Güz Okuma Şenliği Sonu

Güz de geride kalmış. Bakalım neler okumuşum bu üç ayda.

1.Kategori (10 puan): "İsminde GÜZ mevsimini çağrıştıran bir kelime geçen veya olayların Güz'de geçtiği bir kitap."  


Pekin'de Sonbahar / Boris Vian / Can Yayınları / 263 sf

Bu kitabın yarısına kadar okudum ama devamını getiresim gelmedi. 

2.Kategori (10 puan): Adında Zaman zarfı olan bir kitap. 

Erken Kaybedenler / Emrah Serbes / İletişim Yayınları / 102 sf 

3.Kategori (10 puan): Latin Amerika / Uzak Doğu Edebiyatından iki kitap. 

4.Kategori (10 puan): İrlandalı / Hintli yazardan bir kitap. 

İtalyanca Aşk Başkadır / Maeve Binchy / Doğan Kitap / 329 sf

5.Kategori (10 puan): Bilim Kurgu / Fantezi türde bir kitap.

Derde Deva Randevu / Murat Menteş  / Alfa Yayınları / 231 sf

6.Kategori (10 puan): Ölmeden önce okunması gereken 1001 kitap listesinden bir kitap. 

Biri Hiçbiri Binlercesi / Luigi Pirandello / Kırmızı Kedi / 223 sf

Bu kitaba da başladım ama sıkılıp bıraktım, daha çok okumak istediklerim vardı sırada, belki sonra okurum.


7.Kategori (10 puan): Dünya Klasikleri yada Modern Klasiklerden bir kitap. 

Demir  Ökçe / Jack London / İş Bankası Yayınları / 320 sf

Buna son günlerde başladım, hızlı okusam biterdi ama canım istemedi.


8.Kategori (10 puan): Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK / 29 Ekim / Cumhuriyet ile ilgili bir kitap. 

9.Kategori (10 puan): Adında yada konusunda Okul-Öğretmenlik ile ilgili bir kelime olan yada yazarı bir Öğretmen olan bir kitap. 

Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu / Haldun Taner / YKY /95 sf

10.Kategori (10 puan): Polisiye / Korku / Gerilim türünde bir kitap. 

Doktor Uyku / Stephan King / Altın Kitaplar /541 sf

11.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 30 puan): Baş harfleri G / Ü / Z ile başlayan üç kitap. 

Gösteri Peygamberi / Chuck Palahniuk / Ayrıntı Yayınları / 312 sf 
Üç Buçuk Öykü / Patrick Süskind / Can Yayınları /36 sf
Zekâ / Osho / Ganj Yayınları / 145 sf (E kitap halinde 145 yazıyordu, internetten daha fazla sayfa gördüm, umarım tamamını okumuşumdur, gerçi sonsöz kısmı vardı, herhalde tamamını okudum)


12.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 30 puan): Kapağındaki baskın rengi SARI / TURUNCU / YEŞİL / KAHVERENGİ olan üç kitap. 

Kaplumbağa Terbiyecisi / Emre Caner / Kapı Yayınları / 270 sf
Rahael Tanrı'yla Hesaplaşıyor / Stefan Zweig/ İş Bankası Yayınları /70 sf
Küçük Tanrıçalar / Rufi Thorpe / Kafka Yayınları / 339 sf 

13.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 30 puan): Şimdiye kadar HİÇ kitabını okumadığınız üç KADIN yazardan birer kitap. 

Uçan İnekler / Pelin Erdoğan / Müptela Yayınları / 169 sf
Hayat Baydıysa Seni Böyle Alalım / Özlem Barlok / Dağhan Külegeç Prodüksiyon / 181 sf
Ev / Nermin Yıldırım / Hep Kitap / 453 sf

14.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 30 puan): Kendizinin belirleyeceği bir temaya uygun üç kitap.

İsminde müzik,  şarkı olan kitapları seçtim :)

Kya'nın Şarkı Söylediği Yer / Delia Owens / Salon Yayınları / 431 sf
İçimdeki Müzik / Sharon M Draper / Timaş Genç / 255 sf
Iza'nın Şarkısı / Magda Szabo / YKY / 223 sf

Eveet okuduğum kitaplar  bu kadar, her kategoriyi bitiremesem de yaza göre iyi performans göstermişim :)

Okuduğum kitap sayısı : 16 { 160 puan }
Sayfa sayısı : 3641 sf {36 puan}
Ekstralar : 14, 13, 12, 11 { 120 puan}

Toplam : 316 puan 

Hafta Sonu Kaçamağı

Can bu hafta sonu boş olunca Sincap'ın birinci yılını kampta kutlayalım dedik. İstanbul içinde deniz kıyısında bir kamp alanına girmek istedim.

Ağva 'da bir çok kamp alanı var. Yazın cumartesi pazar gidilmez ihtimal kalabalıktan ama bu mevsimde sakindir diye düşündük, öyleymiş :)

Yalnız asıl gitmek istediğimiz kamp alanı hayalimdeki gibi denize sıfır değilmiş, ağaçların arasında sevimli bir yerdi gerçi, oraya daha soğuk günde gitmeyi düşünerek yol üzerinde gördüğümüz başka bir tanesine girdik. Biraz bakımsız, tuvaletlerine aylardır el değmemiş, yerde bol miktarda tavşan pisliği olan bir alandı ama neyse kendimize güzel bir köşe bulduk. Elektrik vermiyorlardı ama bizim elektriğimiz yetiyor elektrikli soba falan çalıştıralım demediğimiz sürece. 


Erkenden varınca önce birşeyler atıştırdık. Hatta Can ilk defa biz etrafımızı iyice dağıtmadan dronla çekim yaptı. 

Kampın karşısındaki patikadan ormana girip yakacak odun toplamaya gittik. Sonbahar manzaraları öyle güzeldi ki. Zaten yolda giderken büyülenmiş gibi izleyip durmuştum. 





Dönüşte peşimize bir köpek takılıp bizimle kampa geldi. Kampın köpeği diye düşünmüştük. Değilmiş. Dün eve dönerken arabamızın arkasında koşması yüreğimizi burktu, çok üzüldük. İki gün boyunca yanımızdan dibimizden ayrılmamıştı. Zaten videolarda,fotolarda göreceksiniz Bobi'yi. 



Ormanda mini yürüyüş, odun toplayışın peşinden sahile yürüdük. Şurada oturup denizi izlemek öyle iyi geldi ki. 

Hava kararmaya yakın akşam yemeği işlerine giriştik. Hava dışarıda oturulacak kadar güzeldi. Mangalımızı yaptık, yemek sonrası kahvemizi içtik. Sonra karavanda birinci yıl videosu çektik. Biz video çekerken iki çakır keyif genç dışarıda ateşimizin başında keyif yaptılar. Hahaha. 


Akşam erkenden tuş olduk. Gece ara ara yağmur sesleriyle geçti. Sabah erkenden kendimi sahile attım.


Sonrasında dört mevsim yaşadık diyebilirim. 

Yağmur yağdı, güneş açtı, gökkuşağı belirdi, fırtına çıktı. Kahvaltıda masadaki her şey uçuyordu az kalsın. 




Kahvaltı sonrası yavaş yavaş toparlandık. Can'la Metos dışarıdaki eşyaları yerlerine yerleştirirken ben de bulaşıkları yıkayıp yatakları kaldırdım.  Uyku tulumlarını çantalarına tıkıştırıp dolaba sıkıştırdım :D 

Bütün işler bitince biraz daha oturup sazları,  bulutları ve denizi izledik. 



Bu sefer bir şey olmadan dönüyoruz diyorduk ki yolda karavanın heki (tepe penceresi)  uçmuş. Arkamızdaki arabaya çarpıp gitmiş. Neyse ucuz atlatmışız diyelim. Arkadaki arabada bir şey yoktu. 
Dönüşte kendi mahallemizde bir karavancı bulup yenisini taktırdık hemen, bu fırtınada tepesi açık kalamazdı.

İşte böyle.

Bilimum video var hazırlayacağım, tavşanlar, ördekler, uçan kazlar, sohbetler, kampa yerleşme çalışmaları felan hep orada olacak.

Böyle bir gün doğada geçirmek çok iyi geliyor.  

Hepinize günaydın .  Musmutlu bir haftaya açılsın sabahımız.

Şimdi gidip kahvaltı hazırlayayım, birazdan ikeaya gidip dolaşacağız iki yıldan sonra. Erkenden gidersek kimsecikler gelmeden sakin sakin gezeriz diye düşündük.  Orayı gezmek beni  hep mutlu etmiştir. Ayrıca Metos'un bilgisayar sandalyesi iyice kırıldı,  internetten görmeden alınca pek uzun dayanmadı. 



Demişim yayımlayamadan çıkmışım evden. Keyifle dolaştık İkea'da. O arada fırtına felan çıkmış dışarıda.  Trafik felç. Annemden bizim eve araba ile 45 dakikada gelebildik. Yürüyerek on dakika sürmüyordu :D  Metehan'a sandalye bulamadık. Onun yerine tavuk alıp evde yedik :D Bi yılbaşı havasına girdik. İyi geldi.





Bahar Gibi Bir Hava


Bu sabah diş doktoru randevumuz vardı yine. Annemin dişinin kalıpları çıkartıldı, benim düşen kaplamayı yerine koyabilmek için bir saat uğraşıldı, saat iki gibi çıktık muayenehaneden. 



Senelerdir Işık Okullarının önünden geçerken Galeri Işık'a camından bakarız, bugün ilk defa içine girdik.



Şu görüntü bizi cezbetti. Yaklaştığımızda denim kumaşlardan yapılmış olduklarını görüp daha da şaşırdık.



 İnternetten araştırınca sanatçı Deniz Sağdıç hakkındaki haberleri gördüm.  Oldukça biliniyormuş ama benim radarıma girmesi için sanal dünyada değil gerçek dünyada karşıma çıkması gerekiyor sanırım. Ben gerçek ortamları, ışıkları, dokuları yaşamayı seviyorum.

Sürdürülebilir sanat benim çok sevdiğim sanat dallarından. Hayran oluyorum bu fikirlere, çıkan eserlere. Şu portrelerin yüzlerindeki ifadelere bakıp bakıp şaştım kaldım. 

Dünkü ruh halimden açık hava, vapur turu ve sanat ile uzaklaştım.

Yalnız vapurda annem bana Salacak'ın anlamını söyledi. Günün şokunu yaşadım diyebilirim. Merak eden gidip baksın, hayalimde salıncaklar, sahil, efil efil bir ortam olarak canlanan kelime neymiş öyle yaaa.  Vay vay vay.

Şimdi gidip bulaşık makinası boşaltmak suretiyle özüme döneyim :P

Yapmam Lâzım

Bir sürü cümle kuruyorum "yapmam lâzım" la biten. Başkaları için olanları yapıyorum da kendim için olanlardan kaçıyorum. Kendim için olan dediysem, hiçbiri güzel eğlenceli şeyler değil. Yani kendi başıma kafamı dinlemek için tatile gitmem lâzım cümlesini kuramıyorum bile. Ama spor yapmam lâzım, yememem lâzım, telefonu elimden bırakmam lâzım, daha çok evimle ilgilenmem lâzım gibi bilumum sevimsiz şeyi diziyorum önüme. Onları önüme dizdikçe kaçacak delik arıyorum. Sonra gelecek hafta meselâ hiç telefon elime almasam, hatta kitap okuyup film de izlemeden sadece kendi yaptıklarımla oyalansam diye fikirler üretiyorum. Niye?  Oysa evde dururken bunu yapmam çok zor, önümüzdeki hafta sırt çantamı takıp bir trene atlayıp bir yerleri gezmeye gitsem fotoğraf makinam dışında bir şeye ihtiyacım bile olmaz. Ama öyle bir lüksüm yok. Çünkü ben özgür bir birey değilim. Çünkü yapabileceklerim küçük ev ortamımla sınırlı. Eh, evde otururken yaptıklarım olsa olsa ev temizliği düzeni, yemek, ne bileyim en eğlencelisi yap boz yapmak olacak. Hayır bir yere bir haftalığına gitsem yalnızlıktan sıkılıp dönmek isterim ihtimal ama sıkılıp dönmeden hissiyat oluşmuyor. Diğer seçenek de kendimi bilimum abur cubura boğmak - çünkü evde olduğum ve herkesin ardını topladığım sürece yediğim 3000 kalorinin bana vereceği hasar tek başıma gece dışarı çıkmak istesem alacağım hasardan sanki daha azmış gibi tek izin verilen kaçamak hakkımız bu. Anlıyor musunuz?  Deli eden bir çocuğunuz var, kimse ilgilenmiyor sizden başka, gitseniz ne çıkar, döndüğünüzde daha çok işle karşılaşacaksınız. O yerdeki dağınıklığın üzerinden atlasanız ne olacak yarın yine siz toplayacaksınız. Herkesin kaçta kalkacağına göre siz kalkacaksınız. Kıyafetler sizde, ütüler sizde. Hiçbirinin ucundan tutan kimse yok. Oturup bir tepsi böreği yemek özgürlüğünüz var sadece. Ya da çikolata tıkınmak.  Ya da saçma sapan telefon oyunlarında saatlerinizi heba edebilirsiniz. Ya da televizyonun dibine düşebilirsiniz. 

Yapmam gereken şeyler dağ gibiyken kendime yapmam gerekenler beni yoruyor. Zaten asıl gerekenleri gün yüzüne çıkartıp kendim bile göremiyorum. 

Kilo alıyorum, spor yapmıyorum, oyunları sildim on çocuğu olan ailelerin tiyatrolarını izliyorum bu sefer, sürekli açım ve doymuyorum. Çok yorgunum. 

Bu da böyle karman çorman bir yazı oldu,  içinden çıkamadım. Bırak dağınık kalsın.

Özlemişim

Dün nihayet randevu aldığım diş hekimimize gittik. En son üç sene önce gittiğimizde emekli olmaktan bahsediyordu ödüm koparak aradım,  neyse hâlâ bırakmamış. Hastalarım beni bırakmıyor ki diyor.  Allah uzun ömür versin, bırakmayız tabi. Ben böyle işini seven, çalışırken etrafına enerji saçan, yaptığını özenle yapan bir insan görmedim.

Benim pandemiden hemen önce düşen kaplamam haliyle yerine girmiyordu artık. Onu temizleyip yontup yeniden kullanmaya çalışacak zira takdir edersiniz ki fiyatlar almış başını gitmiş.  Annemin de işleri var. Bir müddet gidip geleceğiz yani.

Ve fakat işin en komik yanı benim sanki doktora gitmiyormuşum da tatile çıkıyormuşum gibi mutlu olmamdı. Şişli yav, Nişantaşı'ndan aşağı keyifli yürüyüş,  dükkânlar, ilk gençliğimin anıları, nasıl özlemişim.

Üniversite yıllarımda her boş derste kendimizi okuldan atıp dolaşmalarımız,  evleneceğim zaman o dişlerini yaptırmazsan seni evlendirmem diye annemin zorlamasıyla Erol Bey'in muayenehanesine ilk gittiğim müfettişlik yıllarım, Metehan'a hamileyken hiçbir yerde bulamadığım güzel jileleri bulduğum hamilelik zamanlarım, festivalde sinemaya geldiğimiz günler, hepsi hepsi aklıma geliyor.

Bir mekân içinde yaşanmışlıklar olunca başka güzel sanki, değil mi ? 

Muayene sonrası kendimizi yola vurduk. Çift maskemiz ağzımızda,  boş bir kaç mağaza dolaştık. Derken bir sergi gördük. Anneme dedim ki pandemide en güvenli yer sergidir, hadi girelim.

Gerçekten de binanın iki katı bomboştu. Hes kodumuzu verip girdik içeri. Hayatı Kodlamak diye LIA adlı sanatçının sergisiymiş. Bütün odalarda dev ekranlarda yukarıdaki gibi hareket eden şekiller vardı.  Meselâ yukarıdaki Van Gogh eserlerinin yeniden yorumlanmış haliydi. 



İkimiz de çok fazla bir şey anlamasak da orada olmaktan çok mutluyduk, kısır döngüden ibaret hayatımızda bir renk,  bir kıpırtı,  bir yaşamak hissi belirdi sanki. 



Binanın kendisi ise başka güzeldi. 


Sonrasında insanları, vitrinleri, binaları izleyerek Beşiktaş'a kadar yürüdük.

İkimize de çok iyi geldi.


Birisi bana tam iki sene evden çıkıp sıradan şeyleri yapamayacaksın dese nasıl da ütopik gelirdi. Bugünkü halimize bak.


Neyse, bunlar da geçecek elbet. 

Kitap Salı

 Bu hafta çok kitap okuma havamda değildim ama neyse,  elimdeki kitabı bitirdim. Kitap da bitirilmeyecek gibi değildi tabi, çok güzel ve akıcıydı.



Magda Szabo'dan Iza'nın Şarkısı  .  Bana zamanda yolculuk yaptırdı.

Evimizin giriş katında Fitnat Hanım Teyze oturuyordu. Yaşı ilerledikçe hastalıkları başlamıştı. Çocukları İstanbul'un başka semtlerinde yaşıyorlardı. Fitnat Hanım Teyze'ye geçerken uğrayan,  bahçede onunla oturan, halini hatırını soran bir çok komşusu vardı. Hepimiz ilgileniyorduk ama çocukları onu kendi apartmanlarına almaya karar verdiler akılları kalmasın diye. 

O gidince kapıdan girip çıkarken gördüğümüz hafif aksi, ciddi yüzlü,  beyaz saçı daima topuz yapılmış o İstanbul Hanımefendisini özledik. Ama evinden uzakta fazla dayanmadı. Yakınımızda olsun diye kendi apartmanlarına aldıkları anneleri düştüğünde duymamış çocukları. Vefat etti.

Hâlâ hüzünlenirim düşündükçe.

Yaşlandıklarında evlerinden ayrılmak insanlar için gerçekten çok zor olmalı. Hele ki gittikleri yerde artık onların dokunuşlarına ihtiyaç olmayıp sadece süs eşyası gibi durmaları beklenirse.

Iza'nın Şarkısı'nı bu çok hassas olduğum konuyla ilgiliydi. Zaman zaman Iza gibi olduğumu düşünüp kendimi eleştirdim, zaman zaman annesi olduğumu düşünüp yaşadıklarını yüreğimde hissettim. 

Konusuyla, karakterleriyle, duru ve akıcı anlatımıyla çok severek okuduğum bir kitap oldu. İyi niyetle bile olsa yapılanların ne sonuçlar doğurabileceğini göstermesi ve farkındalığımızı arttırması göz önüne alındığında herkesin okumasında fayda olduğunu düşünüyorum. Zaten öyle güzel bir kitap ki elinize aldığınızda akıp gidecek.


🕯Elektrikli ekmek kızartıcısına asla alışamazdı, zira o zaman ateşin karşısına çömelemezdi ; korun sanki canlı bir varlıktan gelen esrarengiz solumasını dinlemeyi seviyordu ; ateş yanarken evde başka hiç kimse olmasa bile kendini yalnız hissetmiyordu.

🕯Vince hayata tapardı ; işsiz, hasta, sersefil dahi olsa, sadece var olmayı, yeryüzünde olmayı, sabah uyanıp akşam yatmayı,  rüzgârın esmesini veya güneşin parlamasını, yağmurun usul usul yağmasını dünyanın en muhteşem armağını olarak görmüştü her zaman. 

🕯Hatıralar kimseye aktarılamıyor maalesef.

🕯Her şey yok olmuştu, eski yoksulluklarından büyük bir sabırla, bitmez tükenemez bir maharet ve ustalıkla kurtarmış olduğu her şey ; tahripkar zamanı kandırma becerilerinin hiçbir tanığı kalmamıştı. 

🕯İhtiyarlar eşyalarına bağlanıyor, nesneler onlara gençlere olduğundan çok daha fazla şey ifade ediyordu.

🕯Tanrım, acıyı yuvasından ve dünyadan kovmak amacıyla kendine dayattığı katılıktan ne kadar çok çekmiş olmalıydı!  Ne yürek yakan şarkıların ne de insanı yumuşatan hatıraların sarsabildiği elmas sertliğinden!


Eveet, bu haftalık bu kadar. Şimdi Chuck Palahniuk 'tan Gösteri Peygamberi 'ni okumaya başladım,  güzel gidiyor. Haftaya  onu ve Osho'nun Zekâ 'sını okumayı bitiririm diye düşünüyorum. Bir de Pekin'de Sonbahar var elimde yarısına kadar okuduğum ama onu mu bitirsem başka kitaba mı başlasam bilemiyorum . Aşırı absürd karakomik kitapları pek sevemiyorum sanırım, okunuyor okunmasına da ha onu okumuşum ha yoldaki reklam tabelalarını yazacaktım ama reklam tabelası bile işime yarayabilir :D


Hepinize iyi okumalarrr..

Oradan Buradan

Herkes tatile gitti sanırsam, pek sessiz buralar.

Gelecek haftadan itibaren rejime başlayacağım,  bol miktarda ağlama ve yakınma yazılarına geri döneceğiz.

Bugün Aynur, Kürşad ve annemle Suadiye sahiline gittik, annem pandemi başından beri ilk defa bir kafede oturdu.


İki yüz günlük duolingo sonunda üçüncü üniteye geçebildim. Bildiğim bir dili tekrar hatırlamak bu kadar zor olmamalıydı sanki :/

Rejimle birlikte her gün spora da başlayacağım. Umarım. Ay başından beri nane mollayım diye onu da aksatıyorum.

Telefondan oyunları sildim bu sefer de instagramın keşfetinde vakit geçiriyorum, o iş öyle olmayacaktı Handan.

Ah, Can bana yeni bir osma kamera almış. Nasıl bişey olduğunu keşfetmeye çalışıyorum. Çok komik. Yakında keşif videosu gelecek.

Kampın videosunu da hazırlamaktayım.

Daha İğneada videosunu da hazırlamadım, altı ay geçecek neredeyse.

Ev bakıp duruyorum. Ne kiralık beğenebildim, ne satılık. Bu mahalleden uzaklaşamak istemediğimiyoruz, yeni yaoılan içi modern pencereleri dip dibe evleri beğenmiyoruz (hoş fiyatlarıyla onlar da bizi beğenmediklerini bildiriyorlar ya neyse),  bahçe olsun istiyoruz, e araba ve karavan için park yeri olsun, çocukların odaları ayrılsın felan derken zaten fiyatlar almış başını gitmiş, öyle bakınıp durmaktayım. 

Evim dandini. 

Geçen sene %50 düşürülen maaşımıza %25 zam gelmiş. Hımmmm. Eski maaşa dönmemiz için %100 artması gerekiyordu sanki. Şu dönemde cidden sömürüldüğümüzü hissediyorum. 

Fiyatlardan hiç bahsetmeyelim. Geçen gün keçi peyniri alayım dedim, keçiyi alsam daha ucuza gelirdi sanırım.

Neyse saat gece yarısına gelmiş, gözlerim kapanıyor. Yazdıklarımı düzeltmekten bi hal oldum.

Buraya kadar okumayı başaranlar sağdan saysın, kim sonuna geliyor,  kim iki cümleden sonra kaçıyor not alıcam :D :D

Aman da Kim Doğmuş Bugün


Jose Saramago da doğmuş ama biz onunkini diil çok daha nev i şahsına münhasır bir şahsiyetin doğumgününü kutladık :D


Aynı anda beni hem deli eden,  hem çileden çıkartan, hem de kahkahalara boğabilen sevgili Cancım.


30 sene önce ilk defa doğumgününü kutlamıştık birlikte. Sana bana daha çok mektup yaz diye kalem hediye ettiydim :) 

Biz onu kutlarken 30 yaş bile çook uzaktı, hahahah, elli küsür yaşında hâlâ benimle olacağını düşünmüş müydün acaba :D

Ne şanslı adamsın hee.. 

Hayalindeki bahçene,  içi tamir malzemesi dolu garajına kavuştuğun nice güzel yılların olsun :)

 

Bu Sabah





Dün Yedigöller 'e gitmek üzere yola çıktık. Bir ekip Eskişehir'den, bir ekip Ankara'dan geldi.  Tam yaklaşıyorduk buzlanmış 100 metrelik bir yere denk geldik. Arabalar bir şekilde geçtiler ama karavanla cesaret edemedik.

Geri döndük. Ne zamandır aklımızda olan Düzce'de Dokuzdeğirmen Köyü'ne geldik. (8 saatte :D :D)  Burada arkadaşımızın daha önceden tanıdığı rafting yeri vardı,  aslında kapanmış ama bize kamp yapmamız için izin verdiler . Kendimize ait kocaman alanımız oldu :)

Ekipte herkes keyifli olunca bütün başımıza gelenler sonradan kahkahalarla anlatılacak macera olarak yanımıza kâr kaldı. Yine de şom ağızlılık yapmayaydım iyiydi :D


K


 

Çay Keyfi

Salı günü peynir almaya Kadıköy'e gittik annemle. Dedim ya artık daha sık çıkacağız diye. Sabah dokuz gibi evden çıkıp yürüyerek on gibi varınca dükkanlar yeni açılmış oluyor, sessiz sakin tadını çıkartıyoruz.


Yeni yıl zamanı yaklaşırken benim çoklarca hediye almam gerektiğinden bu sıralar biz sürekli dükkanlara uğrardık. Geçen sene bile iki kere indim tek başıma zira her şeyi internetten almayı da sevmiyorum, semtimizin esnafı da kazansın.


Hahahaha, tabi biz dükkanlara ilk girince siftah yapmadan çıkmayalım bilinciyle annem hepsinden bir şey aldırdı bana, en sonunda vitrinlere bile bakmaya korktum :D 


Giderken belki Barış Manço Müzesi'ni gezeriz diye düşünmüştüm ama hava sıcacık olunca kendime dedim ki "Handan akıllı ol, müzeyi soğuk,  yağışlı bir güne sakla" .  Bak netekim çarşamba günü etraf buz kesti. 

Beyaz Fırın'dan kruvasan aldık (çıtır çıtır dışıyla muhteşem oluyor) , çayları evden taşıdık, Moda'daki sakin sokaktaki denize nazır bankımıza kurulduk. Yalnız öncesinde karadeniz pidelerimizi de sipariş ettik. Biz gittiğimizde fırını açılmamıştı ama açılır açılmaz pişirdiler,dönüşte hemen alıp evimize geri yürüdük.

Bu arada Moda'da hayatımda gördüğüm en nazik mendil satan adam vardı. E aldık tabi mendilini. 

Bakiim, haftaya ne etkinlik yapsak :)

Kitap Salı

Bu hafta sürükleyici kitaplara denk düşünce çok okumuşum gibi bir görüntü veriyorum.  Gerçi ilk kitap geçen haftadan beri elimde ama ikincisin bir kaç saatte, sonuncusunu da iki günde bitirince bana yazacak birşeyler çıktı.


Osman Hamdi Bey'in hayatını anlatan kitabımız tabii ki o hayatın arkasında Osmanlı İmparatorluğu'nun hallerini de gösteriyor. Saraya yakın bir aile olduklarından dönemin padişahları, sadrazamları (ki babası da bir dönem yapmış) ,  tüm siyasi gelişmeleri ile iç içeler.

Benim için güzel ve aydınlatıcı bir kitap oldu. Akıcı bir dili vardı. Ve Osman Hamdi Bey'in de dolu dolu bir hayatı olunca insan severek okuyor. 

Bir dahaki sefere Arkeoloji Müzesi'ne gittiğimde etrafıma daha farklı şekilde bakacağıma eminim. 

 

🐢Kaderini zamana bırakmanın ezikliği günlerini boğmaya başlamıştı.

🐢Ben ne istiyorum, diye sordu. Resim yapmak istiyordu. Sadece resim yapmak!  Cevap bu kadar basitti işte.

🐢Kadere inanıp inanmadığım bilmiyordu.  Ama gelecek için planlar yapmaktan çoktan vazgeçmişti! 

🐢Osmanlı'nın bir parçası olan bu topraklarda yaşayanlar kimlerdi gerçekte?  İmparatorluğu coğrafi sınırlardan başka birleştiren güç var mıydı?  Osmanlı olmak neydi aslında?  Peki ya Türklük? 

🐢Osman Hamdi de hayatı boyunca kimsenin bilmediği meslekler yapmıştı. Ressam olmuştu en başta. Sonra müze müdürü. Bir arkeolog. Ardında da güzel sanatlar akademisi müdürü. Onun kaplumbağa terbiyecisinden bir farkı yoktu aslında! 


İçimdeki Müzik,  beyin felci nedeni ile  bedeninde sadece baş parmaklarını hareket ettirebilen Melody'nin hikâyesi. Dışarıdan bakıldığında sandalyesinde ancak kemeri bağlıyken durabilen, başını dik tutamayan, ağzından salyaları akan, istemsiz spazmlar yaşayan bir kız, ama zekâsı üstün seviyede. 

Melody'nin ağzından anlatılmış öykü akıcı.  Edebi değeri çok fazla olmasa da farkındalık arttıran bir kitap. Basit bir anlatımı olmasını sevdim, zira çocukların da okuyup anlayabileceği bir düzeyde olması güzel. Okullarda okutulup,  çocukların türlü önyargılarını fark etmeleri sağlanabilir. Aileler, öğretmenler, herkese katacağı şeyler var. 

Konusu itibariyle ağlak ve karamsar da zannetmeyin, tabii ki hüzünlendiriyor ama oldukça keyifli  :) 


🎶Çok küçükken - belki henüz birkaç aylıkken - kelimeleri,  bana ikram edilen tatlı bir içeceğe benzetir ve limonata gibi içerdim. Sanki tatlarını alırdım. Karmakarışık düşüncelerime ve duygularıma anlam kazandırırdı. 

🎶Sanki hayatımın arka plânında durmaksızın devam eden müzikal vardı. 
Herkes kendisini ifade etmek için kelimeler kullanıyordu. Ben hariç. Ve eminim ki tüm bu insanlar kelimelerin gücünün farkında değildi.

🎶Neredeyse bir milyon üniversite okumuş gibi gözükmesine rağmen içimdekileri anlayabilecek kadar zeki değildi.

🎶O kadar da akıllı değilsiniz beyefendi, sadece şanslısınız. Sorunsuz yetilere sahip olan bizler, sadece bağışlanmış kişileriz.

🎶Kapısı ve anahtarı olmayan bir kafeste yaşıyor gibiyim. Ve kimseye beni buradan nasıl çıkartacağını anlatamıyorum.

🎶Kişinin müzik çaldığında renkleri duyup tatları canlandırabilmesi durumuna ne denir?  Sinestezi


Kya'nın Şarkı Söylediği Yer'de bir yandan bataklık bir bölgedeki evinde tek başına yaşamaya çalışan 10 yaşındaki bir kız anlatılırken diğer taraftan eski bir yangın kulesinden düşüp ölen bir adamın cinayeti araştırılıyor.

Annesinin evden gitmesi ile hayatı bir anda tepe taklak olan Kya,babasının zulmünden kaçmak için onun ardından giden abla ve ağabeylerinin babasıyla kalakalıyor.

Ah o minicik kızın açlığı, kimsesizliği, üstü başının perişanlığı.  

Bütün bu anlatılanların arkasında bataklık ve bataklık canlıları da kitapta kendisine oldukça bütük yer edinmiş. Martılarından balıkçıllarına, deniz kabuklularından ağaçlarına sanki o lagündeymişçesine hissettiren kitabın  her kısmını çok sevdim. 

Bir yandan hüzünlendim, bir yandan meraklandım bir yandan ateş böceklerinin ya da peygamber develerinin çiftleşme ayinlerini izledim. İki gün elimden düşürmeden bitirdim :)


🏞Ölümün kaba cesareti, her zamanki gibi ilgiyi kendine çekmişti. 

🏞Lagün aynı anda hem yaşam hem de ölüm gibi kokuyordu;  umut ve çürümeden oluşan bir kargaşa vardı.

🏞Onların sesleri Kya'nın sessizliğini daha da yükseltiyordu .  Onların birlikteliği, Kya'nın yalnızlığının altını çiziyordu ancak bataklık çöpü olarak damgalanmanın onu meşe ağacının arkasında tuttuğunu biliyordu.

🏞Birine dokunmak, o kişiye kendisinden bir parça vermek demekti, asla geri alamayacağı bir parça.

🏞Elementler bir araya gelerek kısa bir süreliğine,  açısı doğru olan bir kum düzlüğü yaratmıştı, tıpkı anlık bir gülümseme gibi.

Evet bu hafta salımızda toplananşar bunlar. 

Bakalım önünüzdeki hafta neler neler olacak. Hepinize iyi okumalar.

Kuaföre Gitmek Çok İyi Geldi


Anneme dedim ki " Geçen gün hastanede üç saat geçirdiysek kuaföre de gidebiliriz bence,  randevu al da saçlarımızı kestirip biraz kendimi şımartalım".

Artık Kadıköy'e inmeyi özlemeyi bile bıraktık ve halimizi hiç iyi görmüyorum. Kasaba gideceğiz ya da peynir alacağız diye gidip havamızı değiştiriyormuşuz. Evet, her gün mahallemizim güzel sokaklarında sakin sakin yürüyüş yapıyoruz ama otomatiğe bağlayınca insan -ya da ben - dolap beygiri gibi hissediyor.

Çift kat maskemizi takıp kuaföre kadar yürüdük. Sabah ilk randevu bizimdi. Çıkışta kalabalık sokaklardan sakin dükkanlara kaçıp biraz dolandık. Küçük hediyelik eşya dükkânlarından ufak tefek şeyler alıp onları desteklemeyi seviyorum. 

Anneme,  artık daha sık gelelim Kadıköy'e dedim. Sonra kendimize müze falan bulalım gidecek. Hayatımızın iki senesi geçti. Kalabalıkta kafelere falan oturmam, maskemi çıkartamam ama sakin saatlerde vitrinlere bakabilirim, belki bir vapura binip gideriz karşıya, ne bileyim Bağdat Caddesi'nde yürürüz. Zorlayalım kendimizi,  kapana kapana ruh dünyamız küçüldü iyice.

Benim de tepemin tası attı sonunda. Karavan olmasa çoktan atardı zaten ya. 

Bu arada lütfen dün aldığım tabaklara bakar mısınız?  Shopier'deki küçük işletmelerden birşeyler almayı da seviyorum.  İki tane almıştım, herkes çok sevince iki tane daha söyledim, bize yakında oturuyorlarmış hemen getirdiler :)


Aslında karavandakileri fazla bulup eve taşıyordum ama bu tabaklar beni çok mutlu ettiler. Ve küçük pasta tabağı da yoktu zaten. 

Gördüğüm bir şeyi ihtiyacım yoksa kolay kolay almam ama arada yüreğimi sıcacık yapan bir güzellik olursa kendime hediye ediyorum.  


Saçlarımın son halinin yakın plan fotosuyla bu yazımı bitireyim. Daha uzayınca tepemde toplu oluyor, sanırım en pratik, güzel şekillenen ve sağlıklı durduğu uzunluk bu. Kuaför beyaz saç daha yaşlı gösteriyor dedi ama bana niye hiç öyle gelmiyor bilmiyorum :D Saç boyatma girdabına yeniden düşesim de hiç yok. 


Artık gidip yatayım. Yarın sabah erkenden pazara gitmek için kalkacağım malum. İyi geceler hepinize.