Akşam saat yedi gibi , üç maç izledikten sonra Roland Garros'tan ayrıldık.
Park bahçe gezmezsem olmayacağından Lüksemburg Bahçesi'ni gözüme kestirdim, oraya gitmeye karar verdik.
Şehrin ortasında kocaman yeşil bir yerdi. İçinde tenis kortları, tiyatro, saray, bol bol heykel, yeşillik, her yere serpiştirilmiş sandalyelere kendini atmış sohbet edenler, koşanlar, yürüyenler, piknik yapanlar...
Orada bir tur atıp nehir kıyısına doğru yemek yiyecek bir yer bulmak için ilerledik.
Benim gibi eski ev hayranı birisi sürekli çiçekli fransız balkonları, zarif binaları fotoğraflayıp durdu tabi.
Bizde de böyle güzel binalar var ama tabela kirliliğinden fotoğraf çekemiyorum. Çektiklerimi kesip biçip, zaman zaman üzeelerindeki kabloları , antenleri itinayla temizleyerek ancak güzel yanlarını gösterebiliyorum. Oysa burada hemen hiç tabela, kirlilik yok, binalar bütün güzelliğiyke karşımızda..
İki bayan tatlı tatlı sohbet ediyorken sessizce geçmeli yanlarından , aman fazla bulaşmamak lâzım:-)
Bu sokak barlar ve sanat galerileriyle doluydu. Önce akşam iş çıkışı tıklım tıklım dolu barlar, orayı geçince de minik minik sanat galerileri. Vitrinlerden içeriye bakına bakına yürüdük.
Kilitli köprüler de olmazsa olmaz :D Nehir turunda uzaktan pırıl pırıl gördüğümde bu köprüyü de neden yapmışlar diye bayağ düşünmüştüm saf saf :)
Sen Nehri'nin kıyısı hep böyle cıvıl cıvıl. Yanında getirdiklerini yiyenler, sohbet edenler.. Bizde olsa nehir pislikten geçilmezdi diye düşündüm acı acı..
Bu çeşmenin önündeki müzik bizi çekti önce insanlar birisinin peşine takılmış dans ediyorlardı:-)
Sonunu çekebildim biraz :)
O tarafa doğru ilerleyince restoranları da görmüş olduk. Fransızca konuşmaya çalışarak garsonumuzu mutlu ettiğimiz yerde karnımızı doyurduktan sonra metroyla otelimize geri döndük. Heyoo, metro durağından otele gitmeyi öğrendik nihayet. (Aralarında elli metre bile yok neredeyse ama ilk gün başka bir istasyonda inip gidince bütünüyle karıştırdık, bir de ha babam gps e bakarken insan maymuna dönüyor:)
İşte böylesi geçti iki gün.
Her şey o kadar güzel denk düştü ki, ayarlasak olmazdı neredeyse.
Ve o iki gün hiç de kısa gelmedi bize.. Dolu dolu olunca bir hafta geçirmiş kadar olduk. Ya da bir haftalık yürüyüş yaptığımız için de öyle hissetmiş olabiliriz tabi, o kısım biraz muallâk :D
Son olarak bir iki şey ekleyeyim.
Toulous'da ingilizce bilen yoktu ama burada merkezde hemen herkes yardımcı oldu, hiç zorluk yaşamadık. Oysa yanıma fi tarihinden kalma kolay fransızca klavuzumu bilem almıştım :)
Fransa'da yaya olmayı sevdiğimi hatırladım. Yayalar yola yaklaşır yaklaşmaz araçlar hemen duruyor. Gece otele dönerken bir sürücü yaya geçidinde beklemedi de geçitten geçen adam dövecekti onu neredeyse :D Can'la çok güldük, bizde olsa, sürücü ezeceği gibi bir de suçlu sen olurdun :)
Trafik lambalarında yayalara kırmızı yansa bile eğer araç yoksa herkes geçiyor, kimse boş yolda beklemiyor manasızca :)
Hava alanından inince metroya giden bedava shuttle var. O bir otobüs değil anacım, otobüs durağında bizim gibi saf saf beklemeyin alt kattaki tren gidiyor metroya :)
Metro duraklarından çıkınca sudan çıkmış balığa dönüyorsun iyi bir harita şart.
Şimdilik aklıma gelenler bunlar. İki günde bilirkişi olacak halim yok zaten :D
Bir maceramız daha burada sona erdi.. Bir dahaki sefere görüşmek üzere efendim :)
Park bahçe gezmezsem olmayacağından Lüksemburg Bahçesi'ni gözüme kestirdim, oraya gitmeye karar verdik.
Şehrin ortasında kocaman yeşil bir yerdi. İçinde tenis kortları, tiyatro, saray, bol bol heykel, yeşillik, her yere serpiştirilmiş sandalyelere kendini atmış sohbet edenler, koşanlar, yürüyenler, piknik yapanlar...
Orada bir tur atıp nehir kıyısına doğru yemek yiyecek bir yer bulmak için ilerledik.
Benim gibi eski ev hayranı birisi sürekli çiçekli fransız balkonları, zarif binaları fotoğraflayıp durdu tabi.
Bizde de böyle güzel binalar var ama tabela kirliliğinden fotoğraf çekemiyorum. Çektiklerimi kesip biçip, zaman zaman üzeelerindeki kabloları , antenleri itinayla temizleyerek ancak güzel yanlarını gösterebiliyorum. Oysa burada hemen hiç tabela, kirlilik yok, binalar bütün güzelliğiyke karşımızda..
Vitrininde eski kitap olan bu dükkân açık olsa hemen girerdim:-)
İki bayan tatlı tatlı sohbet ediyorken sessizce geçmeli yanlarından , aman fazla bulaşmamak lâzım:-)
Bu sokak barlar ve sanat galerileriyle doluydu. Önce akşam iş çıkışı tıklım tıklım dolu barlar, orayı geçince de minik minik sanat galerileri. Vitrinlerden içeriye bakına bakına yürüdük.
Kilitli köprüler de olmazsa olmaz :D Nehir turunda uzaktan pırıl pırıl gördüğümde bu köprüyü de neden yapmışlar diye bayağ düşünmüştüm saf saf :)
Sen Nehri'nin kıyısı hep böyle cıvıl cıvıl. Yanında getirdiklerini yiyenler, sohbet edenler.. Bizde olsa nehir pislikten geçilmezdi diye düşündüm acı acı..
Bu çeşmenin önündeki müzik bizi çekti önce insanlar birisinin peşine takılmış dans ediyorlardı:-)
Sonunu çekebildim biraz :)
O tarafa doğru ilerleyince restoranları da görmüş olduk. Fransızca konuşmaya çalışarak garsonumuzu mutlu ettiğimiz yerde karnımızı doyurduktan sonra metroyla otelimize geri döndük. Heyoo, metro durağından otele gitmeyi öğrendik nihayet. (Aralarında elli metre bile yok neredeyse ama ilk gün başka bir istasyonda inip gidince bütünüyle karıştırdık, bir de ha babam gps e bakarken insan maymuna dönüyor:)
İşte böylesi geçti iki gün.
Her şey o kadar güzel denk düştü ki, ayarlasak olmazdı neredeyse.
Ve o iki gün hiç de kısa gelmedi bize.. Dolu dolu olunca bir hafta geçirmiş kadar olduk. Ya da bir haftalık yürüyüş yaptığımız için de öyle hissetmiş olabiliriz tabi, o kısım biraz muallâk :D
Son olarak bir iki şey ekleyeyim.
Toulous'da ingilizce bilen yoktu ama burada merkezde hemen herkes yardımcı oldu, hiç zorluk yaşamadık. Oysa yanıma fi tarihinden kalma kolay fransızca klavuzumu bilem almıştım :)
Fransa'da yaya olmayı sevdiğimi hatırladım. Yayalar yola yaklaşır yaklaşmaz araçlar hemen duruyor. Gece otele dönerken bir sürücü yaya geçidinde beklemedi de geçitten geçen adam dövecekti onu neredeyse :D Can'la çok güldük, bizde olsa, sürücü ezeceği gibi bir de suçlu sen olurdun :)
Trafik lambalarında yayalara kırmızı yansa bile eğer araç yoksa herkes geçiyor, kimse boş yolda beklemiyor manasızca :)
Hava alanından inince metroya giden bedava shuttle var. O bir otobüs değil anacım, otobüs durağında bizim gibi saf saf beklemeyin alt kattaki tren gidiyor metroya :)
Metro duraklarından çıkınca sudan çıkmış balığa dönüyorsun iyi bir harita şart.
Şimdilik aklıma gelenler bunlar. İki günde bilirkişi olacak halim yok zaten :D
Bir maceramız daha burada sona erdi.. Bir dahaki sefere görüşmek üzere efendim :)
- Mayıs 31, 2015
- 18 Yorum