Bir Tur Daha Atıp Dönelim :)

Akşam saat yedi gibi , üç maç izledikten sonra Roland Garros'tan ayrıldık.

Park bahçe gezmezsem olmayacağından Lüksemburg Bahçesi'ni gözüme kestirdim, oraya gitmeye karar verdik.

Şehrin ortasında kocaman yeşil bir yerdi. İçinde tenis kortları, tiyatro, saray, bol bol heykel, yeşillik, her yere serpiştirilmiş sandalyelere kendini atmış sohbet edenler, koşanlar, yürüyenler, piknik yapanlar...





Orada bir tur atıp nehir kıyısına doğru yemek yiyecek bir yer bulmak için ilerledik.

Benim gibi eski ev hayranı birisi sürekli çiçekli fransız balkonları, zarif binaları fotoğraflayıp durdu tabi.

Bizde de böyle güzel binalar var ama tabela kirliliğinden fotoğraf çekemiyorum. Çektiklerimi kesip biçip, zaman zaman üzeelerindeki kabloları , antenleri itinayla temizleyerek ancak güzel yanlarını gösterebiliyorum. Oysa burada hemen hiç tabela, kirlilik yok, binalar bütün güzelliğiyke karşımızda..




Vitrininde eski kitap olan bu dükkân açık olsa hemen girerdim:-) 

İki bayan tatlı tatlı sohbet ediyorken sessizce geçmeli yanlarından , aman fazla bulaşmamak lâzım:-)


Bu sokak barlar ve sanat galerileriyle doluydu. Önce akşam iş çıkışı tıklım tıklım dolu barlar, orayı geçince de minik minik sanat galerileri. Vitrinlerden içeriye bakına bakına yürüdük.


Kilitli köprüler de olmazsa olmaz :D Nehir turunda uzaktan pırıl pırıl gördüğümde bu köprüyü de neden yapmışlar diye bayağ düşünmüştüm saf saf :)


Sen Nehri'nin kıyısı hep böyle cıvıl cıvıl. Yanında getirdiklerini yiyenler, sohbet edenler.. Bizde olsa nehir pislikten geçilmezdi diye düşündüm acı acı..

Bu çeşmenin önündeki müzik bizi çekti önce insanlar birisinin peşine takılmış dans ediyorlardı:-)



Sonunu çekebildim biraz :)



O tarafa doğru ilerleyince restoranları da görmüş olduk. Fransızca konuşmaya çalışarak garsonumuzu mutlu ettiğimiz yerde karnımızı doyurduktan sonra metroyla otelimize geri döndük. Heyoo, metro durağından otele gitmeyi öğrendik nihayet. (Aralarında elli metre bile yok neredeyse ama ilk gün başka bir istasyonda inip gidince bütünüyle karıştırdık, bir de ha babam gps e bakarken insan maymuna dönüyor:)

İşte böylesi geçti iki gün.

Her şey o kadar güzel denk düştü ki, ayarlasak olmazdı neredeyse.

Ve o iki gün hiç de kısa gelmedi bize.. Dolu dolu olunca bir hafta geçirmiş kadar olduk. Ya da bir haftalık yürüyüş yaptığımız için de öyle hissetmiş olabiliriz tabi, o kısım biraz muallâk :D

Son olarak bir iki şey ekleyeyim.

Toulous'da ingilizce bilen yoktu ama burada merkezde hemen herkes yardımcı oldu, hiç zorluk yaşamadık. Oysa yanıma fi tarihinden kalma kolay fransızca klavuzumu bilem almıştım :)

Fransa'da yaya olmayı sevdiğimi hatırladım. Yayalar yola yaklaşır yaklaşmaz araçlar hemen duruyor.  Gece otele dönerken bir sürücü yaya geçidinde beklemedi de geçitten geçen adam dövecekti onu neredeyse :D Can'la çok güldük, bizde olsa, sürücü ezeceği gibi bir de suçlu sen olurdun :)

Trafik lambalarında yayalara kırmızı yansa bile eğer araç yoksa herkes geçiyor, kimse boş yolda beklemiyor manasızca :)

Hava alanından inince metroya giden bedava shuttle var. O bir otobüs değil anacım, otobüs durağında bizim gibi saf saf beklemeyin alt kattaki tren gidiyor metroya :)

Metro duraklarından çıkınca sudan çıkmış balığa dönüyorsun iyi bir harita şart.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar. İki günde bilirkişi olacak halim yok zaten :D

Bir maceramız daha burada sona erdi.. Bir dahaki sefere görüşmek üzere efendim :)



Roland-Garros'a Bilet Almak

Eveet bu maceramı ayrıntılı bir şekilde anlatmak istiyorum zira ben bayağı uğraştım çözmek için. Sıkıcı gelebilir, ilgilenmeyenler  fotoğraflara geçsin :-)

Sanırım buradan oraya maç izlemeye gitmek için hayal kuran pek bir kimse yok ama olsun, belki yine de birilerinin işine yarar:-)

Maça gitmeye karar verdik ama bilet nereden alınacaktı, işte bütün mesele buradaydı benim için.

Senenin başında resmi sitesinde maç biletleri satışa sunuluyorsa da, bu biletler anında tükeniyormuş. Ben, satın alıp alamayacağımı bilmediğimden çok da takip etmedim açıkçası ama alabilirmişim de. Zaten bileti internetten alıp yazıcıdan çıkartıyormuşuz.

Biletlerin bir kaç kategorisi var. Büyük kortlara alındığında diğer numaralı kortlara da geçiş yapılabiliyor. Ya da sadece küçük dış kortlara gidilebiliyor. Bir de alındığında kimi izleyeceğimizi bilebilseydik:-)

İnternette uzun uzun dolaşıp sadece bir tane türkçe blogda maça giden birisini görerek ondan biraz bilgi aldım ama hiçbir şey bilmeyince o da çok etkili olmadı.

Gitmeye karar verdiğimizde olmadı kapıda bilet bakıp girmeye çalışırız diye düşündük. Evet kapıda bilet diyen birileri vardı ama ne derece güvenilirdi bilmiyorum.

Bu arada türkçe sitelerde internetten bilet satışları vardı. Gelgelelim benim resmi sitede 60€ gördüğüm biletler 225 € ya satılıyordu. İki kişi 450€ yok artık dedim. Final maçları değil topu topu ikinci tur falan istiyorum, bu kadar da veremem.

Neyse. Gitmeden önceki gece şu resmi siteye bir kere daha dikkatle bakalım dedik ve normal sitede biletler bitmiş olmasına rağmen bir de ikinci el sitesi olduğunu anladık:-) Viagogo diye bir yer. Elinde fazla bileti olanlar buraya bildiriyor, istediğin gün ve kortlara bilet çıktığında sen de hızlı hareket edersen alabiliyorsun:-)

İşte site şurada. Önce üye oluyorsun. Sonra da geçiyorsun başına, saniye başı yenileyerek yeni bir bilet çıktığında ilk sen tıklayarak kapmaya çalışıyorsun. Benim tavsiyem, fiyat makulse nerede, hangi sırada diye bakmaya çalışmadan hemen tıklamak. Zira anında kapılıyor.

Kaldı ki biz en arka sıradan bilet bulduk, dürbünle görmem gerekse de umurumda değil ben oraya girip o havayı hissetmek istiyorum dedim ama gayet de güzel seyrettik, dürbünüm çantadan çıkmadı:-)

Bütün isim soyadı, doğum tarihi bilgilerini doldurup adres , kredi kartını da hallettikten sonra eğer yeterince hızlı tıkladıysan bilet senin oluyor. Aksi halde bir bakıyorsun bilet kapılmış:-) ( Bu doldurma kısımlarını çabuk yapmak önemli değil, ilk tıklama kısmı önemli. Sadece ilk tıklayıp tıklamadığını herşeyi doldurmadan anlayamıyorsun)

Doğrusu bana kalsa bileti alamazdık ama Can azimle iki saat başından kalkmadan ekrana baktı ve hızlı tıklama şampiyonluğunu kazandı. 60€ ya biletlerimizi aldık.

Sonrasında e-posta yollamalarını bekledik. Ki ancak ertesi gün geldi bu. Dolayısıyla ertesi güne değil iki gün sonraya baktığımız için şanslıyız, aksi halde bileti alamadan günün yarısı gidebilirdi.

Eposta geldiğinde fransızca olduğundan oteldeki resepsiyonist sağ olsun, bizimle ilgilendi, oradaki kodla resmi siteye ( Bu sefer ikinci el değil asıl bilet satılan) giriş yapılacağını öğrendik. Oraya da üye olup kod girilince mailimize elektronik biletler düştü.

Sıkıldınız mı?

Dediğim gibi, ben o kadar aradım ki nasıl alınacağını birilerine faydası olur diye uzun ve ayrıntılı açıklıyorum:-)

Hem daha da bitmedi. Yazıcıdan çıkarttığınız bu bilet ve kimliğiniz veya pasaportunuzla sabah orada girişe geliyorsunuz. Elinizdeki çıktıyı okutup üzerinde isminiz yazılı olan asıl biletinizi alıyor ve kimlik kontrolundan geçerek giriyorsunuz.

Çantalar da kontrol ediliyor girşte. 1,5 litrelik sular ve termoslar yasak ama küçüklerle ilgili bir uyarı görmedim. Biz yiyecek girip girmediğini bilmediğimizden almadık yanımıza, onunla ilgili bir yasak da görmedim. Götürülebilirmiş. İçerde yemek , waffle, krep, dondurma, kahve satılıyor ama diğer türlü daha ucuza gelebilirdi.

Neyse bu uzun bilgilendirmelerden sonra, gelelim fotoğraflara :-)


Bir düş gerçekleşiyor. Ağzım kulaklarımda:-) Nasıl olmasın:-)


Bir kere yola çıkınca kalabalığı takip etmek yetiyor, herkes aynı istikamette:-)


Kapıda beklerken çevredeki güzellikleri de fotoğraflamalı.

Bir de çevremizdekileri izliyoruz. Bir kişi bile cep telefonuyla fotoğraf çekip yollama modunda değil. Kimse ekranına kilitlenmemiş. İnanılmaz bir şey.


Nihayet içeri girdik.  İçerisi şenlik yeri gibi:-) Diğer büyük açık tenis turnuvalarına uzaklık tabelaları yeni hayaller kurdurur mu:-) Yok yok, ben burada çok iyiyim:-)





Ve günün güzel sürprizi bizim kortta Nadal oynuyor.

Bu turnuvaya on kere katılmış, sadece bir maç kaybedip dokuz kere kupa kazanmış bir efsane yani.

Yani benim hem tenisini hem kişiliğini, konuşmalarını ve pes etmemesini çok sevdiğim, burada seyretmeyi en çok istediğim kişi:-)


Yalnız kendisi bu sene pek modunda değil, gelip gelip benim izlediğim tek maçta yenilir mi diye korkmadım değil:-) 

Olmadı öyle bir şey Allahtan, ben de mutlu mutlu izledim:-) 


İşte tam şurdayız :)


Kortu görüntüleyen hava kamerası pek şirindi:-) 


Top toplayıcı kızların kıyafetleri de:-) Normalde siyah duruyor, onlar koştururken pile içleri beyaz beyaz açılıyor:-)



Tribünlere girişi düzenleyen kızlar da bir örnek giyimliydi. Oyunlar sürerken, giriş çıkış yasak olduğundan bütün maç boyunca orada duruyorlar.


Yerimize giderken, yukardan manzara.


Bunlar da oradaki metro durağı, turnuvanın ruhu orada da devam ediyor:-)


Turnuvanın ilk haftası olduğundan her kort doluydu. Nedense ben finallerden çok bu ilk zamanların keyfini görmek istemiştim.

Çevredeki insanları uzun uzun izledim. Hepsi benim gibi tiplerdi.

Spor gerçekten çok güzel bir şey. Bunu bir kere daha tekrar ettim kendime .

İyi ki gittik...

Paris'te Bir Akşamüstü

Salı gecesi uyku tutmadan geç vakitlere kadar evde dolaştıktan sonra nihayet sabah oldu, biz de yola koyulduk.

Havaalanında uçağın kalkmasına yarım saat kala otelimizi ayarladık :)


Akşam saat dört buçuk gibi de oraya ulaştık.


Otelimiz küçük ama şirindi. Banyosunda kocaman pencere olduğundan diye düşünüyorum ağır otel kokusu yoktu. Karşıdaki apartmana bakıyordu ama apartmanlar eski yapı olunca hiç de sıkıcı olmadı dışarı bakmak :D

Doğrusu yatabilecek kadar temiz olması dışında bir şey beklemiyordum ama televizyonu, kliması, küveti, rahat yatağı (Gerçi yatağa yığıldığımda taştan da olsa anında uyuyacak kadar yorgundum ama:), hoş bir görüntüsü vardı.

Sırt çantalarımızı odaya bıraktıktan sonra yollara düştük.

Herşey bir anda olup bittiği için daha önceki gezilerim gibi hazırlanıp bakma imkânım olmadı. Zaten gezecek çok vaktimiz de yoktu, Eiffel'le başlayalım gerisi ne olursa artık dedik. Ne de olsa müzeleri falan dolaşamayacaktık.

Sadece gitmiş olmak için gitmenin bir anlamı yoktu, sakin sakin tadını çıkartamadıktan sonra :)


Doğrusu metal yığını gibi gördüğüm bu yapının bu kadar güzel ve seyretmesinin keyifli olacağını düşünmemiştim. Bol bol fotoğrafını çektikten sonra asansörle yukarı çıkmak için kuyruğa girip bir sürü vakit kaybetmektense sandviç alıp orada piknik yapmayı tercih ettik.


Sonrasında nehir kıyısına indik tabii ki.. 

Batobus hattını gördük. Bu tekne, Sen Nehri boyunca sekiz durakta ilerliyor. 13 € a aldığınız biletle gün boyu dolaşabiliyorsunuz. İster ring hattını hiç inmeden tamamlayıp geri dönün. İsterseniz her durakta inip orayı dolaşıp sonradan gelen başka bir tanesine binin. Tekne tamamıyla cam kaplı. Yaz olduğu için üst kısmı açılmış. Ancak camın üzerine resimler koymasaymışlar iyiymiş, oturduğun yerden görmesi de fotoğraflaması da zor. Sık sık ayağa kalkıp camın üzerinden çekmeye uğraştım.


Yine de bizim için çok güzel bir seçenek oldu. Hemen biletimizi aldık. Eski binaların hayranı olarak her gördüğümü çektim. Ama ne nedir derseniz, henüz o kısmını bilmiyorum pek :D Önce görüp sonra öğreneceğim bu sefer :)



İşte bu da bizim haritadaki iz düşümümüz :) Zaten Can zamanının çoğunu telefonundaki haritaya bakarak geçirdi :) Yok yok bir şey demiyorum, eğer o alet olmasaydı gezdiğimiz yerlerin yarısını dolaşabilirdik kaybolup durmaktan :) Londra'da metro çıkışlarında haritalar vardı, çıkar çıkmaz ne yöne bakıyorsun, çevrende ne var hemen görüyordun, burada da olsaymış iyiymiş, dışarı çıktığında öyle bakakalıyorsun etrafına, ne tarafa gideceğim şimdi diye :)

Tekne gezimize dönersek..


Notre Dame'da tekneden indiğimizde ışık harikaydı. Bulutlu bir gün olsa bu ışık oyunlarının güzelliği olmayacaktı, ne kadar şanslıyım diye düşündüm. Bu gezi büyülüydü sanki :)

Ve bir bina bu kadar mı incecik oyalı, her köşesi başka bir sürprizle dolu olur..



Google Earth ilk çıktığı zamanlarda orada merak ettiğim şehirlere bakmak hoşuma gidiyordu. Notre Dame'ın bir adacıkta olduğunu gördüğümde ne şaşırmıştım , o aklıma geldi geri dönerken..


Gün batmak üzereyken Louvre'a vardık. Aslında vaktim olsa üç gün bu müzeyi gezerdim ben ama sadece dışardan izlemek zorundaydım bu sefer .. (Can pek memnundu halinden tabi:)

Olsun, üst orta fotoğraftaki camlarda batan güneşi gördüm ya.. O renk cümbüşü ve güzellik.. Nasıl ihtişamlı ve kocaman bir yapı.. Önündeki cam piramiti saymıyorum, onu sevmedim.


Saat ona yaklaşıyor, artık güneş batmak üzere... Biz de Champs Elysee'ye ulaştık.


Bu koskocaman caddede Zafer Takı'na ulaşmaya çalışarak uzuun uzuun yürürken artık iyice acıkınca yemek molası da verdik. Ki herhalde bizim gezinin en pahalı kısmı buydu :D Şanzelize'de yemek de yedik demek dışında pek bir özelliği de yoktu ama neyse, olur böyle kazalar :D


Ve mutlu son..

Ha ha ha.. Tabi çok yemek yedim otele yürüyerek dönelim diyen Handan'ın ısrarı üzerine yapılmış bir saatlik yürüyüşü saymazsak..

Otele döndüğümüzde gece yarısını çoktan geçmiş, tabanlarımız patlamak üzere, zaten bir gece önce de heyecandan doğru dürüst uyuyamamanın verdiği uykusuzlukla gözlerimiz yarıya inmiş halde ama mutluyduk :D

Cennet Düşlerin Gerçekleştiği Yerdir *

Salı günü durum şuydu:

İndirimli bir uçak biletim var ama uçakta yer kalmışsa kullanabiliyoruz. Aksi halde havaalanında kalakalabiliriz.

Roland Garros zamanı, Can da uygun, annem çocuklarla kalıyor ve fakat tenis maçlarına biletim yok, nereden alınır nasıl yapılır onu bile bilmiyorum.

Gittiğimizde Paris'te nerede kalırız, oteller ne durumda, ucuza yer bulur muyuz bir fikrimiz yok.

Ama geçen haftada karşılıklı yemek yerken Can'a demişim bir kere.

"İnsanoğlu kuş misali, bak bugün buradayız haftaya da maç izliyor oluruz belki" 

Bilenleriniz vardır ,büyük dileklerimden biri Roland Garros' a gitmekti. Hayatım boyunca tenis maçı izlemeyi hep çok sevdim, elime raket almamama rağmen her kuralını bilirim. Toprak kortun keyfi de başka. Hatta kırk dörtlük listeme de yazmıştım. 

Neyse, salı gününe dönecek olursak.. 

Dedik ki, biz bir şansımızı deneyelim. Uçakta yer bulursak bineriz. Maça bilet bulursak seyrederiz. Olmadı Paris de fena bir yer değildir herhalde:-)  Yer bulamazsak bir köşede sabahlarız. Sırt çantalarımızı takıp çıkalım, ne kaybederiz?

Hem öylesi bir tatil de hep hayalimde değil miydi? Yirmili yaşlarımda yapamadım, oysa interrail hep ne cazip gelmişti. 

Geçen sene iki kere sakatlanıp eve mahkum olduğumda kendi kendime biraz daha gayret gösterip hayallerim içim kıpırdanmam gerektiğini söylemiştim. Sen kıpırdanmazsan hayat da kıpırdanmıyor.

İşte bir anda , hiç hazırlanıp plânlara girmeden karar verdik.

Salı gecesi Can mucizevi bir şekilde internette hızlı tıklama becerisiyle maç biletimizi buldu. ( Bu bilet kısmını nereden nasıl bulunur bilgilerini uzun uzun anlatacağım, zira ben hiçbir yerde göremedim, belki birilerine faydası olur.)

Çarşamba sabahı uçakta yer vardı.

Uçağı beklerken bookingde kortlara yakın uygun fiyatlı bir otelde yer ayırtıldı. Hem de indirimli bir anına denk düşülüp..

İnanılmaz ama gerçek:-) 

Fotoğrafları yüklediğimde Paris'te bir akşam üzeri geçirmeye hazır olun. Sonra da sırada tenis maçı var.


Hepinize iyi akşamlar. Düşlerinizin rüyaların dışına taştığı harika bir haftasonu olsun :-) 

* Başlık çok sevdiğim film Düşler Tarlası'ndan ...


Uzuun Uzuun Yattım Anacım:-)

İnsan hiç sıkılmaz mı? Yoooo. Sabah koltuğa attım kendimi. Bir baktım interinette dolanıp kitap karıştırırken öğle olmuş. Matkap seslerinden uzaklaşabilmek için balkonda yaptığımız geç kahvaltıdan sonra yeniden koltuğa konuşlandım. Aaa Metehan gelmiş... Sonrasında iki saat nasıl da geçmiş, Bigehan gelmiş. Buzdolabında ne bulduysam sofraya. Hımmm, semizotunun dibi, çorbanın son kaşıkları, buzdolabında yer bulamadığı için balkonda sabahlamış makarna ( İtinayla koklanır, yok bişi olmamış), şu sahanda minicik tavuk, bu sahanda bişi bişi derken neyse herkesi doyurdum.

Can bir film seyredelim dedi. Iyk, ben bu kadar sıkıcı polisiye görmedim. Mutfağı toplamam o sayededir.

Pelerinin boyutu, örümceğin ayak sayısı, anahtarların dolanan ipleri, hobitin bilbosu demeden sakin bir gün:-)

Bugün artık kalkıp evimi toparlamalıyım. Ama önce dişçiyle görülecek bir hesabım var:-)

Hepinize günaydın, uzun zamandır uğraştığınız işlerin tamamlandığı, projelerin bitirildiği, tezlerin yazıldığı, oh be diyerek arkanıza yaslandığınız bir güne açılsın sabahınız.

Uzuuun Uzuuun Yazdım:D

Şu anda sabah, neler yapacağımı sırayla yazıyorum ki unutmayayım diye. Hem de bir taşla iki kuş, sonra partiyi anlatmak yerine bu yazıyı kullanirım:-)

Eve gelenlerin önlerinde eğilip "Ben Handan , hizmetinizdeyim" diyerek karşılanacak.

Maceraya atılmadan önce sözleşme okunup imzalatılacak.

Herkesin anahtarları dağıtılacak.

İlk etkinlik tabaklarla sofrayı kurmak. Aldığım plastik tabakları birbirlerine atmak suretiyle masaya ulaştıracaklar. Bizimkilerle denedik, çok eğlendiler. Tabaklar yere düşmekten haşat oldu ama :-)

Bu sırada fonda Hobbit filmden Blunt The Knives şarkısı çalacak. Orada sofra toplanırken çalan müzik.

Herkes toplandığında sofraya geçilecek.

Bu sefer fonda Misty Mountains şarkısının uzun versiyonu olacak.

Yemek sonrası büyükler sofraya geçince çocuklara bu şarkının iki kıtası verilip çalışmaları istenecek.

Sonunda hep birlikte şarkıyı söyleyecekler.

Şarkı bittiğinde ekranda haritayı bulmak için ansiklopedileri araştırmalısın yazısı çıkacak.

Haritaları ansiklopedilerin harita yazan kısmına koydum.

Haritalar bulununca herkesin haritasında rünlerle yazan bir kelimeyi çözüp , bunları birleştirerek asıl mesajı bulacaklar.

Asıl mesaj mesajın haritaların arkasında gizli olduğu ve ayışığında ortaya çıktığı.

Burada devreye üzerine ay resmi yapıştırdığım görünmez kalemin ışığı giriyor:-)

O mesajda da Gollum'un mağarasına gitmek için balıkları izlemeleri yazacak.

Onlar bu mesajları çözerken ben balıkları yatak odasına doğru dizeceğim. Can da odada yerini alacak. Çocuklar odaya giderken fonda Gollum'un balık tutarken söylediği şarkı çalacak. Odaya girecekler kapı kapanacak. Bu arada ellerine bir fener vereceğim. Zira oda karanlık. (Güneş geçirmeyen perdeler sağolsun:-)

Onlara içerde bilmece sorup karşılığında yüzükleri verilirken ben dışarda ivedi bir şekilde çıktıklarında içine düşmeleri için örümcek ağlarını hazırlayacağım. Balıkçı ağı ve kaset içi karışımı bolca hayal gücüyle örümcek ağı olacak umarım. Örümcekler de var. Salonda da yere mavi bir çarşaf serilecek, orası da karşıya geçilecek nehir oluyor.

Örümcek ağlarından çıkanların belinde varil görevi görecek kâğıtları bağlanıp sudan karşıya yuvarlanarak geçirilecekler:-)

Karşıda anahtarlarını kullanmalarını söyleyen bir şifre var. ( Asmayı unutma!)

Herkesin boynundaki anahtarlardan birisinde şifre yazacak. Oyun boyunca tabağın arkasında, ansiklopedide, Gollum mağarasında, örümcek ağlarında ve suda bulacakları harita parçasının sonuncusunun yeri olacak bu şifrede.

Harita parçalarını bir araya getirip hazinenin yerini öğrenecekler.

Kitap en büyük hazinedir yazacak görünmez kalemle ve rünlerle şifreli bir şekilde.

Bilbo'nun kitabının içine doldurduğum taşların içinden "arkenstone"'u bulmaya çalışacaklar. Taş bulununca tv de Smaug'un i'm fire i'm death diyerek uçmaya başladığı kısım gösterilecek. Masanın üzerine konulacak  Smaug resmine okla ateş edilecek ve mutlu son:-)

Altın çikolatalatalar da artık bizim ve hatta pasta bile yiyebiliriz.

Anahtarlarımızın ipine boncuk dizerek kendimize kolye, bilezik de yapabiliriz.

Herkesin hırsızlık sözleşmesi isimlerinin hobbit karşılığı bulunup imzalanarak kendilerine veriliyor.

İşte bu kadar:-)

Ha, çiçekten taçları ve pelerinleri dağıtmayı unutma:-)
...............

Demişim dün sabah. Tabii bu kadar sakin olmadı. Ben sürekli unuttuğum şeylerin peşinden koştum :D Yine de ejderhayı yakaladık, hazineye konduk :D


Bütün her şeyin fotoğrafını çekememişiz. O sırada çok eğleniyorduk anacım, aklımıza çekmek gelmedi :D Hem olaylar hızla gelişiyordu, bizimkisi gibi tehlikeli bir maceraya atıldığın zaman takdir edersiniz ki gülümseyin fotoğraf çekeceğim diyemezsiniz:D


Duvar süsü olarak çıkın :D

Maceranın sonunda içindeki kitap ayraçları, ejderha dövmeleri ve renkli bantları paylaştık :)


Kapıdan eğilerek geçmelisin, burası bir hobbit evi  :D


Partiden önceki akşam, aşka gelip kendine kalkan ve zırh yapan Metehan. Bir yandan malzemeleri topluyor bir yandan bir şeyler yapmak ne güzel diye dolaşıyordu. Mutlu oldum onu seyrederken :D


Ağabeyi tarafından Bilgo ismi koyuldu Bilgiç'e :D Ben de Hobbit kızı oldum :D


İlk misafirler de geldiler. Daha doğrusu destek kuvvetim geldi.


Önce karnımız doysun :)


Hazine haritasını ansiklopedilerde araştırmalısın ipucunu gören çocukların araştırması :D




Haritalar çıkmış, şifreleri çözmek gerek şimdi de :D



Hayır bu üzerine kaset içi atılmış balıkçı ağları değil örümceklerin olduğu orman bir kere :D


Karanlık mağaradan çıkanların şaşkınlıkları :D


Herkes yüzüklerini aldı mı ?


Ne çok şifre var çözülecek :D


Arkenstone aranıyor.

 Uzun uzun arandı minicik taş. En sonunda o kadar kişinin arasına girip şöyle  bir bakan annem tarafından bulundu. Eh, anneler bulur her şeyi değil mi :D


Okla ejderhaya yapılan atışlar. Solda arkası görülen kartonun üzerinde ejderha resmi vardı. Onun önündeki de kalkanıyla ejderhayı koruyan Metehan'ın kolu :D




Kutlamayı hakkettik bence :D



Minik elfimiz harika gözükmüyor mu :D


Annesi de öyle :D



Gandalf The Kürşad :D  Birisi mutfakta bana anlattıklarını kameraya çekseydi komedi şovu neymiş dünya görürdü bence .

Elindekine de sopa deyip geçmeyin Can'ın tasarımı. Ucundaki ışık yere vurdukça yanıp sönüyor :D




Güç yüzüğü hepimizin midesinde :D

 

İyi ki doğdun Bilgehan :D


Ve son olarak, günlerdir benimle dolaşıp yanımda olan, pelerinlerimizi ayarlayıp, sofradaki yiyeceklerin çoğunu hazırlayan biricik anneme, her türlü kaprisimi çeken, partinin teknik işlerini ayarlayan Can'a, bütün hazırlıkları benim gibi keyifle yapan çocuklarıma, dün saat birden akşam ona kadar sürekli ayakta durup  her yeri toparlayan Any'ye,  İstanbul'un taaa öte ucundan gelip mutfağa girerek çıkarttığım bütün bulaşıkları anında yok eden Asu'ya, ben çocuklarla meşgulken etrafta koşturup işleri yoluna koyanlara ve tabii ki partiye katılıp bütün maceraları keyifle yaşayan, insana iyi ki yapmışım bunca şeyi duygusu yaşatan herkese teşekkürlerimi bir borç bilirim.

Sizlere de teşekkür ederim,heyecanımı paylaşıp beni desteklediğiniz için :D

Ay Oscar konuşması gibi oldu. Hadi ben gidiyorum artık. Bir koltuk bulup üzerinden hiç kalkmamayı planlıyorum :D