Üç Gündür Tembelliğin Dibine Düştüm :)

Çok ilginç, Can evde olmayınca evde fazla iş yapmak da gerekmiyor.



İş saatlerinin düzensizliği sebebiyle  ne zaman kalktığı ne zaman yattığı belli olmadığından, tam işlerim bitti derim  karnım acıktı diye uykudan kalkar, ya da tam ev süpüreceğimdir uyumaya gider. Hele uçuşa gidecekse artık parmak uçlarımızda dolanırız uyusun diye falan.


İlk defa bu kadar uzun kalmalı bir gidişi oldu. Pazar akşamından beri yok. Evde Bilgiç'le başbaşayız. Metos da olmadığından iki oğlan arasında da kalmıyorum.


Sanırsın tatile gitmişim,  kumsalda uzanıyorum, tam o moddayım :)


Ama bu kadar yatmanın peşinden yarın kısa bir kaçamak yapacağız. Nereye gittiğimi söylemem,  yarın akşam görürsünüz :)

Not: Fotoğraflara şarkı sakladım, istediğinize tıklayıp alabilirsiniz.  Hayır şarkı bakacağım derken bir saattir youtube videoları izliyormuşum, gerçekten de sahilde yatış pozuna girmişim koltukta  :D

O Kelimeler Değil Bizi Yaralayan

Önce baktım "hademelere"  "hizmetli" denmeye başlamış. "Yönetici asistanı' olmuş bütün " sekreter"ler.

Sonra "sakat" değil "engelli" demeye başladık. "Kör" "topal" "sağır"  silindi "görme engelli"  falan oldu.

Düşünüyorum.

Gözü görmeyene "kör" deniyor Türkçemizde. Tıpkı insan yavrusuna "bebek" denmesi gibi bir şey bu.

Neden "görme engelli"ye çevirdik ki bu sözü?

Üzerine yüklediğimiz kaba anlamlardan dolayı mı. E" inek" e " köpek" e falan da ayıp ediyoruz o zaman.

Anlatmaya çalıştığım şu ki kelimler değil can acıtan.

Sen ister "kör" de ister "görme engelli",  yolda giderken yere yaptığın işaretler gidip de bir ağaçta son buluyorsa,  ister "topal" de ister " yürüme engelli",  kaldırıma çıkamıyor, binalara ulaşamıyorsa sadece süslemiş oluyorsun acı gerçeği.

Kulağım duymuyor olsaydı sağırım derdim. Duyma engelli deyince sanki engelleniyormuşum gibi bir şey.

Bence düşüncesizlik engelleri kaldırılsa kimsenin kelimelerle alıp vermediği olmaz.

Tokyo'da ben düşüncesizce yol işaretinin üzerinde dururken üzerime son sürat gelen kadının kendisine kör veya görme engelli denmesine aldıracağını sanmam. İşine bakıyordu o.

Norveç'te bindiğimiz teknenin tuvaletini temizleyen ultra karizmatik görünümlü adamın da hademe veya hizmetli denmesiyle bir derdi yoktur bence. İşi ile kendini tanımlamıyor ,  yapıyor sadece.

Sözcükleri birimizi aşağılamak için değil de yüceltmek için kullansak, geri zekâlı diye bağrınmasak, zekâ geriliği olanları incitmeyeceğiz belki de.

İstediğin kadar zihinsel engelliye çevir o sözü, bir kuşak sonra da zihinsel özürlüüü diye bağırmayı engelleyecek güzellikte düşünmeyi öğretemediğin sürecek hiçbir şey değişmeyecek.

Kitap Salı

Bakalım bu hafta salımızda neler var.


Barış Müstecaplıoğlu içinde ecinniler geçmeyen ender Türk fantastik roman yazıcılarından sanırım.

Daha önce okuduklarım hep ruhlar alemiyle falan ilgiliyken o fantastik dünyalar kuruyor.

Daha önce Korkak ve Canavar serisinin ilk kitabını okumuş, sevmiştim.

Bilgiç'in okul kitapları arasında bunu görünce o seriyi bitirmeden yenisine başlamış oldum :)

Rahat okunan güzel maceraları ve parmak bastığı güzel noktaları sevdim.  Sanırım iki serinin de devamını getireceğim.


"Ben sadece şamanım" diye gülümsedi Darok." Bunun ötesini hiçbir zaman önemsemedim. Çünkü şaman olmayı kendim seçtim. Nasra ya da Delkar olmayı ise kendin seçemezsin. Öyle doğarsın, kimse tercihini sormaz. Kendi seçmediğim bir şeyle tanımlanmayı kabul etmiyorum."

" Bir kişiye sevmediğimiz milletten insanlarla aynı milletten diye kötü gözle bakamayız,  bunu kendileri seçmiyor, değiştiremezler de."

"Savaş zamanı insanların en kötü ve en iyi yanları ortaya çıkar. Sakin ve güvenli günlerde iyilik ya da kötülük yapmak için fırsatı olmamış bir adamın gerçekte nasıl biri olduğunu bilemezsin.  Ne zaman işler sertleşir, bir seçim yapman gerekir   ruhunun derinliklerinde bir canavar mı uyuyor yoksa bir kahraman mı, o zaman belli olur."

"Zaman ilerledikçe şunu fark ettim, bugün zayıf olan bir kaç nesil sonra güç kazandığında,  başkalarına kendisine yapılan zulmun aynısını yapmaktan geri durmuyordu. Buna defalarca şahit olduktan sonra verdiğim mücadelenin anlamını sorgulamaya başladım. Artık güçsüzleri,  bir gün roller değiştiğinde kendilerine zulmedenler kadar zalimleşeceklerini bile bile,  sırf güçsüz oldukları için sevemiyordum."

"Uzun zamandır başkalarından uzak yaşamanın ve asırları bulan yorgunluğunun ona insanlar hakkında bir şeyi umutturduğunu fark etti. İnsanlarda en dibe düşme potansiyeli olduğu kadar yüce şeyler yaoma potansiyeli de vardı ve kendisi asırlar önce şaman olmayı seçerken, insan denen varlığın genelde olduğu şeye değil, İsterse olabileceği şeye duyduğu sevgiyle bu kararı almıştı."


Osho'nun mektuplarından oluşan bu kitap genel itibariyle ver gazı hissiyatı yaşattı bana. Ama tabi içinde sevdiğim cümleler olmadı değil :)


"Anı yaşayabilen sonsuzluğa ulaşır. Yaşanan an sonsuzluğa dönüşür. Yaşanmıyorsa eğer,  sonsuzluk bile sadece geçici bir an olarak kalır."

"Yaşam,  geçmişte ya da gelecekte değil, her zaman şimdidedir. Yaşam varsa  şu andır ; yoksa şu an değildir. Ve yaşanabildiği için de bilinebilir. Üzerine düşünmeye gerek yoktur. Aslında yaşam üzerine düşünenler yaşamı kaçırırlar, çünkü düşünceler yalnızca geçmişte ve gelecekte dolaşır, düşünce şimdide bulunmaz. 
Canlılık her zaman şimdidedir - şimdidir. Belirtisi şu andır; tam şu an ; burası ; tam olarak burası. İşte bu yüzden yaşam düşünülemez, yalnızca tecrübe edilebilir. Yaşam tecrübe değildir, tecrübe etmektir."

" Sessizlikte diyalog mümkün müdür? Aslına bakarsa diyalog sadece sessizlikte mümkündür. Sözcükler azını söyler, çoğuna engel oluşturur. "

" Ölüm bilinmeyendir. Bu yüzden de düşünerek bilinmesi mümkün değildir. Ben senin ilgini yaşama çekmek istiyorum. Yaşam burada ve bu andadır. İçine girilebilir. Ölüm ise hiçbir zaman burada ve bu anda değildir ; ya gelecekte ya da geçmiştedir. Ölüm asla şimdide değildir."

" Azim yoksa yaşam bir rüya olur.
Azim varsa rüyalar bile gerçeğe dönüşür."

" Cesaretini topla. Cesaret var olan bir şey değildir, aksine cesur olmaktan doğar. Korku da aynı şekilde var olan bir şey değildir. Cesaretini toplayamamış olmanın sonucunda yaşanan karmaşadır."


Eveet gelelim son kitabıma. Daha bitmedi, henüz yarıladım sadece. 1970 lerden 2009 a kadar yazarın gittiği yurt dışındaki ülkelerden izlenimleri. Genel kültürümü arttırıp yakın geçmişimize bakmak için güzel bir kitap. Doğrusu gezi kitabı olduğunu düşünmüştüm ama daha çok tarihe tanıklık kitabı gibi olmuş.



"Yaşamın sonsuz, ağır, durdurulmaz akışı ve bizim o akışı bir yerlerde durdurmak,  sanata, dile, görüntüye,  ritme dönüştürerek kalıcılaştırmak, sonsuzlaştırmak, ölümsüzleştirmek çabamız sürüp gidecek böylece."



Bu haftaki salımızda toplananlar bu kadar. Bakalım haftaya neler olacak :)



Pesketaryanı da Anladım Hadi Diyelim de Flexitaryen de Ne Yav

Siz biliyor musunuz Pesketaryen neymiş?  Efendim bu arkadaşlar vejetaryenmişler ama balık ve deniz ürünleri yiyorlarmış. Onlarınki can değil sanırsam :)

Vejetalyen diye birşey de varmış. Vejetaryen ile vegan arasına konuşlanmış bu ekip. Et süt yumurta falan yemiyorlar ama yünlü kazak giyiyorlar diyebiliriz. Pekiii.

Ama Flexitaryen de koptum.  Aslında vejetaryen olup da arada sucuk da ne koktu beee, köftenin ucundan accık modunda olanlara deniyormuş.  Hahahahaha. Yani hassaslar aslında ama olur arada kazalar :D

Ben mi?

Ben, insanoğlu gözü dönmüş gibi abartmasa da adam gibi olsa,  her şeyi de yese ama cılkını çıkartmasa diye düşünengillerdenim.

Sonradan Eklediğim Not: Bu yazıda vejetaryenlik ve veganlığa bir söz söylemiyorum,  onların temelleri belli,  mantıkları belli. Ama diğerleri pek zorlama geldi. Kafalarına göre uydurmuşlar bir şeyler gibi.

Nostaljik Pazartesi

Bugünkü nostaljimiz 2011 yılından. Çocukların dilinden bize geçen kelimelerimizi yazmışım :)

Bizim Evin Dilleri

Çocuklardan gelip kullanmaya alıştığımız sözcükler :

-Te te te... (Teşekkür ederim, Metos'tan)
-Pasta oldum. (Hasta oldum, Bilgiç'ten)
-Tatates (Metos) veya Papapes (Bilgiç) (Patates:)
-Isık (Işık, küçükken ş leri s olarak söyleyen Metos'tan)
-Boş veeeer demiş. (Bilgiç'in ilk okumayı öğrendiğinde kitapta , tam da ses tonuyla okuduğu kısım,sıkıldıkça aynı şekilde söyleriz :)
-Hoşçakal du. (Hoşçakal. Metos'un küçükken telefon kapatma sözü, şimdi bize soruyor nereden çıktı diye, hiç bir fikrimiz yok ama annemle hep öyle kapatırız telefonu)
-Lebleble (Leblebi, Metos)
-Şaçrank (Satranç, Bilgiç)
-Bakağsan göğüğsün (Bakarsan, görürsün, "r" leri söyleyemeyen filozof Metos'tan.)
-Onkokuz (Ondokuz, Bilgiç'ten. İşin ilginci dokuzu normal söylüyordu :)


Şimdilik aklıma gelenler bunlar. 


- Tam kıvanda olmuş .( Tam kıvamında olmuş. Daha kıvamı bilmemesi gereken bir yaştaki Metos)
-İstemiyusun, istemiyusun.... (İstemiyorsun . Deniz kıyısında bir çocuğun oyuncaklarıyla oynayan Bilgiç'in, çocuk onları almak isteyince söylediği söz..)
-Yangur yungur (Tangır , tungur. Metos'tan)
-Oş, oş kemir gibi yanıyorum (Of, of kömür gibi yanıyorum. Hamak'ta şarkı söyleyerek keyif yapan Bilgiç'ten)

(Yeni aklıma gelenler :)

Sizin var mı böyle kelimeleriniz ?

Akşam Halleri



Metos almalıymış bu kitabı yanına, yeni şehirlere giderken trende okumak ne güzel olurdu.

Hava kararıyor. Diğer kitabımı bitirdim yenisine başlıyorum.

Dün kolumu çaydanlığa yapıştırmışım izi kalmış. Karnımda da bir sancı dolaşıyor. Belim ağrıyor.  Hahaha, kim dövdü beni acaba?

Neyse, ben şimdi hayalimdeki trene biniyorum. Ogün Sanlısoy "Daha yolumuz var, daha çocuğuz inan"  diyor. Ne güzel şarkı.  (Fotoğrafa tıklayıp dinleyebilirsiniz)

Bu arada oğluşum dün bir video çekmiş , Budapeşte'den sevgilerle. 



İki Yüz Gram Gitmiş Diye Sevinenlerde Bugün

He canım.  Rejimin başında nee sadece 200 gr mı derkene şimdi yuppiii moduna geçtim. Metabolizmam beni terbiye ediyor yeminle.



Bu hafta Bilgiç'le istediğimizi yeme moduna geçtik. Evde olduğumuzdan pek de abartmadık ama bir gün fast food menü yedik, o bir gün subway sandviçi yemiş okulda. Can'ın Siirt'den getirdiği fıstığa yumulduk. Söylemesi ayıp tatlıya da yumulduk ucundan. Zeytinyağlı biber dolmasına dayanamam zaten. E Metehan'a yaptığım yolluk patatesli böreklerin tadına bakmasa mıydık yane?


Neyse düşündüm de bir haftada bu kadarcık abartmışız :)

Eee nasıl gitti o gramlar?  Akşam yemedik. Örneğin fastfood menüyü saat dört gibi yemiştik. Bir daha bir şey yemedik. Hemen hemen iki öğüne düştük gibi bir şey oldu.

Aslında zaten sıkı yediğim bir öğün sonrasında kolay kolay acıkmamaya başladım. Gece acıkınca da su veya buzlu yeşilçay ile yatana kadar idare ettim.

Her gün yürüyüşümü ve haftanın üç günü pilatesi yapıyorum zaten.

Yani bunca harekete rejim yapmayanın bile kilo vermesi lâzım ama neyse.

Zaten daha hızlı kilo verirsem yüzüm çöker,  bir anda kırışır felan. Böylesi daha sağlıklı.


İşte böyle rejim haberleri.

Neredeyse altı buçuk ay olacak başladığımızdan beri . Bu düzeni güzel oturtup bundan sonra hep böyle besleneceğim sanırım. Çok kısıtlamadan ama dengeli. Zaten sürekli kilo versem bile bu hızla ne oluyor bakalım. Ayda ikiyüz elli gramdan dört ayda bir kilo (iyimser bir ihtimalle)  15x4 60 ay, hımm, beş sene sonra evlendiğim kiloya inmiş olabilirim  Biz onu yavaşlama payıyla on sene diyelim :D

Eh insan daha ne ister :D



Not: Fotoğraflara İrlanda Halk Şarkıları sakladım. Yürüyüş yaparken harika, aklınızda olsun.

Yok Yaaa Bu Çocuk Benden Olamaz

Oğlanın bütün huyları benden klonlanmış ama fotoğraf çekme geni geçmemiş anacım.


Dört günde bana yolladığı yegâne fotoğrafı sizinle paylaşmanın mutluluğu içindeyim.

Dün bir sürü kale falan gezmişler ama cep telefonu çantasının dibindeymiş, alamamış. Sanırsın Guam çukurunda. (Vardı öyle bi çukur di mi?)  (Varmış valla, hafızama da lâf etmiim bundan sonra, abudik şeyleri hatırlama konusunda pek başarılı)

Ya biliyorum selfi falan işi olmaz da iki kule bi şato,  bi poz çekseydi bare :D

Kitap Salı

Yeni hafta gelmiş ama ben hâlâ "Tarihi Kırıntılar" kitabını bitirememişim. Küçücük de bir şey oysa ama cümleler beni benden aldığı için pek yavaş ilerliyorum. Tabi gezmekten pek elime de alamamış olabilirim :)




"Bir şiirde su damlasıyla okyanus bir aradadır. İnsan ile ülke, yaprak ile orman, salyangozun yoluyla güneş ışığının yolu, kısacık bir an ile bir ömür bir şiirde iç içedir, bir aradadır.

Şair mutfak masasındaki kırıntıları avucunda toplarken sabahı,  öğleni,  akşamı, masada oturanların geçmişini toplar. Pencerenin önüne serper sonra onları.

Yakın tarihimizi en iyi serçeler biliyor."

"Şimdiki zaman ile ilgili bir şey olmalı bu. Şimdiki zamanda hep bir şeyler eksik kalıyor. Yaşantılar, duygular eksiksiz olmuşsa geçmişte olmuştur ve gelecekte eksiksiz olsun diye hayal kurarız, ümit ederiz. Şimdiki zaman eksikliğin zamanıdır."

Nostaljik Pazartesi

Telefonumdan eski fotoğraflar çıkınca bugünkü nostaljimiz Londra olsun dedim. Ne kadar olmuş gideli, Bilgiç ne küçükmüş :)

Etiketlerde Londra gezimizin tamamı var merak edenler bakabilirler.

British Müseum yolcusu kalmasın, hadi gidip bakalım.

3 Ağustos 2014 Pazar

British Museum (Day 6)

Sanırım dört saatten uzun kaldık burada ama fiziksel yorgunluğu bir kenara bıraksak bile beynim artık en ufak bir tarihi şeyi algılamamaya başladığından her tarafı dolaşmadan bıraktık :)

Dünyayı gezmek istiyorsanız bu müzeye gitmelisiniz. Her bir diyardan eserleri toplamışlar burada. Hele bir aslan avı sahnesi vardı ki kaç metrelik bir salondaydı bilmiyorum, eh, binayı da söküp alsaydınız bari demedim değil :)





Biraz Asya'dan



Biraz Mısır'dan



Rosetta Taşı'nı oğlum biliyormuş ama benim haberim yoktu oraya gidene kadar :) Başı o kadar doluydu ki ancak bu kadar yaklaşabildik. Bu taşın üzerinde hem yunanca hem de hiyeroglifle yazımış yazılar varmış. Yunancanın bilinmesi sayesinde hiyeroglifler ilk defa çözülmüş :)



 






Ölen kişinin ardından hazırlanan hayat ağacı.Çok hoşuma gitti.




 Bu kısım en çok hoşumuza gidenlerden birisi oldu :) Mozambik'te yıllar süren iç savaştan sonra bir idn adamı ülkedeki silahları toplamak için kampanya başlatmış. Silah getirenlere çeşitli aletler verilmiş. Toplanan silahlar parçalanarak sanatçılara verilmiş. Onlar da bu harika şeyleri yapmışlar :)






En sevdiğim kısım :) Bir gün benim de böyle kütüphanem olacak :)






Sinekkuşu ..

Ve bu da 1900 lerden kalma bir sinek kuşu yuvası.




Fotoğrafa kimseyi katmadığımdan anlaşılmıyor ama bu kabartmalar neredeyse gerçek insan boyutunda. Demin sözünü ettiğim aslan avı kabartmaları. Upuzuuun gidiyordu.




İslam dünyası kısmındaki Kur'an.


Burada ayrıca Gölge Oyunu' a oldukça geniş yer verilmişti ama ne hikmetse bir orada fotoğra çekmek yasaktı :)

Çanak çömlekler etkileyiciydi.



Eh, müze dediğin mumyasız olmaz.


 Biraz da müzik..



Paralar jet hızla geçtiğimiz bölümlerdendi.


Saatlerde artık pilim bitmişti :) Bu kadar yeter dedik :)



Yarın o kadar çok yer gezeceğiz ki , artık dönüp dinlenelim biraz :)

Eveet bu hafta da nostaljimiz böyleydi. Fotoğraf makinasını icad edenlerden Allah razı olsun, ne güzel, tekrar tekrar gitmiş gibi oluyor insan :)