daha doğrusu uysallaşır, bile bile her şeye katlanırdım.

#Zaten okulumuza gelenlerin yüz ifadeleri kendiliğinden değişiyor, manasızlaşıyordu. Bakmaya kıyamayacağınız çocuklar birkaç yıl içinde bize benziyor, son derece sevimsiz hale geliyorlardı. 

Okuduğum diğer kitap da 

Bir İdam Mahkûmunun Son Günü/ Victor Hugo 


Kitabın neredeyse yarısı önsözlerle geçiyordu. Kensisine ulaşana kadar bayağı uğraştım :)

İnsanı çok etkileyen, idam cezasını düşünmeye sevkeden, yazarın çok sevdiğim akıcı diliyle bir su gibi akıp giderken bütün ortamı bize yaşatan bir kitaptı. 


+Ölüm kararı verilene kadar, soluk aldığımı, hareket ettiğimi, diğer insanlarla aynı ortamda yaşadığımı hissetmiştim; şimdi Dünya ile benim aramda bir sınır olduğunu kesin bir şekilde kavrıyordum. Hiçbir şey bana önceki gibi görünmüyordu. Bu ışıklı geniş pencereler, bu güzel Güneş, bu mavi gökyüzü, bu güzel çiçek artık bir kefenin rengi gibi beyaz ve solgundu.

+İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar. O halde durumumda nasıl bir değişiklik oldu ki?

+Hapishane yarısı eve, yarısı insana benzeyen korkunç, kusursuz ve yekpare bir varlık. Onun tutsağıyım; beni kuşatıyor, beni bütün kıvrımlarıyla sıkı sıkı sarıyor; beni granit duvarlarının içine kapatıyor, beni kilit altında tutuyor ve beni zindancının gözleri ile gözetliyor.

+Hiç konuşmuyorsun, kederli bir halin var, dedi annem. Oysa yüreğimde cenneti taşıyordum.

Bu iki kitap dışında bir de Aziz Nesin 'in Tatlı Betüş'ünü okumaya başladım.


Okuma şenliklerinden birisinde okurum diye annemden almışım, senelerdir bende. Kütüphanede kendi kitaplarımın arasına koymuşum. Annem her geldiğinde onu görüp bu benim kitabımdı diyor :D Okuyup da geri vereyim bari diye başladım :D

Klasik Aziz Nesin kitabı olarak ülkemden çeşit çeşit insan maceralarıyla herkese dokundurmuş. Şöyle akıcı, anlatmak istediğini dolandırıp gevelemeden anlatan yazarlar favorim zaten.

Kitabın konusu, Mısır'da ölen büyük amcadan kalan mirası alabilmek için halasını aramakta olan bir gencin halasını çeşit çeşit isimlerle tanıyan erkeklerden aldığı bilgilerle onu bulmaya çalışması. Belediye çalışanından, gümrük memuruna, mirasyediden, pavyon çalıştırana memleketimden insan manzaraları öyle gerçek ki :D


*Çok hassastım o zamanlar, yine de hassasımdır ya... Yan yana hiç göründüğüm gibi değilimdir. Yolda giderken dilenen bir çocuk görsen, hiç dayanamam ,görmemek için ya başımı çeviririm ,ya yolumu değiştiririm ...

*Kaçakçılarla anlaşmaya da fırsat bulamadığımızda, biz gümrükçü olarak, maalesef, arayıp bulup kaçak eşyaya el koymak zorundaydık. 

İşte son günlerde okuduklarım bu kadar. Şu kitabı bitireyim de rafta durmadığı için annemin görmediği diğer kitaplarını da bitirip vereyim anneme :)




 



Karışık Duygular

Evvelsi gün annemle anne kız kaçamak yaptık.

Annemin çok sevdiği babamın bir öğrencisinin kızı ve oğlunun konseri vardı. Yeldeğirmeni Mahallesi'nde konserin olacağını öğrendiğimde hemen bilet almıştım ki annemle hem konseri izleyelim hem de uzun zamandır görmediği Emine Abla'yı görsün.

Tabii ki anneciğim ikna etmek pek kolay olmadı ama neyse ki kızına kıyamıyor:)

Akşama kadar vakit geçsin diye önce biz de güzel bir kahvaltı yaptık. Duş aldık evi toparladık falan derken akşam oldu. Kadıköy'e gidip kuaförde şeklimizi şemalimizi düzelttirdik.


Bir lokantada oturup karnımızı doyurduk. Oradan da konsere geçtik. 

Bütün bir süre boyunca içimde bir hüzün vardı. Zira dün sabah kız kardeşim gibi yakın gördüğüm bir arkadaşımın annesinin vefat haberini almıştım. Daha geçen bayramda iki kız kardeş yurt dışında tatilde oldukları için kendini yalnız hissetmesin diye iki günde bir arayıp Suna Teyze ile konuşmuştum. 30 yıldır tanıyordum.  Arkadaşım yurt dışında yaşadığından bu vefat onu daha da sarstı. Bu herkesin korkulu rüyası değil midir zaten. Birkaç gündür de annesiyle konuşmamış. 

Haberi aldığımda Metehan yanımdan geçiyordu ona çağırdım ve sarıldım. Durumu anlattıktan sonra ilk söylediğim şey "Oğlum sen uzaklardayken başıma bir şey gelirse sakın kendini kötü hissetme çünkü ben ne kadar sevildiğimi çok iyi biliyorum" oldu. 

Hayat böyle bir şey. Birisinden her ayrıldığında bunun son ayrılık olduğunu düşünebilmek gerekiyor belki ama , bir taraftan da sürekli karşındakine ölecekmiş gibi davranmak da psikolojik açıları hiç normal ve iyi bir şey değil. Benim en dikkat etmeye çalıştığım şey birisinden ayrılırken kırgın ve sinir olmamak. Onun için benim ne kadar tepemin tasını attırmış veya aşırı derecede cinlerimi tepeye çıkartmış bile onun için benim ne kadar tepemin tasını attırmış bile olsalar bizimkileri muhakkak ki evden öperek yolcu ederim, arkalarından el sallarım:)

İşte böyle karman çorman duygular. Az önce de sevgili pilates hocanın babasının vefat ettiği haberini aldım. Benim yaşlarımda olmalı. Son zamanlarda çok hasta olduğu belliydi o babasını yolcu edebildi. Hangi yaşta nasıl olursa olsun her ölümün üzücü yanı var. Bir taraftan da hepsinde teselli bulabileceğimiz bir şey olabiliyor.


Hayat akıp gidiyor. Hepimize ne kadar çok anı doldurabilirsek yanımıza kâr.


23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun


Dün marmarayda bu süslemeleri gördüm çok hoşuma gitti. İçerisi çok kalabalıktı, çekemedim ama bayrakların altında Ali asansörde zıplama gibi cümleler yazıyor :)


Bizim sitede hazırlıklar tamam :)


Sabah annemle yürüyüşe gitmek yerine mahalledeki bir ilkokula gidip törenlerini izledik. Bayram çocuklarının kıyafetleri içinde mutlulukla koşturmalarıni izlemek en güzeliydi.

Bu uzun zamandır en keyifle kutladığım bayram. Belki bir gün meclisimiz de meclis haline döner de yüreğimdeki minik sızı da sonlanır.

İstanbul Film Festivali 4

Bu da aldığım son biletti. Tek başıma gittim, zira geçen hafta gerçekten de buluşma ayarlamaya çalışırken çok yorulmuştum artık. 

Sanırım festivalindeki Bütün aile filmlerine gitmişim. Bir tanesi baba ve kızı ile ilgiliydi, bir tanesi baba oğul yolculuktu , bugün de baba ve üç çocuğu vardı 

Vahşi ve Hür


Eşinin vefatı üzerine üç çocuğuyla kalan adam hayal ettikleri gibi onları çiftlikte yetiştirip evde eğitim vererek büyütmek istiyor ama tek başına yapmak için zor olan bu amaç çiftliği elinde tutamayıp çalışması gerektiğinde iyice imkânsız hale geliyor. 


Belgesel havasında çekilmiş sıcacık bir filmdi. Ben severek izledim.

Filmden dönerken kendime kolye bakacağım diye bir sürü takı da almış olabilirim :)



Metehan 'a aldığım yılanlı küpe çok şeker değil mi ?


Bunlar da kendime aldığım yüzükler.


Hep şu kıstırma küpelerden istiyordum, gerçi düşüp kaybolur gibi geliyor bana ama zaten atla deve para da vermedim.

İki kolyemden birisine Metehan el koydu. Ejderhalı yüzük almıştım ona bir de yalnız pençe yüzüğümde de gözü kaldı. Te Allam , takılarıma konuyor çocuk.

İşte böyle bir gündü. 

Sakin, Yağmurlu Cumartesi

Bir haftadan sonra bugün sakin bir gündü. Gün boyunca yağmur hiç durmadı, çok şükür polenler bir güzel temizlenmişler o arada barajlar da dolmuşlardır. 

Sabah annem yağmur yağıyor yürümeyiz değil mi, ben gidip gazetemi alayım diye aradı. Yooo, yürürüz dedim. 


Nasıl becerdiysem fotoğraf çekerken saçlarımı sırılsıklam yapmışım.



Eve dönünce nefis bir kahvaltı hazırladım. 

Bu hafta sonu lokantaları boykot ediyoruz. Bilmiyorum benden başka boykot eden var mıydı da . Neyse pastaneden bir şey almadım o yüzden. Normalde alırdım. Kuymak pişirdim mis gibi.

Onun dışında koca gün, bir de akşam yemeği pişirdim. Dün akşamki pilav bir gecede ne arada bitti bilmiyorum. Bezelye yaptım bir de . Kıyma çıakrtmıştım ama canım sulu yemek çekti. Yarın o kıymayla nachos yaparım belki.

Ah, yemek için soğan bakarken bir tane soğanım kaldığını gördüm. Allah Allah daha vardı sanki diye kutuyu bayağı karıştırdım. Çok sonra uyandım. Geçen gün sinemaya giderken Metehan'a "Oğlum kıyma var buzdolabında ben gelene kadar sen onu  kavurur ya da  köfte yapar mısın?" demiştim. O da bolonez sos yapmış, spagetti de haşlamış, eve döndüğümde nefis yemek hazır beni bekliyordu. Fotoğrafını bile çekmemişim, anında mideye indirdik. Bir anne hayatta başka ne ister :D E çocuk sosu yaparken tabii ki sopan kullanmış. O kadar alıpık değilim ki mutfağa benden başka birisinin girmesine , soğan olması lâzım diye aranıp durmuşum :D

İşte böyle bir gündü.

Bir kaç fotoğraf koyup kaçayım artık. Fotoğraflara şarkı da saklarım :)











İstanbul Film Festivali 3

Bugün annemle gittik filme. Ben vöyle baharlıkları falan giymişim, hava kışşşş olmuş bir gecede. Neyse.






Erken gidip önce birşeyler yiyip içtik. Oradan da sinemaya geçtik. Yerler numarasız olduğu için önce girip yer kaptık. Üç defa yer değiştirdik. Beyoğlu Sineması geçen sene kapalıydı, hüzünlenmiştim. İstanbul BŞB tarafından yeniden açılmış geöen senenin sonunda. Yalnız çok bozuk koltuk vardı. Bir de sıralar ikişerli basamaklanınca önünde seninle aynı hizada koltuk olan sırada görmek zor olabiliyor. Önümüzdeki hanfendi söylemese her sırayı öyle sanıp oturabilirdik orada. Normal filmlerde idare edilir de , festival filmlerinde filmin alt yazısı sinema perdesinin alt tarafındaki elektronik bir yerde yazıldığından aşağıda kalıyor. 

Gelelim filme.

Cottontail


Hüzünlü bir öyküydü. Ben sevdim. Bol bol ağladım. Öyle duygu sömürüsü yapan yapış yapış bir film değildi ha, zaten öyle filmlerde ben ağlayamıyorum :D

İksv sayfasından alayım konusunu.

Eşi Akiko’nun ölümünden sonra Kenzaburo ile yetişkin oğlu Toshi, neredeyse öbür dünyadan saydıkları bir mektup alırlar. Akiko, eşinden ve oğlundan küllerini çocukken en çok sevdiği yere, İngiltere’deki Windermere Gölü’ne serpmelerini istemektedir. Bu beklenmedik talep karşısında şaşıran iki adam, Akiko’nun son arzusunu yerine getirmek için Tokyo’dan İngiltere’ye giderler. Ancak Kenzaburo’nun yolculuğu tüm ailesinden zorlu olacaktır.


Film çıkışında Ayşe ile konuştuk, baktık o da Beşiktaş'taymış, biz de oraya gidiyoruz, buluşup birlikte çay içtik. O dönmeden bir kere daha birbirimizi görmüş olduk böylece.



Evet bu hafta gerçekten kendi rekorumu kırdım. 

Pazartesi: Annemle alışveriş merkezi 
Salı: Ayşe ve Nuray geldiler. 
Çarşamba: Mahalleden arkadaşım Ayşe ile birlikte sinemaya gittik. 
Perşembe: Aynur ile sinemaya gittik. Dönüşte mahalleden arkadaşım Canan'ın bahçesinde çay keyfi yaptım. Eve geldiğimde de karşı komşumu çağırdım balkonda kahve keyfi yaptık.
Cuma: Annemle sinemaya gittik sonrasında Ayşe ile buluşup çayımızı içtik.

E daha ne olsun maşallah bana :)

İstanbul Film Festivali / 2

Bugün bir Fransız filmine gittik Aynur'la.



Babasının Kızı . Filmin geçmişi anlatan giriş kısmının çekimleri biraz yorucu olsa da günümüze geldiğimizde normale döndü neyse.

İki genç birbirine aşık olurlar, kız hamile kalır. Bebek doğduktan sonra, oğlanın ailesini ziyarete gittikleri bir gün kız arabayı park edecek yer bulayım diyerek gider o gidiş. Baba kız baş başa kalırlar.

Film güldürdü, kahkaha attırdı, ağlattı, zaman zaman gerdi zaman zaman sardı sarmaladı. Baba kız, sevgilileri, futbol, resim, protestoların bol olduğu okul, belediye başkanı, emlâkçı arkadaşı, Portekiz'deki dev dalgalar, kızın araba kullanması, bebekle işe gittiği gün.. Sevdim filmi :)




İstanbul Film Festivali/1

Bu sene öyle fazla filme bilet almadım. Pandemide formdan çok düşmüşüm. Bir de internetten bakmak yoruyor beni, kitapçıkla daha keyifli arıyordum. Dört tane filme bilet aldım. Bir taneye de kapıdan şansımı deneyeceğim. Belki canım isterse başka da bakarım.

Bugünkü film çok değişikti. Çünkü film değilmiş :D



Talking Heads grubunun bir konser sırasında belgesel niteliğinde bir filmini beklerken konser izledik :D Grubun da bildiğim tek şarkısı vardı  ama neyse ki müzikleri sevsiğim türdeydi.

İstiklâl Caddesi'nde çalışan bir arkadaşımın öğle tatilinde gelirsin sen diye aklını çelmiştim. Ama sabah Şişli'de bir toplantıda olunca heyecanlı bir geliş oldu :D Hayatının koşusunu yapmış olabilir. Neyse son saniyede girdik içeri.

Yine hiç unutulmayacak bir macera oldu bizim için. Azıcık kendimizi gıpraştırınca ne güzel anlar yaşayabiliyor insan. 

Yarınki film bakalım nasıl çıkacak :)



Kitap Salı 2024/ 2

 Bu sefer işi sıkı tutup kitap okur okumaz buraya yazmaya karar verdim. Kitap okuduğum sürece mesele yok demektir :D


Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri/ Hikmet Hükumenoğlu




Sev 'den görüp almıştım bu kitabı. O podcastinde anlatmış güzel güzel , şuraya bakabilirsiniz. 

Hikaye kitapları ile ilgili ne olduğunu bilemediğim bir ilişkim var. Seviyor muyum sevmiyor muyum emin değilim. Yani güzel yazarlar yazdığında hoşuma gidiyor okuması ama yine de sanırım roman okumayı tercih ediyorum. Bir Şermin Yaşar'ın hikayelerini seviyorum, ha bir de Buket Uzuner'in hikayeleri ,bak gerçekten çok çok sevdim dediğim hikaye kitapları onlar. Onun dışında çoğu başı sonu belli olmayan hani iyi kurgulanmamış nereye gittiği nereden geldiği ortaya çıkarılmadan çalakalem yazılmış eskizler gibi hissediyorum. 

Bu kitaptaki hikayeler güzeldi,  girişi gelişmesi sonucu, insanda uyandırdığı duygularını,  insan ruhuna uzanmasını sevdim.



🤍Bebekler doğduktan bir süre sonra konuşmayı öğrenir ya ,annem de tam tersi, konuşmayı yavaş yavaş unutmaya çalışıyordu galiba. Bunun bir tür isyan olduğunu yıllar sonra anladım. Çaresiz insanların sessiz isyanı.

🤍Bazı insanlar akıl olmayan yerde akıl arıyordu.

🤍Yeryüzü gökyüzü ve tüm insanlar, insanların kafası ,iç organları, iç organlarını oluşturan moleküller ,atomlar hepsi ama hepsi kıldan ince ipliklerle birbirine bağlı. Bir anda kopup dağılmak ,dört bir yana saçılmak o kadar kolay ki, insan bazen nefes almaya bile korkuyor Çok dikkatli olmak lazım.
Kulaklarım böyle çın çın ötmeye devam ederse çok yakında aklımı kaçıracaktım. Çünkü burada sokaklarda çınlıyordu ,hava bembeyaz çınlıyordu, eskiden insanlarla dolu odalar şimdi boşlukta çınlıyordu, kapının önündeki ağacın dalları çınlıyordu, karşıdaki binanın tepesine tünemiş kara lara kuşlar çınlıyordu. İnsanın beynini oyan tiz bir sesle çınlıyordu, ayarı iyi yapılmamış radyo gibi ,anteni yerine oturmamış televizyon gibi ,tüm yeryüzü ve gökyüzü çınlıyordu.

🤍Aklı başında olan tüm insanlar gibi o da hayallerinden tasarruf etmişti.

🤍Faik Bey'in beyninde uçuşan rengarenk zercikler önce parmaklarına doğru ilerliyor, oradan kalemi atlıyor, kalemin ucundan kağıda düşüyordu.

Bir Masalda İki Kral Olmaz / Sacit Aslan


Bu kitabı da birisinden görüp almışım da ne aldığım konusunda hiçbir fikrim yok muymuş, yoksa o sırada merak mı etmişim bilmiyorum.

Gazinolar Kralı Fahrettin Aslan 'ın oğlunun anlatımıyla Maksim Gazinosu 'nun dolayısıyla o dönem Türkiye 'sinin hikâyesiymiş meğer. 



Benim gibi ilgisiz birisinin bile okuyabileceği yalınlıkta anlatılmış, biitrmeyi başardım. 

Transit Yolcular / Müge İplikçi


Bu kitap bana hediye gelmiş.

Aslında güzel başlamıştı ama bir yerden sonra döne döne okuduğum cümlelerin karmaşası beni daralttı, daha fazla dayanamayacağımı hissettim. Zaten heyheyli bir günümdeydim ondan da olabilir ama bu kadar da bulmaca gibi yazıyı anlamaya çalışana kadar sudoku çözerim daha iyi diye düşündüğüm an elimden bıraktım :D Belki sonra , sakin kafayla bir şans daha veririm. 


#Yeri geldiğinde durmak da bir harekettir. Yeter ki bu duruşta gidemeyişin yerine gitmemek alsın. Gerisi hayatın kendisidir .

#Beklemek zamanı , durmak mekanı arttırır. 

Şimdilik bu kadar, bu gidişle bu yazı okuyamadığım kitaplara dönüşecek ama umudumuzu kesmiyoruz  :D

Oradan Buradan


Ramazan bitsin onu yapacağım bunu yapacağım hayallerim vardı, Ramazan bitti hava mis gibi ve ben kılımı kıpırdatmak istemiyorum. 

Bu yüzden kendime kızdım. Gittim bir iki tane Film Festivali'ne bilet aldım. Birkaç arkadaşımla buluşma ayarlamaya çalıştım ama geri püskürtüldüm. Neyse Aynur'la sinemaya gideceğiz orası kesin. Ayşeciğim geliyor belki yarın onunla buluşabiliriz bakalım planlarına göre . Bugün de annemle Capitol'e gidip dolandım. Can'a bir sürü gömlek falan aldım ona yaradı bu dolaşma işi. Kıyafetleri ya çok eski ya da ona olmuyorlar. 



Japonların sakuraları varsa bizim de erguvanlarımız var. Havalar sıcak gidince bu sene erkenden açtılar. 



Instagram'da birisi mor salkımların zehirli olması üzerine bir video koymuş yahu nasıl zehirli olabilir biz bunu yiye yiye büyüdük. 




Şu taşların arasından çıkmış yeşillik kadar hayran oldum bir şey yok.


Gülcemalimi özlemişsinizdir belki :D



 

Geçen gün misafir takımlarımı günlük kullansam mı diye düşünüyordum. Çünkü misafir takımım salondaki dolabın altında ve misafir gelince çıkartasım gelmiyor üşencime. Dolayısıyla da hep günlük takımları kullanıyorum. Ve fakat dün bir şey fark ettim ki benim koridorda olan dolabımın içine  o takımlar sığabiliyorlarmış. Yani salondaki dolaptan onları antredeki dolaba taşıdım antredeki dolaptaki bilimum kutu oyunları falan da zaten salonda kullanılan şeyler onları da salondaki dolapa taşıdım ,şu anda artık misafir geldiğinde aman boş ver diye gündelik tabakları çıkartmak yerine doya doya misafir tabaklarımı kullanabileceğim hatta belki gündeliğe bile kullanabileceğim. Hayır bir buçuk sene oldu eve taşınalı hiç mi fark etmedin o dolabı o tabaklarının sığdığını Handan. Kaç defa da baktım keşke şuraya sığsaydı  dedim :D 



İşte yeni haftaya bu şekilde başladım.



Not: Fotoğraflara şarkı sakladım