Dağınık Düşünceler:-)

Bizim ev düzelmez anacım, bu kadar çok eşya, bu kadar dağınık adam , ııh, hiç şansı yok.

Günlerdir çocuk odası düzeltiyorum, temizlemiyorum bak sadece düzeltiyorum, ancak çıktım. Masalarının üzeri açıldı ama akşam yatarken dolar, bak ben söyleyeyim.

Salonda koltuğun üzerinde Can'ın ingilizce notları. Diğerinde benim kitaplarım. Ama  Allah için sehpayı boşaltıp sildim şimdi:-)

Bilgisayar odasına henüz dokunmadım. Oradaki yığın dolaba bir şekilde tıkıştırmamı bekliyor. Ya , bu çocukların yaptıklarını biriktir biriktir de ne oluyor? Gerçi ben yirmi atıp bir tutuyorum ama yine de birikiyor. Şimdi artık, kağıttan falan bir şey yaparsak hemen atıyorum. Zaten mesele yapma keyfi değil mi, ortaya çıkan şey dağınıklık dışında bir şey ifade etmiyor.

Mektuplar, defterler, ıvırlar, bir gün oturup yakmalı hepsini. Ya da benden sonra yaksınlar. Bak söylüyorum, benden sonra bunların saklanacak bir yanı yok, herkes hoşuna giden varsa alsın, gerisini kocaman bir ateşle yaksınlar, sucuk pişirip yesinler. Bir işe yarasın bari:-)

Aaa, balkondaki çamaşırları hepten unutmuştum ben.

Haydi kaçtım...

Bilet Koleksyonum Büyüyor.

Kutuya biriken biletler yerlerine yerleştirildi, artık yenilerine yer açılmış durumda:-) 

Bilet klasörü bayağı doldu:-)  Konserler, müzeler, ören yerleri derken:-) Metos'la ilk uçak yolculuğumuzu ve o zaman ait tren biletleri de buldum bir yerlerden. Zamanda yolculuk yapıyorum açınca kapağını:-) 


Londra hatıralarını oradayken alıp yazmaya başladığımız günlüğe yapıştırmıştım. Çikolata paketinden alış veriş fişine:-)  Baktım Danimarka biletleri de bir arada. Onlara da bir defter buldum. Gerçi bir sürü ayrıntı kaybolmuş gibi, belki çıkarlar bir yerlerden.

Hepinize günaydın. Güzel hatıraların sıcaklığının yüreğinizi ısıttığı bir güne açılsın sabahınız:-)

Dağ Çileği Reçeli :-)



Minicik, mis kokulu, başka hiçbir reçel yerini tutamaz bence:-)

Hepinize günaydın. Tatlı mı tatlı bir haftaya açılsın sabahımız:-)

In My Life

Sabah Aynur Bilgiç'i okula götürme işini üzerimden alınca ben de günlerdir bitiremediğim çocuk odası düzenlemeyi sürdürebildim. Ama bu iş hem çok sıkıcı olduğundan hem de benim bir müddet ayakta durunca dizlerim ağrıdığından sık sık kitap molası vererek Çocuk Kalbi'ni bitirip Gulyabani'ye başladım. Vakti zamanında Metos'un okuma listesinde olduğu için annemden aldığımız kitapları ona vermeden bir kere daha okumak istedim. Hem eski İstanbul manzarası gözümün önünde canlandırarak okumak o kadar hoşuma gidiyor ki şimdi, kim bilir ben onu ilk okuduğumda ne moddaydım, umrumda bile değildi eski İstanbul manzarası :)

Öğleyin okul dönüşü hep birlikte yemek yedik. Sonrasında sohbet.. Dışarda yağmur yağıp, çocuklar bir şeylerle meşgulken elimizde sıcak fincanlarımızla konuşmak ne güzel geldi.. Kardeşim diye demiyorum iyi ki evlenmiş Aynur'la :) Hem onu hem de ablalarını kız kardeşlerim gibi seviyorum, ne güzel böyle bir şey hissedebilmek..

Yağmur yeniden başladı.. Metos arkadaşları eve baskın yapınca onlarla dışarı çıkmıştı, umarım üzeri kapalı bir yerdedir. Pencereden buluşmalarını izledik, ne hoştu. Ah ilk gençliğin deli dolu heyecanları :)

Artık yavaş yavaş kalkıp Bilgiç'in paf puf oyun seslerinin geldiği odada kalan son işlerimi tamamlamalıyım. Eminim içeri girmemle onun nefes almaksızın sıraladığı şeyleri de dinlemek durumunda kalacağım. Arada konudan kopup sadece çocukluk sesinin tınısına kapılıp yakın bir gelecekte değişmeden önceki son demlerin tadını çıkartacağım.

Sizlere de güzel bir şarkı vereyim gitmeden.





Çocuk Kalbi


Çocukların kütüphanesini düzenlerken, okumadığım kitaplardan bir kısmını da yanıma dizdim. İnanılmaz ama ismini çok duyduğum bu kitabı ben okumamıştım, hemen elime aldım. Çocuklara insanlık dersleri modunda , güzel bir kitapmış. Büyüklere okutmak lâzım:-)

Kapalı

Bu sabah ruhuma dokunup sözcüklerimi çıkartamadım. Arada olur öyle... O birşeyler haykırır bana.. Kalın buzlu camların ardında. Ne dediğini anlayamam.

Bir kitap okurum, yüreğinde istediklerine kavuşanların maceralarıyla ilgili.. Yüreğimin istediğini sorarım ona. Hiç belirli bir şey söylemedi ki bana. Ya da ben duymadım. Ya da umursamadım. Ya da olmaz dedim kendi kendime, silip attım. Bilmiyorum. Ama ne zaman bir kitap okusam, bir film izlesem ya da hayat hikâyesi öğrensem istediklerini gerçekleştirenlerle ilgili, kıskanırım.

Bir defasında bir puzzle yapmıştım. Gecenin yarısı heyecanla son parçaları yerleştiriyordum. Yapanlar bilir, en keyifli kısmıdır. Hele son parça kalınca elinde.. İşte tam o andı, noktayı koyup gülümseyeceğim sırada elimdeki parça yerine uymadı. Nasıl yani, nasıl???

Sabahın ilk saatleri. Her tarafta iş yığılı, yaptığımda başım göğe ermeyecek... Yorgunum.. İnsan sevdiği şeyleri yaparken yorulmazmış biliyor musun? Ben hep yorgunum... Sevdiğim şeyler de seslerini duyurmaya çalışmaktan yorulmuş. Elinde harika oyuncaklar olup da komşunun plastik arabasında aklı kalan çocuklara benzetiyorum kendimi.. Gerçi benim aklımın kaldığı yer de yok...

Keşke bir şeye istek duyabikseydim. Belki o zaman bir amacı olurdu varlığımın. Dünya üzerinde bir nokta... Ha var, ha yok..

Ben Bunu Çok Sevdim :-)


Minik kırmızılı objeler hoşuma gidiyor. Bir de İstiklâl Caddesi ilk gençliğimin yeri, tramvayın zerafeti ile birleşince...

Tek sorun onun ışık düğmesi olduğunun bazen anlaşılamaması:-) 

Olsun:-) 

Ada Vapuru Yandan Çarklı

Dün Saliha Teyze'yi uğurlamak üzere Heybeli Ada'ya gittik.

Ne zamandır istiyordum adalara gitmeyi, böylesi kısmetmiş. Ertelememem gerektiğini anladım bu vesileyle.

Kimse de ertelemiyor anladığım kadarıyla ki vapur nasıl doluydu. Hafta içi ve sonbahar olduğundan hiç beklemiyordum böyle bir şey.


Kadıköy'den Heybeliada'ya bir saat sürüyor vapur yolculuğu. Ama hiç anlamadan vardık diyebilirim. Seyyar satıcıları görmeyeli bayağı olmuştu. Limon sıkanlar, kavun soyanlar, haritacı, gecelikçi. Hele soyma bıçağı satana gidip kardeş bıçak değil ama şu soyduklarını versen de akşama bir türlü pişirsem demek aklımdan geçmedi değil.

Sonunda iskeleye vardık. Adaya en son ne zaman gittiğimi hatırlamıyorum bile. Ne kayıp...


Adım atar atmaz fotoğraf makinamın yanımda olmamasına üzüldüm. Evler, çiçekler, her şey harika gözüküyordu. Yavaş yavaş yokuş çıkarken dayanamayıp cep telefonuma sarıldım artık:-)









Dün bu ışıl ışıl sonbahar havasında Düşler filmindeki su değirmenleri köyü geldi aklıma.( Hâlâ izlemediyseniz buraya) Uzun bir ömrün ardından küçük bir kutlamayla yolcu ettik sanki Saliha Teyze'yi.



Bu harika manzaranın koynuna bıraktık , geldik..

Dönüşte telefonumuz çaldı. Bebek haberi aldık..

Hayat..

O çılgın ritmini sekmeden yerine getiriyordu...

Gidenler, gelenler...

Yaşamak sadece doğmakla olmuyor tabi...

Bizim de üzerimize düşeni yapmamız gerek.

Bizim Metos'un Tatlı Halleri

Metos'un okulunda festival var bu hafta. Yarışmalar, oyunlar falan.

Sabah okula yollarken aramızda şu konuşma geçti:

-İyi dersler mi diyeyim iyi eğlenceler mi bilemedim şimdi oğlum:-)

-İyi dersler de sen, gerisi zaten eğlenceli :-)

Ha ha ha, doğru söze ne denir:-)

Ah oğluşum şu hüzünlü sabahıma mutluluk getirdin ya, hep mutlu ol sen hep mutlu ol...

Nasıl Güzel Bir Yağmur Yağıyor

Daha gün yeni yeni ağarmakta.

Çayın demlenmesini beklerken açık balkon kapısından içeri dolan yağmurun sesi o kadar huzurlu ki. Sabah kuşları bile mutlu, cıvıldıyorlar.

Diye keyfifle yazarken aklıma koruya beton dökülmeye başlandığıyla ilgili bu sabah okuduğum yazı geldi. Tadım kaçtı bir anda.

Siz de kendinizi çok çaresiz hissediyor musunuz insanoğlunun gözüdönmüşlüğü karşısında...

O kadar çaresiz hissediyorum ki hem de...

Neyse bu sabah böyle keyifsiz oldu, ama zaten bu ülkede neyin tadı tuzu kaldı ki ?

Son Sürat Çalışıyor ve Çalıştırıyorum, O Kadar Mesudum ki Bilog:-)

He canım, aklımı oynatmama az kaldı.

Can evden kaçtı zaten. Sabah Metehan'la kitap almaya gitmesini söylediğimde mırın kırın ediyordu ama kırılan balkon sandalyesini, üzerine kırılan koltuğu onarıp, üçlü kanepenin vidalarını sıkıp yine de gıcırdamasını kesemeyip, eve gelen doğalgazcı ile gaz kaçağı arayıp, peşinden boru değiştirmesi için servis peşinde koşup, ayrıcana o arada üst komşunun kliması için birilerini ayarlamaya çalışmasının ardından evden çıkarken gözlerinde kurtuldum ifadesi vardı.. Hatta eline tutuşturduğum geri dönüşüm çöplerine bile bir şey demedi. Yani, az bir şey dedi.

Ben de nihayet salondaki masanın üzerindekileri bilgisayar odası ve çocuk odası masalarına dağıtmak suretiyle boşalttım. Çocukların çarşaflarını yıkayıp, serdim. Küçümseme küçümseme, ranzaya çarşaf sermek nasıldır yapan bilir. Üstü ayrı dert, altı ayrı.. Bir yandan evi süpürüp bir yandan elime geçen bir sürü torba, yok güzel paket kâğıdı, yok defter falan ne varsa geri dönüşüme doldurmaktayım.

Bu arada listeme eklemeler de yapmaktayım tabi. İtiraf ediyorum bitirdiklerimden çok ekliyorum.

Pikap tamire gidecek.

Udum ikiye ayrîlmak üzere, tamire gidecek.

Hâlâ bilgisayar odası bilgisayara aktarılacak kasetlerle dolu, oturup onlarla ilgilenilecek.

Fazlalık ilaçlar ve koltuk değneklerim sağlık ocağına bırakılacak.

Bir de mercimek haşladıydım, pişirebilsem ne güzel olacak.

Şimdi süpürme işine devam edeyim. Şu Tepe Home'u da arayayım, gelip gıcırdayan mobilyalarına baksınlar. Görüntü çok güzel de biraz uyduruk çıktı bu mobilyalar.

Şimdi baktım da Can benden çok iş yapmış gözüküyor. Ama ben de oturmadım valla sabahtan beri yaaa:-)

Alkış :-)


Metehan oğluşum ilk kitabını kapladı :-) 

Şekil A da bundan sonra başına gelecekleri bilmeden mutlu olan oğluş fotoğrafı :-) 

Bu Kafaya Böyle Mim Yapılıyor Ancak:-)

"Pys de ne yaa?" sorusu belirdi aklımda hemen. Allahım, saçı başı boyatıp, kot pantolon- spor ayakkabı ikilisiyle gencim havası yaratmaktayım ama pys ne bilmiyorum bak. Cahil kalmışım bu konuda.. Oğlanlar dinozor demekte haklı anacım.

İşleri bırakıp şu köşeye kaçtım azıcık. Vitrin düzenlemesi bitmiyor. Tabi benim gibi her bir kâğıdı okuyup her mumu yakmaya kalkarsan bitmez. Babamın aldığı taş plağı bile dinleyecektim ama pikap bozulmuş iyice. Yapacak işler listesine eklemiş miydim ben onu?

Bu köşeye kaçtım ama oturacak yer bulmak da zor. Yastık kılıfından havluya ütülediklerim koltukları işgal etmiş. Ütülemek sevimsiz, bunları yerleştirmek de başka sevimsiz.

Bir yandan da gözüm listede, birileri bu kelimeleri çok uğraşmış mı bir araya getirmek için:-) Yelpazeyi görünce aklıma geldi bak, teyzemin duası ağustos ayında, çok sıcaklara denk düşüyor malum. Gelenlere yelpaze dağıttık bu sene. Rengârenk cıvıl cıvıl bir sürü aldım Eminönü'den. O kadar makbule geçti ki, herkes zevkine göre seçti . Yanında bir paket kahve, çikolata ve ıslak mendil vardı. Şeker yerine bunlar daha güzel oluyor sanki. Aklınızda bulunsun.

Yazıyorum yazıyorum kelimeler bitmiyor. Burnuma yaktığım tütsünün kokusu geliyor. Evde pipo içen olsa tütsüye gerek kalmazdı:-) Okula giderken vapurda bir amca vardı, her sabah kokudan anlardım onun geldiğini. Nedense pipo deyince o amca gelir gözümün önüne hemen. Bir de babamın pipo macerası var tabi. Anlatmadan olmaz. Bir ara babam sigarayı azaltmak amacıyla pipoya başlamıştı -ki bu işten hiç memnun değildim tütün alma işi benim başıma kaldığından. Neyse ki bu macera kısa sürdü. Bir gün babam piposu yanında yanarken kendisini sigara içerken bulduğunda beyhude bir çaba içinde olduğunu anlamış:-)

Size ehliyet hikâyemi de anlatayım durun. Ehliyet sınavına girmeden bir hafta once geri geri gitme çalışması yaparken belimi sakatlamışım. Tabi bunda karnımın burnumda olmasının da etkisi buyüktür. İçinde Metehan vardı zira:-)  Neyse bir haftada zorla toparlandım, sınava gittim. Heyettekiler neden ehliyeti şimdi aldığımla ilgili gereksiz sorular yönelttiler. Ben müfettiştim, bir yerde uzun süre durmuyordum ki ehliyet kursuna gideyim. Sabit göreve geçmem de hamile kalmamla olduğundan ve de bebek doğmadan bu işi aradan çıkartmak istediğimden falan filan.. Anlatıyorum ama geri geri gidemiyorum. Neyse kenarda durdurdular, geri manevra yaotırdılar, arabada benim haricimdeki dört kafadan "Dur!" bağrışı duymamla frene basmam bir oldu. Kenara sıfır yanaşmışım. Bir münasebetsiz biraz daha gitsen kaldırıma çıkacaktın dedi ama diğerleri dinlemedi onu neyse ki, ehliyetimi aldım. Hatta bence Metehan'a da yaşı tutar tutmaz vermeliler , o da tüm kursları tamamladı benimle:-) Bu arada hâlâ geri geri giderken arkamı dönemem, aynadan bakarım hep:-) ( Yazar burada araba kullanıyormuş izlenimi vermekte, oysa İstanbul'a geldiğinden beri elini sürmedi:-)

Neyse artık kalkıp yemek hazırlamalıyım. Anneme patlıcanları yolladım karnıyarık yapsın bize diye. Acaba yanına muhallebi istesem çok mu abartmış olurum. Yok, sakızlı muhallebi sevmem, annenanne usulü, harika muhallebi severim. Şuradakinden:-)

Not: Hamiyet beni mimlemişti, böyle bir şey döküldü benden. 

Not 2: Yazıda adı geçen şahıslar, olaylar ve hatıraların hepsi gerçektir:-) 

Sorma Ne Haldeyim :-)

Neyse günlerdir hava benim lehime işliyor da beş altı makina çamaşırı yıkadım, şimdi ütüle ütüle bitmiyor tabi.

Dün vitrindeki fazlalıkları kaldırdım, çok güzel oldu. Şimdi tek sorun masanın üzerine yığdıklarımın nereye kalkacağı sorusu.

Bir haftadır dizim ağrıyor. En son kızlarla buluşmaya çıktım evden, daha cesaret edemiyorum çıkmaya. Tam yürüyüşümü forma sokuyorum bir tarafım sakatlanıyor, sinirlenmemek elde değil. Nazar mı değiyor nedir anlamadım. Ya valla her tarafım dökülüyor, hep gülümsüyorsam bu benim polyannalığımdan, başka bir şey değil...

Haftaya check up yaptırmayı düşünüyorum. Daha doğrusu indirimli bir dönemde satın almıştım da aylardır gidemedim, haftaya ayarlayabilirsem iyi olacak.

Şimdi şu ütüye geri döneyim, sonra da masanın üzerindekileri nereye tıkıştıracağımı bulayım. Önce dizime koyduğum buzla işim bitsin de ...

Dur bir pazar sabahına uygun fotoğrafla kapatayım yazımı:-)


Günaydın hepinize :-)

Bahar Temizliğimsi

Uzuuun bir yapılacak işler listem var. Bu ayın sonuna kadar ya da bayrama kadar diyelim biz ona bitirmek istiyorum.

Evde gıcırdayan bir ton mobilya var. Benim gibi gıcırtıya sinir olan birisi için katlanılmaz. Onlara son bir şans daha vereceğim, tamirci mamirci neyse artık. Yoksa kapının önünü boylayacaklar.

Gıcırdayan kapılar ne olacak bilemiyorum. Yağ mağ fayda etmiyor .

Mutfakta gaz kokusu var. Fırının servisini çağırmıştım kaçak bulamadılar ama bir de doğalgazı çağırmalıyım.

Metehan'ın bir paltosunun rengi atmıştı bir yıldır boyatılacak. Nerede, nasıl, ilgilenmeliyim.

Çocuk odası düzenlenecek, baktım olmuyor, oyuncak dolabı kapaklı bir dolapla değiştirilecek. Tozdan geçilmiyor.

Salondaki vitrinin her tarafına sokuşturulmuş olan kâğıtlar-kitaplar yerleştirilecek.

Masa üstü, raf vs yerlerdeki objeler ayarlanacak, fazlalıklar kaldırılacak.

Çiçekler bakılacak, balkondaki saksılara toprak eklenecek, menekşe fidesi çıktıysa dikilecek, fidanların ya saksıları büyütülecek ya da bahçeye aktarılacak.

Bilgiç'in kütür kütür okul kıyafetleri okul aile birliğine verilecek belki ihtiyacı olan birileri vardır, işine yarar.

Vitrinin üzerindeki zamazingolara bakmak da unutulmayacak. Ay evin her yeri kâğıt, kalem, kitap, puzzle ve oyuncak dolu.

Bir göl bulunup erkeklerim uzaktan kumandalı teknelerini sürsünler diye oraya götürülecek. Hatta helikopterler de alınıp, hepsi birden gölde kaybolursa bayram yapılacak:-) ( Bu babaların uzaktan kumandalı oyuncak sevdası nasıl bitiyor, bir bilen var mı?)

O sifonu Can tamir edemiyor ( On defa tamir etmeye biz tamir edemiyor diyoruz Cancım, kusura bakma:-)  bir muslukçu çağrılacak.

Üst kattaki komşuya klimacı bulunacak. Biz sesinden rahatsız oluyoruz diye klimasını çalıştıramıyor.

Daha vardı birşeyler, şimdi aklıma gelmiyor bak.

Unutulanlar hatırlanacak, hemen buraya eklenecek :-)

Haydi beni yalnız bırakmayın, sizin de vardır erteledikleriniz, bir tanesi bile olsa yazın buraya, tamamladıkça, oley diyeceğiz:-)


Şükür Kavuşturana :)

Buluşabilmek için ne kadar uğraştığımızı şurada anlatmıştım. Üzerine bir de hüngür hüngür bir havayla karşılaştık ama yılmadık :)


Beylerbeyi Sarayı'nı Hamiyet buldu. Hem konum olarak hepimize uyuyordu, hem de biz ana kraliçelere uygun bir mekândı :) Sarayın açık olduğu günü denkleştirememişiz ama o da bir dahaki buluşma için bahane olsun artık :)


Güneş yok olsa da yağmur damlaları biz fotoğrafçıların yüzünü güldürdü. Yaz ve ben elimizde fotoğraf makinasıyla ıslanarak dolaşırken Hamiyet de keskin gözleri ile çekilesi şeyleri belirleyip bize talimatlar vermekteydi :)


Kapının ardına geçemedik ama bu bizi engeller mi :)


Peki ya masamıza ulaşmaya çalışan bu bızdıklara ne demeli :)


Ağlayan havaya inat bol kahkahalı, çaylı kahveli , güzel bir kahvaltının ardından gayet keyifle ayrıldık oradan.

Bize kocaman bir alkış diyorum kızlar :) Bir dahaki sefere kadar mutlu kalın..

Sabah Kahvesi


Sevgi her nerede olursanız olun gelip sizi bulsun:-)

Günaydın :-)

Bir Kitaptan Üc Konu:-)


Yeni okumaya başladığım kitabın kapak tasarımı çok hoşuma gitti. İsmine çok uyduğunu düşündüm:-) Hem arka tarafında kitapla ilgili yazı da var, bazı yayın evleri bunu yapmamaya başladı, nedense öyle olunca bilmedigim bir kitabı almak istemiyorum. Oysa elime aldığımda kapağında hakkında bir iki yazı, içinden bir iki satır alıntı olan kitabın o kısmını okuyup merak etmem gerek:-)


Sonra giriş kısmındaki bu yazıyı paylaşmak istedim. En kıymetli olanı saklamak , hep yaptığımız bir yanlış değil midir?

Daha da sonra , sayfanın fotoğrafına bakarken kitap ayracım dikkatimi çekti. Milyon tane kitap ayracım vardır, mıknatıslısı, ev yapımı, cicili bicili, kitaplardan çıkan, fuarda verilen... Ama ne hikmetse ne zaman kitap okusam elimin altında asla ayraç olmaz ,bu kıyafetlerden çıkan şeyleri kullanmak durumunda kalırım:-)

Yine Gördüm :-)


Üzerimizden süzüle süzüle gittiler:-) 

Günaydın

Yollarınızın açık olduğu bir güne açılsın sabahınız:-) 

Tatilin Son Gününe de Bu Yakışırdı

Bu yaz oldukça dolu dolu vakit geçirdik diyebiliriz sanırım :-) Sonunu da iyi bir şekilde bitirmek gerekiyordu doğrusu:-)

Hatırlarsanız elektriksiz gün yapmıştık da dayımıza gidip Warcraft oynamıştık karanlıkta. İşte o günden beri Metehan düzgün bir şekilde, oyun tahtasını görerek oynamak istiyordu. Biz de iki saatte çözdüğümüz kuralları unutmadan tekrarlayalım diyorduk:-) ( Oyun deyip geçmeyin, tüm gri hücrecikleri çalıştırdık anlamak için:-)

Dün Aynur'la Kürşad mevcut plânlarını bizimkiler için iptal ettiler , oğluşlar da ağızları kulaklarına vararak gittiler hemen. Tabi ben de:-)


Saat ikibuçuktan dokuza kadar - arada verdiğimiz yemek molası hariç- bu şekildeydik:-)  Çok ciddi oyun oynarız anacım. Zaten nasıl dünyadan koptuysak mutfakta kırılan bardak sesinden iki dakika sonra olayı unutmuş, elinde elektrik süpurgesiyle yanımızdan geçen Aynur'a soru soran gözlerle bakıyorduk.

Efendim zor şartlar altında harika yemeklerle bizi ağırlayan Aynur'a, gönderdiği tatlılar için Elâ'ya, çok şirin olduğu için Maya'ya ve bizi kırmayıp yegâne tatil gününde yedi saat savaş yaptığı için Kürşad'a teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Hem üzülmeyin, belki bir ara bizi yenersiniz:-) Bütün iş bilekte, yavrum kemik :-)

Okul Yolu :-)

İşte yine bir sabah erkenden...

Diyeceğim ama zaten bu saatlerde yürüyüşe gittiğimden ve her defasında Bilgiç de muhakkak kalkmış olduğundan pek bir fark yok tatille arada.

Ama bir saat sonra ikisini de servislere teslim edip döndüğümde sessizliğin tadını çıkartmayı düşünmüyor değilim..

Ay bu yazı böyle olmayacaktı:-)

Canım oğluşlarım..

Homurtularınız eşliğinde başlayan yeni eğitim öğretim yılında mutlu olun, kendinize harika şeyler katın, güzel arkadaşlıklar edinin... Allah size zihin açıklığı versin...

Unutmayın ben hep sizin yanınızdayım, kahkaha dolu anları olduğu gibi sıkıldığınız her şeyi dinlemek, destek olmak, fikir vermek, hiç birşey yapamasam sımsıkı sarılmak için... Ve bazen, tek başınıza çok kötü olduğunu düşünüp işin içinden çıkamadïğınız şeylerin aslında çok basit çözümleri olduğunu birlikte bulabiliriz.

Her zaman çevrenize saygılı, özü sözü bir, hayata olumlu tarafından bakan ve çalışkan insanlar olun. En büyük mutluluk akşam yatağa görevini yapmış, vicdanı rahat bir şekilde yatmaktır:-)

Kürsüye geçtim susamıyorum. Daha uzatmadan konunun özüne gelelim...

SİZİ ÇOOOK SEVİYORUM... 

Akşam Koruya Gittik

İstanbul'da ve korudaki kuş türleri ile ilgili seminer vardı.

İçim acıdı yine ..

Havaalanı, üçüncü köprü hem kuşlara hem de yaban hayvanlarına o kadar zararlı ki.Hele havaalanı direk kuşların göç yolu üzerinde ve binlerce leylek gelirken o uçaklar kaza yapmadan nasıl inip kalkacak, o leylek ( Veya başka bir kuş) sürüsünden ne kadarı ayakta kalacak belirsiz. İstanbul boğazı hava akımı nedeniyle özellikle süzülerek uçan kuşların göç yolu. Harcamaları gereken enerji bu hava akımı nedeniyle çok azalıyor. Bu kadar bencil yaşam türü olduğumuz için çok utanıyorum doğrusu..

Çocuklar da biz de insanoğlunun bindiği dalı kesmesini acı duyarak izledik. Çaresizce. Ve umutsuzca..

Suyunu İyi Ayarlamak Gerekiyordu :-)



Kinoayı bu sefer de bulgur pilavı gibi pişireyim dedim. Yıkadım, suda bekledi iki saat kadar. Tarifinde diyordu ki suda bırakırsan bire bir , aksi halde bire iki su koy. Ben bire iki su koyup bir de domates sosuyla karıştırınca bulamacımsı bir şey oldu.

Oğluşlara dedim ki tadı güzel ama kovboy filmlerindeki kepçeden şlop diye tabağa konanlara benzedi, country yemeği oldu bu :-)

Sanırım Orada Çok Mutlu Olabilirdim:-)


Nim'in Adası bizim olsa:-)

İnternet bağlantım, doğada severek yaptığım işim, ayda bir gelen içi kitap dolu kolim, hımm, Can da deniz uçağımızı kullanır.

Yolu düşen turstik gemiler olursa da çocuklarla kovalarız...

Arkadaşlarımiza kapımız hep açık :-)

Bahçe Bulunca Dayanamadık :)

 
Toplamadan önce seyrine daldık :)


O kadar çoktu ki, büyüyememiş , yerlere düşmüşler..


Kırmızı başka güzel..


Yeşil başka :)


 
Ne çok canlı faydalanıyordur bunlardan diye gülümsedim yerdekilere bakarken :)
 


Aaa, ceviz de mi var. Bir kaç tane de bundan alalım :)



 
Böğürtlenler de olsaymış, keyfime diyecek yoktu belki bir sonraki sefere :)

Doğa kadar cömert, güzel, insanı mutlu edebilen bir şey var mı?