Çok Basit Olarak Ne Anladığımı Söylemem Gerekirse

Aslında apolitik bir insanımdır. Al birini vur ötekine diye düşünürüm çoğunlukla.

Bu yeni sistemi ise asla istemiyorum.

Basitçe anlatayım neden istemediğimi :)

Diyelim ki evime hırsız girdi, ne var ne yok aldı. Tam çıkarken gördüm ama yakalayamadım.

Doğru polise gidiyorum tabi. Derdimi anlatacağım ama o ne?  Benim hırsız karşımda. Amcaoğluymuş adamın tıpkısının aynısı. Evini kilitleseydin diye kızıp yolluyor beni.

Dönüyorum, yargı sistemine.  Dava açıyorum evimi soyan hırsıza. Mahkemeye gidiyorum ki benim hırsız (halasının kızı ya da)  yargıç olarak orada. Tabi elini kolunu sallayarak çıkıyor. Ben de para cezası alıyorum Evimin güvenliğini iyi sağlayamadığım için.

Derken yeni bir kanun çıkıyor bir hafta içinde.  Diyor ki evine hırsız girenlerden ekstra vergi alacağız. Zira bize ekstra iş çıkartıyorlar.

Öyle kalakalıyorum. Başvurabileceğim hiç bir yer yok.

Neyse diyorum, en azından benim evim soyuldu ya tacize uğrasaydım kim bilir başıma neler gelecekti...

İşte olup olacak şey bu.

Bunun partiyle,  siyasi görüşle, dinle vesaireyle bir alakası yok, bu herkesi kıskıvrak bağlıyor. Yarın başa gelen kim olursa olsun, ne olursa olsun bağlıyor. Lütfen dikkat edelim.


{Kanıt }





Tekrar tekrar sıkılmadan izlediğim filmlerden.

Bilemiyorum neden bu kadar sevdim.

Baba kız ilişkisi mi beni bu kadar etkileyen?

Kızın kendisini bırakıp babasına adaması mı, babanın kaybolan muhakemesi mi?

Ya da oyuncularını sevmem mi? Yoksa matematik mi?

Bilmiyorum.

Zaten filmleri aklımla ve mantığımla değil yüreğime dokunmalarıyla beğeniyorum sanırım. Onların alt mesajları üst mesajlarını anlamak değil sadece hissetmeyi seviyorum.

-Deli insanlar oturup deli olup olmadıklarını merak etmezler.
-Etmezler mi?
-Tabi ki hayır. Yapacakları çok daha iyi şeyleri vardır. Deliysen bunun en iyi göstergelerinden biri "Ben deli miyim?" sorusunu sormamandır.
-Cevap evet olsa bile mi?
-Deliler soru sormazlar...

Bir'in Babası Arkhytas


Papağan Teoremi 'nde görüp de buraya almasam olmazdı.

Okuduğum zaman elli defa tekrarlayıp ezberlemeye çalışmıştım ama aklımda tabii ki kalmamış. Şuracıkta dursun. Ben arada bakarım.

Böyle şeyleri bilmek bana ne kazandırıyor hiçbir fikrim yok, ama seviyorum kendime katmayı.

Bir de katabileydim :)

Kısa vadeli algı ve öğrenme inanılmaz hızlı uzun vadede ana belleğe hiçbir şey atılmıyor bende :)

Neyse.

Bir, yaşamdan söz eder, nicelikten değil diyen Yunanlı bilginlere selâm ve saygılarımı gönderiyorum buradan.

Arkhytas, biri sayı yapmış yapmasına ama onun felsefesi ve ruhu değişmemiş bence. Bir şeye isim verdiğinizde içeriği değişmez ki :)

Sadece Beş Dakika Durun


Sabah yürüyüş dönüşü güneş nihayet evleri aşıp süzülürken doğanın o eşsiz güzelliklerinin tadını çıkartıyorum.

Sitenin içine girdiğimde adımlarım yavaşlıyor, kafamdaki bütün düşünceleri atıp sadece o ana odaklanıyorum. Fotoğraf bile çekmeden duruyorum o sırada. (Bu sabah duramamışım gerçi görüldüğü üzere)

Hani hayat çok hızlı akıp gidiyor diyoruz ya. Aslında biz onu hiç dikkat etmeden harcıyoruz. Koşu bantında gibiyiz, sanki biraz dursak düşeceğiz.

Yemek pişirirken akşamı, akşam geldiğinde sabahı düşünüyoruz. Çocuklar yanımızdayken sessiz zamanı sessiz zamanlarda da çocukları düşlüyoruz.

Hiperaktif olduk iyice. Film izlerken telefonumuza göz atıyoruz, kitap okurken radyoya uzanıyoruz. Sizi bilmem ama ben eskiden saatlerce elimden bırakmadan okurdum sevdiğim kitapları şimdi sehpanın üzerinde elimde durduğundan fazla bekliyor.

Arada patlama noktasına geldiğimi hissettiğimde elime bir çay alıp balkona çıkıyorum. Kitap, dergi, telefon,tablet içerde kalıyor. Sadece ben. Ve milyon tane planları, düşünceleri, hayalleri de bırakıyorum. Sadece o an. Ağaçlar, kuş sesleri, çiçekler. Derin nefes alıp dinliyorum, izliyorum, duruyorum.

Beş dakika.

Deneyin bir.. Saati beş dakika öncesine kurun mesela, herkesin daha uyuduğu o sessiz anlarda kalkıp salona geçin. Sevdiğiniz koltuğa oturup evinizi seyredin. Ne giyeceğinizi, kahvaltıyı, işi falan düşünmeyin. Onlar beş dakika sonra devreye girecek. Sadece evinizi izleyin. Dışarıdan gelen sesleri dinleyin. Bir köşede kalmış oyuncağa bakın. Kaldırmayın, sadece bakın, görün onu. Evdeki hayat izine gülümseyin.

Sabah olmadıysa öğle tatilinde yemekten hemen sonra kahvenizi içerken yapın. Akşam yatmadan önce yapın. Çocuklar okuldan dönmeden önce yapın.

Beş dakikanın ne kadar uzun olduğunu göreceksiniz.

Hayatın ne kadar uzun olduğunu..

Sadece durun.

Siz yavaşlayınca zaman da yavaşlar..




Bu şarkı bütün duranlara gelsin :)

Hepinize günaydın.

Zamanı avuçlarınızda tuttuğunuz bir güne açılsın sabahınız.

Sabah


Sabah, ilk ışıklarınla yıkat, arıt ruhumu.

Kuş seslerinle dokun yüreğime.


Sabah,  sen bana bakma, yeniden başla umutsuzluğa kapılmadan.

Serin esintilerinle dağıt bütün sıkıntıları

Gülümse..

Papağan Teoremi





Bu kitabı İzmir'deyken bir arkadaşım vermişti okumam için. Çok sevmiştim.

Ama aradan on yıldan fazla süre geçmiş. Balık hafızalı ben onunla ilgili yalnızca matematikle dolu olup bir macera içerdiğini hatırlıyordum.

Geçenlerde internette bakayım dedim. Kitap, matematik,macera falan yazdım derken cevap bir blogdan geldi :) (Bakınız) Nasıl mutlu oldum anlatamam.

Hemen kendime sipariş ettim.

Matematik teorilerinden bilginlerine bir çok bilgi içerirken bir yandan da heyecanlı bir maceraya sürüklüyor bizi.

Tadını çıkartarak okuyorum. Sevdiğim kitapları tekrar tekrar okumak çok güzel. Hele ki benim gibi balık hafızayla heyecanından hiç bir şey kaybetmiyor :)



Sıyrılıp İçinden Bıraksam Bir Süreliğine


Yapılacaklar, yapılmayacaklar, gerekenler,gerekmeyenler.. Her şey üzerine üzerine geliyor.

Ve vücudunun her bir hücresi çığlık çığlığa sinyal veriyor sana.

Gece yatakta dönemiyor, nefes alamıyor ya tıkanmış ya da ağrı içinde uyanıyorsun. Elinin altındaki yumuşacık yatağına özlemle bakıyorsun.

Severek yaptığın uğraşların bile yük gibi geliyor.

Kendi kendine, nankörlük yapma, hayatına bir bak, şükret diyorsun.

Şükrediyorsun da.

Bir buz torbası alıp koluna, bacağına, dizine, eline, başına koyarken yoruluyorsun ama.

Sıyırıp atsan hepsini. Geçmişi, geleceği, karmaşık düşünceleri, ağrıyan eklemleri, tıkanan nefesleri.

Şu an, hiçbir şey yapmak zorunda olmadığın şu kısacık zaman diliminde, bütün sıfatları, zamirleri, edatları,noktalama işaretlerini bıraksan bir köşeye.

Hiçbir şey olsan.

Hatta

Onu bile olmasan..




Bahçede Kahvaltı Macerası :)


Dün sabah önce bahçeye uzun uzun kahvaltı hazırladık. Tam filmlerdeki gibi kalabalık ve kahkahalar eşliğinde sofraya oturduk. Fotoğraflar çekildik.

Derken yağmur başladı. Hahaha. Keyfimiz kaçtı mı, hayııır. 

Haydiii, bütün taşıdığımız eşyaları geri götürdük. Bir yandan da yiyoruz yalnız :) Eve girip kaldığımız yerden devam ettik.

Dört kız birbirimizi tanıdığımızda on yedi (hatta kimimiz on altı)  yaşındaydık. On iki kişi olmuşuz geçen otuz yılda, çok şükür hiç ayrılmadık, her geçen gün çoğaldık. 

Teşekkürler hayat..



Yağmurdan sonra biraz bahçede dolaştım. Evin sahibi Pastırma da bana mankenlik yaptı :) Lütfen masumca beklediği yere bakar mısınız :)







Hepinize günaydın.

Dostlarınızla buluşup kahkaha ve sevgi dolu zaman geçirdiğiniz bir haftaya açılsın sabahınız..

Fotoğraflardan beğendiğinize tıklayıp şarkınızı almayı unutmayın :)

On Sekiz

Yılların temalı doğumgünü yapma alışkanlığı var, illa hafiften birşeyler plânlıyorum.

Fotoğraflarda elimizde olan ayrıca kapımıza astığımız on sekizimiz buydu :)


Burası nostaljik köşemizdi. Fotoğraflar, eski partilerin daveteyeleri, ilk ayakkabı gibi baktıkça gülümseten şeyler :)




Doğumgünü çocuğunu şöyle baş köşeye alalım :)


Bol bol fotoğraf çekildik. Pastamız bu sefer donatlardan oluşuyordu :)



On sekiz pozlarımız :)






Dün gece dünya saati uygulaması vardı. ( Ne olduğunu merak edenler şuraya baksın) Saat sekiz buçuktan dokuz buçuğa ışıklarımızı bir saat kapattık. Herkes benim çılgın uygulamalara alışmış, bir saat mum ışığında durmayı kimse yadırgamadı :) Hahaha seviyorum ben onları.

Tabi mum üfleme faslını tam o araya getirmesek olmazdı.

Hepimiz üzerinde mumlar duran donatları masada oturan Metehan'ın yanına taşırken iyi ki doğdun şarkısı söylemekteydik. (Bir ara yüksek yüksek tepelere moduna girecektik çayda çıra havasında ama :) On sekiz mumu hep birlikte üfledik :)


Bu da hepimizin içine yazdığımız anı defterimiz. Hem iyi dileklerimiz hem de birer film, şarkı ve kitap önerimiz var içinde :)

Ve akşam boyunca fonda bu şarkının değişik sanatçılarla söylenmiş versiyonu çaldı :)



Ah unutmadan geçen hafta arkadaşları geldiğindeki sürpriz parti fotoğrafımızı da buraya koyalım:)


Mutlu yıllar oğluşum :)

Bugün Benim Anne Olma Günüm :)


Hani hep anne olmayı hayal edenler vardır ya ben onlardan değildim. Kızım olsa ismini Ayşegül koymayı düşünüyordum ama ahım şahım bir hevesim yoktu.

Yirmi yedi yaşımda evlendim. O zamana kadar beş yıl (hatta evliliğimizin ilk yılını da sayarsak altı) ayrı şehirlerdeydik Can'la.  Gezip tozmuştuk, uzun uzun mektuplaşmış saatlerce telefonda konuşmuştuk. Evlenmemizin ardından çocuğumuz olsun olmasın düşünmedik. Olacaksa olurdu, o kadar :)


Adapazarı'nda ıslama köftenin dokunması uzun sürünce annem bir test alsan fena olmaz herhalde dedi. Bir otel odasında tek başıma test sonucu elimde bakarken de havalara uçtuğumu söyleyemeyeceğim :) Can'la telefonda konuşmamız da pek komikti doğrusu kafası karışık iki tip.


Annemle babamın evlilik yıldönümüydü o gün. Onları arayıp yeni evli çifti kutlar anneanne ve dede olacaklarını haber veririm dedim :)

Sonrası halsizlik, kılını kıpırdatamama, iş nedeniyle Adapazarı, İzmir, İstanbul, Ankara, İzmir, İstanbul arası otobüs yolculukları, yazarken sürekli hata yaptığım raporlar, akşam altıda yatmalar.

İlk ismi Mikrop'tu bizim oğlanın. Kendimi ender olarak iyi hissettiğim sabahlarda acaba bir şey mi oldu korkusu beliriyordu hemen. Sonra bir gün oturup konuştum onunla.

Bak Mikropcum, senin annenin işi çok, yolculuklarla, koşturmalarla geçiyor hayatı. Oraya sıkı tutun, hayatta her şey senin elinde ona göre, dedim.

O da sıkı tutundu şimdi, doğmuyordu neredeyse :D


Sonra bebeğimi kucağıma verdiler. Öksürüyordum, öksürürken dikiş yerlerim acıyordu, sütüm yoktu, bebek açlıktan uyumuyordu. Hani baksan korku filmi gibi bir ortam ama nasıl bir mutluluk, nasıl bir sevgi..


Can'a bunlardan iki tane daha yapalım dedim,  hehehe, ikincisi dabıl trabıl olunca üçüncüye sıra gelmedi o başka :)


Metehan oğluşum ilk günden öyle bakıyordu ki herşeyi anlıyor sanırdınız. Yedi aylıkken hadi arkamıza yaslanalım oğlum der demez kendini geriye attığında gerçekten de anladığını fark etmiştik :)

Top böceği gibi kıvrılırdı, gözleri çekikti. Top böceğim, japon balığım diye severdim hep onu.


Kendimi mükemmel anne zannederdim. Meğer her annenin hayalindeki oğluşum varmış.


On sekiz yıldır beni hiç üzmemiştir desem yalan olmaz.  Tabi "Ama anne şimdi senin lise zamanın gibi değil, minibüsler var" diyerek beni ne kadar dinozor gördüğü zamanın acısı yüreğimde, o başka :D



Hayata gülümseyerek bakan, her zaman pozitif, düşünceli, annesine asla kıyamayan, canımın içi oğlum.

Sana hamileyken hep her şeyi güzel olsun diye dua etmiştim. Ruhu güzel olsun, aklı güzel olsun, kendi güzel olsun, bahtı güzel olsun.

Yolun hep güzel insanlarla kesişsin, seni en mutlu edecek olan neyse onu yapasın, kocaman hayallerin olsun, ağladığında güleceğini, düştüğünde kalkacağını, kaybettiğinde geri kazanacağını unutmayasın.

Beni anne yaptığın için teşekkür ederim.

Seni çok seviyorum.

İyi ki doğdun oğluşum.

Ortaya Karışık

Çekmece ve kutulardan çıkanlar bir şekilde yerlerine yerleştiler. Bir kısmı dağıtıldı (Yada dağıtılacak, çantaya konuldu postaya gidecek.) bir kısmı geri dönüşüme yollandı. Artık bir müddet ne neredeydi diye aranır dururum.

Vitrin çekmecelerinin hepsi bitmedi ama yarın akşam doğum günümüz var, artık evi toparlamak gerekiyor. Mutfağa da girilmeli. Dün sadece ütü yapabildim, yedi gömleğin ardından ağrıyan kolumla yapabileceğim çok bir şey yoktu , ben de boş veer diyerek oturdum.

On sekiz yıl önce bu zamanlar doğum sancısı gelir umuduyla evimizin koridorunda yürüyüp durmaktaydım. Ayın yirmi biri gibi doğurmam gerekiyordu. Annem, babam, Can ve kayınvalidem hastalanmışlardı. Annem iğne olup haline sinirlenmekle meşguldu.

Yirmi biri gecesi benim ateşim de kırklara yükseldiğinde tombalaa demiştim. Etrafta kimseleri çok tanımıyordum, tanıdıklarımın da küçük çocukları vardı hastalıklı eve yaklaşmak akıllarından geçmiyordu. O halimizle kendimize bir çorba yapmaya çalışırkenki çaresizliğimizi unutmam.

Tabi ağabey oğluşum ben bu mikrobik ortama gelemem diyerek yerinden kıpırdamıyordu :)

En sonunda ayın yirmi beşi sabahı gittiğimiz doktorumuz, başı hâlâ doğum kanalına girmemiş (İçeride koçlar gibi tepen ) bebeğe, yaşlanan plezantaya ve doğum kanalından müdahalesiz geçemeyecek gibi gözüken baş çapına bakarak rest çekti, ya sezaryen yaparım ya da kendine başka doktor bul.

Böylece normal doğum hayallerim hayalde kalarak akşamına paşa paşa hastaneye gittim :)

On sekiz yıl haa.

Vay be.


Dersimiz Botanik, Biraz Eğitsel Kültürel Takılayım Dedim :)

Botanik Bahçe'sinde minik bir alana soğanlı bitkiler kısmı yapmışlar. Yüksek bir yerde, derli toplu, telli bir dolap gibi ama fotoğraf çekebilmemiz için sürgülü kapılarla açılabiliyor.

İsimleri aklımda kalsın diye fotoğraflarını çektim. Tabi zum objektifi değiştirmeye üşendiğim için bulanık çıkmışlar ama ne oldukları anlaşılıyor.

 

Lale sanırım en bilindik olanı.


Mahçup lale gördüysem bile lale diye düşünmemişimdir herhalde :)



Bu da çokça rastladıklarımdan, gâvurbaşı, ne ilginç ismi varmış. ( Plâkaya inceltmeli "a" yazan kişiye sarılmak istiyorum arkadaş :)


Hepsine siklamen demekteydim, benim sevdiklerim köstükköpeğiymiş. Neyse ben yine siklamen demeye devam edeyim. Koyungözünden sonra bu ikinci şokum oldu :)


Çeşit çeşit yıldızlar, yaprak sayılarına göre isim alıyorlar.


Bunu da kesin çimlerin arasında görüyoruzdur.


Sümbül,  baharın müjdecisi :)


Doğrusu buna da rahatlıkla sümbül diyebilirdim.



Ne kadar narin duruyor dağ lalesi.


 

Bakınız nergis. Yollarda sattıklatınız fulya anacım fulya, onlar nergiz diil.. Nergis bu.

Laf aramızda fulya en sevdiklerimdendir. Kışın ortasında bahar havası estirir.


Miniminnak siklamenler de yer somunuymuş. Kim uydurmuş bu ismi acaba :)


Çeşit çeşit lalelere devam.


Çok güzel ve zarif değil mi?


Ana müşkürüm. Bu ismi aklımda tutarsam kendime bişi ısmarlayayım :)

Manisa Lalesi'ymiş İzmir'de çok toplardık bunları :)


Ben bunu mahçup lale zannederdim. Zaten yakın akrabalar herhalde latince isimlerimden öyle çıkartıyorum :)


Bunu hiç görmemiştim işte. Işığın da yardımıyla en güzel pozu ağlayan gelin vermiş :)

Aslında insan baktıkça bir sürü şeylerini merak ediyor ama şimdilik isimlerini bilebilsem yeter.

Çalışın bakiim siz de haftaya sınav yapiciğim :)

Bu çiçekler bizim zenginliğimiz. Süslü püslü yerlerden çok çimenlerin arasında kalan, umursamadan yanından geçtiklerimiz çoğunlukta.

Elimizin altındaki güzelliklerin hep farkında olmamız dileğimle :)

Günaydın :)