Mart Ayı Özeti

Şubat kadar hareketli geçmemiş bu ay :)

Doğumgünü kutlamalarımız olmuş

Kazalar atlatmışız, neyse , geçti geçti...

3-4 defa misafir ağırlamışım, 1-2 kere de biz gitmişiz

Dünya saatini kutlamak için gece buz gibi havada sahile inmişiz, macera olmuş :)

Teyzem gelmiş, hasret gidermişiz

Film Festivali'ni açmışım

Böcekim alınmış

Şişli Bilim Merkezi gezisi yapmışız

Bilet koleksyonumu düzenlemişim

Pek kitap okumamışım bu ay, ne ayıp bana...

Final Cut- Ladies and Gentlemen


İstanbul Film Festivali'nde seçtiğim ilk film buydu. İlginç olacağını düşünmüştüm gerçekten de öyleydi. Film 500 kadar ünlü filmin kesilmesiyle elde edilmiş. İçinde olmayan oyuncu yok.

Bütün filmlerden küçük kesitler alarak birleştirmek suretiyle bir aşk hikayesi oluşturulmuş. İnsan oyuncuları gördükçe bir hoş oluyor. Alt yazıyı okumak için kafanı çeviremiyorsun çünkü saniyede değişiyor ekrandakiler. Ama zaten konuşmaların pek de önemi yok.

Şarkılar harika. İzlerken bir sürü eski filmi yeniden seyretmek istiyor insan.  Charles Chaplin'den Avatar'a herkes orada.

Ve düşünüyorsun. İnsanlar her daim değişse de, evler, şehirler, eşyalar değişse de olaylar,duygular hep aynı. Bir aşk hikayesi hep aynı kalıyor...

Festivaldeki son gösterimi 09.04.2013,13:30,City's de, ola ki yolunuz düşerse bence seyredilesi bir film...

Vincent Willem van Gogh (30 Mart 1853 – 29 Temmuz 1890)


En sevdiğim ressamlardandır Van Gogh.

Akira Kurosawa'nın Düşler filmindeki Kargalar adlı düş onunla ilgili, hem de alt yazılısını buldum sizin için :) Tablolarının içinde kaybolmak isteyenler seyretsin ... (Yani benim gibi burnunun dibine kadar sergisi gelip de tablolarının içinde kaybolma olanağı olan, ama becerip gidemeyenlere avuntu olsun..)

Bir Şey Dilerken Pek Dikkatliyimdir :)

Daha henüz Maçka-Taşkışla arası teleferiğin kendisi yok sadece hayali varken, bayağı uzun sürüyordu Maçka kampüsünden Gümüşsuyu kampüsüne gitmek.

Sıcak, bunaltıcı bir günde enerjimin son demleriyle İnönü Stadı'nın arkasındaki yokuşu tırmanırken "Allahım şimdi yanımda bir araba dursa, beni götürse okula kadar ne güzel olurdu." diye aklımdan geçirmiştim. Tabi ayrıntılara girmesem de araba da sahibi de pek güzeldi hayalimde...

Aradan bir kaç dakika geçti geçmedi yanımda eski mi eski ,koskocaman bir belediye otobüsü durdu. Ben şaşkın bakışlarla şöföre bakarken - o kadar şaşkın şaşkın bakıyordum ki adamın ne dediğini bile hatırlamıyorum şu anda- o beni götürmeyi teklif etti.

Ha ha ha.. İşte o günden sonra bu dilek meselesini pek ciddiye almaya başladım :)

Where Did All The Love Go ?

Insanlar bir koşturma içinde.
Kimsenin kimseye ayıracak vakti yok.
Bir sürü hareket var ama elimizde bir şey kalmamış.
Çevreme her baktığımda içimi acıtacak bir şey görüyorum.
Değerler kayboluyor, ilişkiler sığlaşıyor, insanlar kopuyor birbirinden.

Gözlerimizi bir ekrana dikmiş seyrediyoruz.
Televizyon, bilgisayar, cep telefonu, tablet ne bulursak seyrediyoruz.
Manasızca seyrediyoruz.
Düşünmeden , hissetmeden, aldırmadan seyrediyoruz.

Bütün umutlar nereye gitti?
Bütün coşku nereye gitti?
Bütün masumiyet nereye gitti?
Bütün sevgi nereye gitti?

"Whatever happened to the
Youth of this generation?
'Cos it still ain't right

Where did all the love go?
I don't know, I don't know
[I bet you can't see it]
Where did all the love go?
Now I don't know why
Oh why"



Not: Buraya şarkıyı dinlerken aklımdan geçenleri yazdim. Asıl sözleri şurada

AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Sabah sabah Garanti Bankası'nın operatörü sinirlerimi zıplattı. Uzun bir kayıt dinledikten sonra ya "Evet" ya "Ayrıntılı bilgi" tuşuna basmak durumundayım. "Hayır" tuşu yok. Telefonu kapattığım için de sürekli aranmaktayım. Alo Garanti'yi arayıp bildireyim dedim, onu da abuk subuk birşey yapmışlar, karşındaki makinaya derdini anlatmaya çalışıyorsun.

O kadar sinirliyim ki, sakinleşmek içi biraz fotoğraflara bakayım dedim. Gidip birilerini dövmeden sakinleşecek halim de yokmuş gerçi ama neyse belki sizin işinize yarar anacım.

Not: Bloggera da birşey olmuş, sürekli bir reklam şeyleri çıkıyor. Bilgisayarım kapatıp tekrar aç komutu veriyor. Bu arada Digitürk IQ'ya geçtik geçen gün, makinası HD yayın vermiyor, ne derlerse desinler...

Ciddi bir Towandaaaaa durumundayım... AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Tamam.. Derin nefes Handan... Derin nefes.... Derin nefes.....

Bak ağaçlar, çiçekler, balonlar falan...

Şşşşşş....







Nanım Oğlum Nanım Oğlum :)

Kimileri sen çok doğum havasına girdin, erken doğacak bu çocuk demişlerdi , gülüp geçmiştim, bu bebek içerde koç gibi tepiyor, hayatta balık burcu olmaz diye düşünüyordum. Hem de ne tepinme, kaburgama hâlâ el değdiremiyorum bu kadar zaman sonra bile :)

Aslında 21 Mart'ta bekliyorduk. Mart başında nihayet izne çıktığımda sana sıkı sıkı tembihlemiştim, oğluşum annen biraz dinlenmeden çıkıp gelme sakın diye ama bu kadar da kal dememiştim :)

En sonunda doktorumuz rest çekmese "Ya sezeryanla alırım ya başka doktor bulursun" diye, ben evin koridorunda ileri geri yürümeye devam edecektim ya... Son üç güne kadar bütün hamileliğini turp gibi atlatan annen en sonunda ateşlenip yataklara düştüğünden ve evdeki diğer herkes de aynı durumda olup öksürükler burun çekmelere karıştığından bu mikrobik ortama hiç bulaşmayayım diye yerinden kıpırdamadın bence :)


Daha doğduğunda düşünceli bakışların vardı, babana kendimize çeki düzen verelim bu bebek herşeyi anlıyor demiştim.

Çekik gözlerinle "Japon Balığım", kıvrılmış halinle "Top Böceğim" din.



Zaman ne kadar çabuk geçiyor.

Ne mutlu bana ki bugün, her durumda kendine gülümseyen, çalışkan, zeki, sorumluluk sahibi, iyi kalpli, harika bir delikanlı ile birlikteyim.

Senin annen olmak her an başka bir mutluluk canım oğluşum.

İyi ki doğdun.


Film Festivali

İstanbul Film Festivali önümüzdeki hafta başlıyor ve ben bugün rekor olarak tam dört filme bilet almayı başardım.

Bilet almak deyip de geçmemek lâzım, Rexx Sineması'na gitmem en fazla yarım saat alıyor olabilir (Bu arada niye Reks değil artık onu da anlamıyorum ya neyse) plan yapması hiç kolay olmuyor ama..

Sağ olsun sevgili eşim beyin iş durumu ancak bir önceki ayın 29'undan öğrenilebildiği ve festival de tam o sırada başladığı için havaya bir atış yapmak durumunda kalmaktayım. Gerçi iş durumu belli olduğunda da sadece 7-8 günü kesin gerisi yine değişebiliyor.

Bu durumda bana yakın yerler (Rexx yani) ve sabah matineleri üzerine yoğunlaşmaktayım. Hatta onu da haftanın üç günü yapabilmekteyim zira o günler Bilgiç 14:10 da çıktığından eve yetişebiliyorum.

Topu topu 6 film ediyor dolayısıyla bu durumda, eh hepsini beğenmek durumunda da değilim...Hiiiç kolay fim beğenmem söylemiş miydim bilmem.

Sonuçta tam dööörrrt biletim olması gerçekten mucize :)

İlkine Can'la gidiyorum o kesin, çocukları anneme bırakıp kaçamak yapacağız.

İkincisine annemle . Can evde olmasa bile okul zamanına denk geliyor.

Üçüncüsüne kimle gideceğim o bir muamma. Eğer Can evde olmazsa annemle de gidemem zira bu film 13:30 'de.  Ama iki bilet aldım yine de.

Dördüncüsüne , eğer Any gelmeyi başarabilirse, üç kız gideceğiz.

Yaaa, işte böyle.

Hey gidi eski günler hey. Her zaman film festivaliydi bizim için, okuldan çıkıp İstiklâl Caddesi'ne doğru şöööyle bir uzandın mı... En kötü ihtimalle dersi kırıverirdin :)

2013 Dünya Saati Kız Kulesi


Bol sallantılı, bol fon konuşmalı olsa da :)

Hımf, o kadar soğukta, karanlıkta, ellerindeki makinayı korkuluk üzerinde sabit tutmaya çalışarak onlar çeksinler de görelim bakalım :D Bir taraftan da sürekli konuşan çocuklarına lâf yetiştimeye çalışıp bir taraftan da fazla ses çıkartmamaya da çalışmaları gerek tabi :D

Neyse çok uzatmayayım. Birinci videonun sonunda Boğaziçi Köprüsünün ışıkları da sönüyor.



Çılgın Dünya Saatçileri :)

Termosta çay, neskafe..
Tamam..
Atıştırmalık bisküvi...
Tamam..
Oturacak kilim...
Tamam..
Üzerimize alınacak şallar..
Tamam..
Fotoğraf makinası..
Tamam..
Kat kat kıyafetler..
Tamam..
Dünya saati tişörtleri..
Tamam..
Çılgın altı tip..
Tamam...

Ekibimiz saat sekiz gibi yola düşerek hem Kız Kulesi hem de Boğaziçi Köprüsünü görebilecekleri uygun bir yer , uygun bir bank seçerek hazırlanır.

 Yok canım, kimse üşümedi ki :)
 Can rüzgâra inat dünya saati mumumuzu yakmayı başardı. Yani göremeseniz de o bardağın içindeki mum. (Tamam Metehan, bardak fikri senden çıktı, unutmadım:)
 Annesiyle kızısı :)
 Anneleriyle oğluşları.

Bu çocuklar hayatları boyunca ya her etkinliğin peşine takılacaklar ya da kaçacaklar :)

Not: Kesinlikle o kadar şişmanlamadım, üç kat kıyafetin üzerine tişörtü giymeye çalışmaktan öyle gözüküyorum :)

Asıl Not : Kız kulesinin ışıklarını söndürmesi videosu azzz sonra, yok yok ancak yarına olur :)

Dünya Saati







Domino etkisinin nasıl olduğunu bilirsiniz. Belirli bir sistem içinde yer alan her şey birbirini etkiler. Birinin ilk taşı düşürmesiyle yepyeni bir tablo karşınıza çıkar. Bu değişimin ta kendisidir ve yalnızca bir kişinin adım atmasıyla başlar. Buradaki ilk domino sizsiniz! Değişimi başlatmak için gücünüz var. Siz ve sizin etkilediğiniz diğer domino taşları gezegenimiz için arzu ettiğimiz geleceği yaratmamızı sağlıyor.

Dünya Saati, her yıl iklim değişikliği başta olmak üzere gezegenimizin karşı karşıya olduğu çevre sorunlarının çözümünde herkese rolünü hatırlatıyor. Bir insanın tek başına yaptığı değişim daha sonra etrafına ilham veriyor. Dünya Saati'ni dünyanın en büyük küresel çevre hareketi yapan, bireylerin değişime olan inancı, değişim için yaptıkları. Bu yüzden Dünya Saati'nde sembolik olarak kapatılan ışıklar enerji tasarruf etmekten ziyade gezegenimizin geleceği için bireyler ve kurumlar olarak doğaya uyumlu, sade yaşamın yollarını aramak için değişim kararı almak yapılan başlangıcı simgeliyor. (http://www.dunyasaati.org/dunya-saati-2013)


Geçen sene ışıkları, televizyonu, bilgisayarı velhasıl evde elektrikli ne varsa kapatıp bir saat boyunca birbirimize fıkralar anlatmıştık. Biliyor musunuz o bir saat nasıl uzun ve güzeldi... Hani hayat çok kısa, zaman bir su gibi akıp gidiyor diyoruz ya hep. Bir saat bile oldukça uzun, dolu dolu, keyifli geçebiliyor seyretmeyip yaşadığımızda...

Geçen akşam sevgili Ayşe arayıp "Cumartesi akşamı ne yapıyorsunuz, sahile gidip ışıkların kapanmasını izleyelim mi?" diye sorana kadar aklıma gelmemişti ama eğer çok yağmur falan olmazsa biz bu akşam 8:30-9:30 arası mumlarımızla sahile gidip Boğaz Köprüsü'nün ve diğer bir çok yerin ışıkların kapanmasını seyredeceğiz. Kim bilir belki doğa da bize bir iyilik yapıp gökyüzünü açık tutar da yıldızlara ulaşabiliriz....

Ekinoks

Gece gündüze eş oldu yine, ne güzel :)

Işe Yarıyor Bu Böcek :)

10 gün olmuş bile böcek geleli. (Bknz) Birbirimize alıştık iyice :)

Özellikle mutfakta çok kullanıyorum. Yemek yaparken ya da bulaşık yıkarken sandalyeleri toplayıp böceği yere bırakıyorum. Ben işimle uğraşırken o da süpürüyor.

Yatak odasında da çok iyi. Yerde iki küçük kilim var onları kaldırıp böceği bırakıyorum, kapıyı çekip çıkıyorum. Döndüğümde şifonyer ve komidinlerin altı bile pırıl pırıl oluyor. Yatağımın altı yüksek olsa onu da hallederdi .

Salonda işimiz biraz zor, hem çok büyük hem çekilecek kapısı yok. Daha üst modellerinde sanal duvar diye birşey var, onu kurduğunda engelliyor diğer yana geçmesini ama ben evdeki elektronik dalgalara bir yenisini daha eklemek istemediğimden almamıştım onlardan. Eski usul terlik falan koyuyorum yoluna:)

Bir de halıda pek verimli değil. Takılması bir kenara benim halım pek uzun tüylü olmadığı halde çekemiyor .

Çocuk odasını oyuncaksız bulduğumda oranın da halısını alıp (Küçük hafif bir halısı var zaten) böcek operasyonuna geçebiliyoruz :)

4-5 saatte şarj oluyor, 50 dakika kadar gidiyor şarjı. Bütün eve yetmiyor ama dediğim üç odayı hallediyor, o arada ben de salonu süpürüyorum :)

Yalnız şuraya birşey dökülmüş alsın diye birşey yok, kendi kafasına göre önce bütün alanı çarprazlama gidiyor, sonra dönerek kenara kadar ulaşıyor, ardından kenarları dolaşıyor en son yeniden gezinmeye başlıyor. Yani tozun ortasına bıraksak da arkasını dönüp gidebiliyor:)




Merak edenler için bir de tanıtım filmi ekleyeyim dedim :)

Yalnız bu model şarjı bitince olduğu yerde kalıyor, Çalışanlar için işi bitince kendiliğinden şarja takılanlar daha doğru bir karar olur. Sanırım onların toz yeri de daha büyük, benimkisi iki odada doluyor zira :)

Sonuçta acaba işe yarar mı, gereksiz bir iş mi yaptım diye düşünüyordum, oldukça işime yarıyor. Ah o büyük süpürgeyi sürekli taşımaktan kurtulmak harika :)

Bu kadar reklâma easystar yetkilileri artık bir düzine kadar bedava filitre yollarlar diye düşünüyorum :)

Rock of Ages



Yeni bir ütü filmi buldum kendime:)

Film olarak pek bir numarası yok ama eğer rock müzik seviyorsanız keyifle seyrediliyor. Bu arada birçoğunun sözlerini de öğrenmiş oldum.

Tom Cruise'i çok aramışlar mı bilmiyorum gerçi. Herhalde müzikle en az alakalı aktördür kendisi :)



Ha ha ha, ben çok eğlendim seyrederken.

Kayda Değer Birşey Yok

Sıradan bir cumartesi sabahı...

Çocuklar hafta sonu demeden saat yedide ayaktalardı, kahvaltılarını yaptılar, bilgisayar oynuyorlar. Birazdan Metos, bir saat sonra da Bilgiç gidecek dersine.

Can uyuyabileceği son ana kadar yatıyor.

Ben kahvaltımı yaptım çay keyfindeyim.

Hava soğuk. Zaten çok sıcaktı bir kaç gündür bekliyordum bunu. Gece sabaha karşı kar yağmış ama görmedim ben, şu an yağmurlu.

Mutfak dağınık. Salon masası bilet koleksiyonu zamazingoları ile dolu. Kapısının camı kırık çocuk odasında transformerslardan adım atacak yer yok.

Herşey sıradan, yani.

Ne güzel.

Bu yaştan sonra sıradışı bir şey olması pek hayırlı olmuyor zaten, ben memnunum böyle sıradan sıradan :)

Günaydın herkese.


Sen Ne Dersen De 2...

Hayırlısıyla bugünü bir atlatsaydık ya rabbim...

Çocuklar odanızın kapısını itiştirip durmayın, cam o kapı başınıza geçecek bir gün deyip duruyordum ki o gün bugünmüş...

Bir iki kesik ve bol sıyrıkla atlattı Metos. Bilgiç nasıl kurtulmuş bilmiyorum, asıl onun tarafına inmiş koca cam.

Tuzla buz olmuş.

Bir saattir cam temizlemeye çalışıyorum.

Of of....


Tatlı Yiyelim...




Tatlıyı sevmekle birlikte şekerle pek alâkam yoktur ama bu pufuduk şeyler hep hoşuma gitmiştir. Bu sabah markette yine gözüme takılınca , amaaan al işte bu seferlik diyerek attım çantaya. Yazıyı yazana kadar tabaktakiler bitti neredeyse:)

Sen Ne Dersen De...

Yolda giderken uzaktan bir araba görünce Bilgiç oğlum hemen kendisini bir kenara atmak için panik halde koşturuyor. Nedense çoğu kez karşı kenara atmaya çalışıyor. Ne kadar anlattım bilmiyorum, "Oğlum sakince olduğun tarafın kenarına yaklaş, koşuşturma öyle çok tehlikeli." diye...

Okullarına çıkan bir yokuş var, dar, dik ve kaldırımsız. Okul zamanı bayağı yoğun oluyor tabi. Bu sabah orada bir iki adım ilerledik araba sesi duydum, önümdeki Bilgiç'e araba geliyor dedim, dedim ki zaten kenardayız duvara iyice yanaşsın. Benim oğlum bir anda yolun diğer yanına koşmaz mı. Saniyeler içinde , gözümün önünde çarptı arabaya.... Allahım... Neyse ucuz atlattı, sıyırdı kenardan.

 Arabayı kullanan kadın durdu, özür diliyor, ne diyeyim ki ona ,benim oğlum gidip çarptı arabasına...

Yok yok, sen ne dersen de, ne anlatırsan anlat... Bir kere beş kere değil , her gün her fırsatta söylediğim halde, ııh, bir işe yaramıyor.

Allahım sen koru çocuklarımızı...Amin..

Ivır Zıvır Işlerle Uğraşmaktayım






Nasıl özeniyorum cıvıl cıvıl scrapbook mu nedir onlardan yapanlara, ama bende yetenek yok yetenek...

Bilet koleksyonumu düzenlemek için daha önce de uğraşmıştım ama beğenmemiştim. Dün tchibodan renkli bantları alınca heveslenerek yeniden oturdum başına ama istediğim gibi olmuyor. Güya simetri gibi takıntılarımı atlatmak için yamuk yumuk yaptım iyice ama hani üşenmesem söküp yeniden düzelteceğim. 

Of of...


Neyse, olduğu kadar artık. Zaten biletlerin arkası yapışmasın diye teker teker şeffaf naylondan cepler yapması yeterince zor, süsü de olmayıversin...

Içeriğe bakalım değil mi ama, mesela otobüs bileti diye bir kavram kalmamışken elimdekiler tam bir hazine :)

Daha çoook bilet var çoook :)

Siyah Beyaz

Çimenlere uzanmış poz vermisler, takım elbiseleri, kravatları... 

Arkasında bir not: Floryada aldırmış olduğumuz bir hatıra...

12.7. 32

Benim küçük oğlumun doğumgününden tam 70 yıl önce...

Arkadaki üçlüden en sağdaki anneannem. Tam okunmuyor, Sadiye ve kızım Emine ile çektirdiğim fotoğrafım yazıyor galiba. 5.8.38 Ayşe


Askerdeki Amuceniz Ahmet Ihsan, 29.9.31'de fotoğrafının arkasına daktilo ile şiir yazıp sevimli Halit Efendi'ye göndermiş...

Hüzün ve sevgiyle baktım hepsine...

Ne mutlu size ki üzerinde 50 kr etiketiyle bir yol kenarında kimsiz kimsesiz kalanlardan değilsiniz diye fısıldadım.

Bakalım bizim yere göğe sığmayan fotoğraflarımız ne olacak bundan yıllar yıllar sonra....

Annem Dedi ki

"O ne baştan savma kadınlar günü kutlaması olmuş, ben de kızım güzel birşeyler yapmıştır diye bir baktım, hayal kırıklığına uğradım.."

Eeee, ben de farkındaydım biraz öyle olduğunun ama dün gecenin bir yarısı hazırladıydım hızlıca bu sabah evde olmayacağım için...




Yeni birşey değil bu kolaj ama çok severek yapmıştım. İçine bazı yeni ilaveler yaptım.

Anneciğimin harika şiirini bir kere daha keyifle okuyalım :)

Kadınlar günümüz kutlu olsun :)

Artık Saçımı Süpürge Etmeme Gerek Kalmadı :)

Can elinde kadınlar günü hediyemle geldi.


 Epeydir göz kesmekteydim kendisine. Aslında çok fonksiyonlu , daha akıllı modelleri var ama ben en basitini istedim. ( Evlenirken son model olsun diye almış olduğum 100  programlı surekli kafasını yiyen bulaşık makinamdan sonra akıllandım artık.)


Bir şarj olsun, yanımdan hiç ayırmayacağım onu:) 

Bir de isim bulmalı.

Saçaklı ile Püskül arasında kararsız kaldım. Bilgiç Asimo2 olsun dedi.

Fikirlere açığım anacım :)

Güle güle kullanayım diyeceğim ama onun özgür iradesi var kullandırmaz kendini :)

Pırasayı Benim Kadar Seven Var mı Bakiim ?



En sevdiğim sebzelerden biri pırasadır. Bizim evde haftada bir pişer. (Kışın tabi, yazın hiç almam.) Yan yemek olarak değil ana yemek olarak. Sebzelerin hepsini severim ama bunun en güzel tarafı, yarım saatte yıkayıp , hazırlayıp, pişirip sofraya getirebilmem:) Insan başka ne ister? Arada kıymalısını yapsam da asıl bol limonlu soğuk soğuk yemeği severim. Tabii ki bizimkiler bayılmıyorlar ama bir tabak oflana puflana  da olsa yeniyor :)
Bakayım ne gibi faydaları varmış dedim :
"Bol miktarda C, K ve B vitaminleri ile potasyum, kalsiyum, silisyum, manganez, kükürt, bakır, iyot ve demir içeren pırasa besin değeri yüksek bir gıdadır.
Pırasanın Faydaları: Vücuda kuvvet verir. Kan yapar ve kansızlığa iyi gelir. Sindirim sistemi için çok yararlıdır. Sindirimi kolaylaştırır. Sinirleri kuvvetlendirir. Böbrekleri, bağırsakları ve mideyi çalıştırır ve güçlendirir. Böbrek kumlarını ve taşlarını dökmeye yardımcı olur. Vücudu ve kanı temizler. Astım, romatizma, egzama ve damar sertliğine karşı faydalıdır. İdrar söktürücüdür. Bağırsakları yumuşatır ve Kabızlığı giderir. Basur şikâyetlerine karşı oldukça faydalıdır. Anne sütünü arttırır. Kansere karşı koruyucudur. (my dear body sitesinden alıntıdır) "
Daha ne olsun?

Bir Varmış Bir Yokmuş

Şimdiki halimle bir alâkası yok ama bir zamanlar ben banka müfettişiydim. He valla.

Üç sene süren eğitim ve sınavların sonunda tam müfettiş olduğum sırada evlendim.  Tabi benim işim Istanbul'da, Can ve evimiz Izmir'de olunca Izmir'deki bütün şube teftişlerine beni gönderiyorlardı sağolsunlar.

Ve fakat arada olayı o kadar abartıyorlardı ki.

Izmir'de bir şubede işim başımdan aşkın uğraşıyorken telefon çalar..

-Alo.
-Handan Hanım ... Bey' bağlıyorum.
-Tamam
-Merhaba Handan
- Merhaba üstad
- Orada bir firmanın birşeyi gerekiyor, onları arayıp söylemeni istiyorum.
-(Allah allah, ben niye buradan arıyorum, beni arayana kadar onları arasaydınız ya diye bağıran bir iç ses..) Tabi üstad.

Bu da nereden geldi şimdi aklıma hiç bilmiyorum valla. Ama epeydir bir anı köşesi yapmak istiyordum, böylece açılışı yapmış oldum :)

Bak bir de şunu anlatayım.

Teftişteki ilk günüm, şubedeyim. Yanımdaki üstad "Yeşil kalemin var mı?"diye sorduğunda ona manasızca baktım. Ne bileyim müfettişler -ve bankada sadece onlar- yeşil kalem kullanırlarmış meğer. Sonraları pek haşır neşir oldum tabi yeşil kalemlerle.

Derin Yeşil





"Anne?" Merakı iyice artmıştı. "Eğer bir kuyuya bozuk para atıp dilek tutacak olsaydın , ne dilerdin?"
"Nereden çıktı bu? Hayatımda hiç öyle birşey yapmadım, ne bileyim?"
"Elbette yapmamışsındır, öyle ya. Hayatta coşkuyla ilerleyip, kendi dileklerini kendin gerçekleştirmekle meşgulsün çünkü."
Ryan annesine yorgun bir gururla baktı.


Çocukların kitaplarını okumaya devam ediyorum:) Dilek kuyusundan para alan üç arkadaşın başına gelenler bayağı gerilimli doğrusu :) Ama en çok kitabın sonlarındaki bu konuşmayı sevdim.

Hayatta coşkuyla ilerleyip kendi dileklerimizi kendimizin gerçekleştirmesini diliyorum hepimize :)

Yorum Yok...

Meselâ ben eskiden kendisini yere atmış tepinen çocuklar gördüğümde ister istemez ailelerini suçluyordum . Sonra ne oldu ? Benim oğlum onu tutan annesinin ellerinin ve paltosunun arasından sıyrılıp kendini yerlere atmayı başardığında vazgeçtim bu düşüncemden tabi... Beyefendi hiçbir isteğine bu şekilde nail olamamıştı ama bu onu kendini yere atmaktan alıkoymuyordu .

Meselâ ben yanımda güzel güzel duran, her dediğim açıklamayı anlayan çocuğumu gördükçe pek matah bir anne zannediyordum kendimi. Bir kaç sene sonra beni hiç umursamadan giden bir çocuğun ardından saç baş dağılmış vaziyette bağrınıp bütün karizmayı yerle bir edince bu olayda benim rolümün pek küçük olduğunu idrak ettim.

Meselâ ben, güzel güzel açıklayınca, hadi o da geçsin, en azından söylediklerim başlarına gelince dediklerim dikkate alınır diye düşünüyordum. Ne kadar tırnaklarının altında iltihaplar toplanıp dolamalar çıksa da hâlâ "Ellerinizi yıkayın" söylemi olmadan kimsenin gidip el yıkadığı falan yok ve peşinden "Sabunlaaa.." diye höykürmezsem sabuna el süren de yok...

Meselâ ben çocuklarını hiçbir şeyle korkutmazsan onlar da bir şeyden korkmaz sanıyordum. Ne öcü, ne kedi köpek, ne doktor ne bir şey, ağzımdan bir tane bile korkutma sözcüğü geçmemiş bir anne olmakla övünmekle birlikte akşamları dişini fırçalamaya yalnız başına gidemeyen çocuğuma lâf anlatmakla uğraşıyorum sürekli. Banyonun kapısı da hani neredeyse oturduğumuz odaya bakıyor, durum o derece vahim yani :(

İşte 14 yıllık anneliğim sonunda artık gıkımı çıkartmıyorum, hiç yorum yapmamaya çalışıyorum.

Bu benim de başıma gelmesin diye dua ediyorum o kadar...

Nihayet yükleyebildim bu slayt gösterisini... Aslında büyük ve net bir şekilde yapmıştım ama tabii ki o yüklenemedi, bu küçük halini paylaşıyorum sizinle.

Bu şarkı son günlerde en çok sevdiğim şarkılardan birisi. Tekrar tekrar dinliyorum. Müziği de sözleri de çok güzel ..

Şurada sözlerini ve çevirisini bulabilirsiniz...


Şimşek fotoğrafları Can'ın objektifinden. Belki hatırlayanlarınız olur bir Erdek tatilinde havai şimşek gösterisi yaşamıştık. (Tıkınız)

Neyse uzatmayayım, beş dakikanız varsa eğer fotoğraf ve müziğe bırakın kendinizi :)

*~*~~**~~*~*

Sen de birisinin mucizesini gerçekleştirebilirsin aslında

Apartmana yeni taşınan birisine kek yapıp götürebilirsin meselâ
Bilirsin
Insana o en yorgun anında nasıl güzel gelir kekin kokusu

Hasta olduğunu bildiğin bir arkadaşına
Birşey istersen çekinme söyle demeyip
En sevdiği çorbayı pişirebilirsin meselâ
Taze ekmek de alıp yanına verebilirsin
Bilirsin
Insan hastayken canı hiçbir şey istemez
Ama sımsıcak bir yemek gelince önüne ne güzel olur

Bahçenin çimlerini biçerken güneşten yanmış görevliye bir bardak buz gibi içecek ikram edebilirsin

Ne bileyim her sabah rastladığın yaşlı teyzeye günaydın diyebilirsin gülümsemeyi unutmadan

Sana çay getiren çaycıya teşekkür edebilirsin gözünün içine bakarak

Çok fazla birşey değil aslında

Hayat kurtarmak gibi, önemli birşeyler icat etmek gibi kocaman olması gerekmez ama
Topladığın bir buket çiçek yeter bazen
Içten bir telefon
Yolladığın bir kart
Hatırladığın bir doğumgünü

Sen de birisinin mucizesi olabilirsin
Unutma.

Bahar Gelmiş :)














 Not :Bir daha tomurcuk fotoğrafı çekmek için manuel fokus yapabildiğim diğer makinamı götürmem gerektiğini iyice anlamış bulunmaktayım. Bununla netlik ayarı yapılmıyor bir türlü. Bir takla atmadığım kaldı ama ancak bu kadar oldu....